Osmanlı İmparatorluğu'ndan onlarca padişah gelip geçti ama en çok konuşulan hükümdarlardan biri oldu. İşte Osmanlı'nın ilk ve tek anayasasını düzenleyen II.Abdülhamit'in hayatı...
21 Eylül 1842´de başlayan hayatı, 10 Şubat 1918´de sona erdi...
267
Cihan Harbi´nde (1914–1918) cephelerden gelen acı haberler karşısında çok üzülen yaşlı hünkâr, her yanı tarih kokan ama merkezî ısıtma sistemine ve diğer saraylardaki gibi ihtişamlı şöminelere sahip olmayan Beylerbeyi Sarayı´nda, mangal ateşiyle ısıtılan bir odada ölümü karşılamak zorunda bırakılmıştı...
367
5 Şubat 1918´de şiddetli soğuk algınlığı sebebiyle rahatsızlanan 2. Abdülhamid, saray doktoru Hüseyin Âtıf Bey´in verdiği ilâçları kullanınca akşama doğru iyileşir gibi oldu; hattâ giyindi ve biraz dolaştı...
467
Devlet erkânı ve İstanbul halkının iştirakiyle toprağa verilen padişahın son günleri ve cenaze merasimi, üzerinde durulması gereken hâdiselerdir. Tam 33 yıl (1876–1909) Devlet-i Âliye´yi idare ettikten sonra 31 Mart Vak´ası ile tahttan indirilen ve İttihatçılar tarafından Selanik´e sürülen 2. Abdülhamid, Balkan Harbi´nin patlak vermesi üzerine İstanbul´a geri getirildi. Hâkân-ı Sâbık, beş yıl boyunca Beylerbeyi Sarayı´nda sıkı gözetim altında yaşadı...
567
Akşam yemeğinde âdeti olduğu üzere ailesiyle birlikte sofraya oturdu. İştahsızlıktan söz ederek bir köfte, bir iki kaşık kabak, bir adet de pirinç unu tatlısı yiyen 2. Abdülhamid, yemekten sonra göğsünde bir sancı hissetmeye başlayınca Müşfika Hanım derhal doktor getirtmek istedi; ama Âtıf Bey o sabah müsaade alarak evine gitmişti...
667
Kardeşi Vahdettin Efendi´nin hususî doktoru Aleksiyadis Efendi Beylerbeyi´nde oturuyordu. Hemen Muhafız Kumandanı Rasim Bey ona haber gönderdi. Abdülhamid´i muayene eden doktorun teşhisi 'zatürree' başlangıcıydı. Hâkân-ı Sâbık´ın üşüme nöbetlerinin ardı arkası kesilmiyordu...
767
Bu arada Sultan Reşad ve Enver Paşa´ya vaziyet bildirildi. Sonunda Âtıf Bey saraya geldi. O da muayene neticesinde aynı kanaate varınca Abdülhamid, bir de meşhur doktorlardan Neşet Ömer Bey´e kontrol ettirildi. Durumu iyi değildi, sabaha kadar sarayda kimsenin gözüne uyku girmedi...
867
Doktorların tavsiye ettiği ilâçları kullanmasına rağmen, Abdülhamid´in hastalığı ağırlaşıyor ve bir iyileşme belirtisi görülmüyordu...
967
Sabahları banyo yapmaması tavsiye edilen Abdülhamid, ihtimal vefat edeceğini hissetmiş olmalı ki, 'Banyo benim medar-ı hayatımdır, beni kimse bundan men edemez, beni banyodan mahrum ederseniz hakkımı helâl etmem.' diyerek bu tavsiyeyi dinlemedi. Vefat ettiği günün sabahında da banyosunu yaptı...
1067
Hayatının son yirmi yılında dâima yanında bulunan Müşfika Hanım, banyodan sonra çamaşırlarını giydirdi yaşlı çınarın...
1167
Fakat bir şey dikkatini çekti. Abdülhamid´in sırtı fevkalâde terliyordu. Müşfika Hanım endişe içerisinde, 'Aman efendiciğim çok terliyorsunuz.' deyince Abdülhamid´in dudaklarından, 'Kadın, bu ecel teridir' sözleri döküldü...
1267
Bu ifadeler karşısında Müşfika Hanım irkildi...
1367
Daha sonra Abdülhamid oturduğu yerde sabah namazını edâ etti ve sütünü istedi...
1467
Âdeti üzere yarım bardak maden suyuna karıştırılmış sütünü içtikten sonra, 'Hamdolsun Yarabbi! Daha iyiyim.' deyip Müşfika Hanım´ın yardımıyla yatak odasına girdi ve yavaşça yatağına uzandı...
1567
O dakikalarda Sultan Reşad´ın, Selâm-ı Şâhâne ile Dolmabahçe´den gönderdiği doktorlar geldi...
1667
Muayene esnasında Şehzade Âbid Efendi´nin mahzun bir hâlde karşısında durduğunu gören Abdülhamid, 'Ağlama oğlum. İyiyim, üzülme.' diyerek onu teskin etti...
1767
Biraz rahat nefes alabilmek için doktorlardan kan almalarını istedi...
1867
Heyet odadan çıktıktan sonra içeride kalan Rasim Bey, Abdülhamid´in yanına gelerek elini öptü ve 'Hâkânım hakkını helâl et!' dedi...
1967
Doktorların, rahat etmesi için morfin yapma tekliflerini ise reddetti...
2067
Abdülhamid, Selanik sürgününden bu yana yanında bulunan muhafız kumandanının yüzüne hayretle baktı, bir cevap vermedi...
2167
Sonradan içeriye giren Saliha Hanım´a gülümseyerek, 'Rasim Bey bizden ümidi kesmiş olacak ki, elimi öptü, benden helâllik istedi.' dedi...
2267
Gözleri dolmuş bir hâlde ah çekerek, 'Bütün hizmetime bir kara çarşaf çektiler. Benim kimseden talep edecek hakkım yok.' diye ilâve etti...
2367
Müşfika Hanım bu sırada, 'Efendiciğim! Bundan büyük hastalıklar geçirdiniz. İnşallah yine iyi olursunuz. Hakkınızı da elbet Allah alır' cevabını verdi...
2467
Doktorlardan durumun ciddiyetini haber alan Sultan Reşad, ağabeyinin en büyük oğlu Şehzade Selim Efendi´ye haber yollayarak, kardeşleriyle birlikte hemen Beylerbeyi´ne gitmesini istedi...
2567
Öğleye doğru Selim Efendi ve Ahmed Efendi saraya geldi...
2667
Haberi getiren Dilberyâl Kalfa´ya, şehzadelerin biraz beklemesini söyleyen Abdülhamid, sulu bir kahve istedi...
2767
Müşfika Hanım´ın koluna dayanarak oturan Abdülhamid, Şöhreddin Ağa´nın getirdiği kahveyi eline aldı ve bu sırada gözlerini odada bulunanların üzerinde gezdirerek âdeta onlarla vedalaştı...
2867
Vefakâr eşi Müşfika Hanım´ın avucunu öperek, 'Allah senden razı olsun.' dedi. Sonra Saliha Hanım´ın elini tutarak, 'Hakkını helâl et' deyip onunla da vedalaştı...
2967
Kahveden bir yudum içti; ama ikinci yudumu içemeden kahve Müşfika Hanım´ın avucuna döküldü ve yüksek sesle 'Allah!' diyen Abdülhamid´in başı Müşfika Hanım´ın koluna düştü...
3067
Odadan yükselen 'Efendimiz bayıldı, doktor yetişsin!' sesleri üzerine Âtıf Bey koşarak geldi...
3167
Bu sırada Şehzade Âbid Efendi de doktorla birlikte içeriye girdi...
3267
Sultan Abdülhamid´in râhmet-i Rahmân´a kavuştuğunu anlayan Âtıf Bey, bu acı hakikati odadakilere söylemedi. Kolları arasında Abdülhamid´i tutan Müşfika Hanım bir türlü kendisini bırakmak istemiyordu...
3367
Onlar dışarı çıktıktan sonra, hâlâ odada bulunan Dilberyâl Kalfa´ya, 'Ne duruyorsunuz? Bir tülbent getiriniz de çenesini bağlayalım' deyince, kapıda bir şey anlamadan duran sadık bendegân Kahvecibaşı Şöhreddin Ağa´nın feryadıyla Abdülhamid´in ölüm haberi sarayda yankılanmaya başladı...
3467
Zâbitlerden Zekeriya Efendi de cenazenin başında Kur´ân okumaya başladı...
3567
Şehzade Âbid Efendi, 'İnanmam. Babam şimdi yatağında oturuyordu.' diyerek ağlıyordu. Diğer şehzadelerin de gözlerinden yaşlar akıyordu. Ölüm haberi alan muhafız zabitler, içeri girerek son ta´zim vazifelerini yaptılar ve kadınları dışarı çıkararak ikişer ikişer nöbet tutmaya başladılar...
3667
Efsane Sultan´ın ölümü duyulunca Beylerbeyi Sarayı taziyeye gelenlerle dolmaya başladı. Hânedândan çokları geceyi sarayda geçirdi ve sabaha kadar Abdülhamid´in ruhu için dualar edildi, Kur´ân-ı Kerîm okundu...
3767
Zatürreeye yakalandıktan sonra vefat eden Osmanlı padişahlarından üçünün, yani Sultan 2. Mahmud, Sultan Abdülmecid ve Sultan Abdülhamid´in 'baba, oğul ve torun' olmaları mânidâr bir tevafuktu...
3867
Sultan Reşad, ağabeyinin Sultan 2. Mahmud Türbesi´ne defnedilmesi ve bilfiil makam-ı saltanatta bulunan padişahların cenazelerinde yapılan merasimin aynen yapılmasını irâde etti. Padişahın bu emri, icabedenlere tebliğ edildi...
3967
Aile içinden bazı kimseler, Abdülhamid´in, Fatih Sultan Mehmed´in türbesine defni için ısrar ettilerse de Enver Paşa, 'Fatih´in türbesine hiç kimsenin defni câiz olamayacağından bahisle' muvafakat göstermedi...
4067
76 yaşında hayata gözlerini kapayan Sultan Abdülhamid´in cenazesi, 11 Şubat 1918 Pazartesi günü Beylerbeyi Sarayı´ndan Topkapı Sarayı´na getirilmeden evvel, ailesi ve yakınları tekrar odasına girip son hürmeti ve vedâı yaptılar...
4167
Cenaze zâbitler tarafından taşınırken, askerler de sarayın bahçesinde selâma durdular. Cenazenin çıkarılmasının ardından muhafız komutanı tarafından oda mühürlendi...
4267
Bir Osmanlı padişahı vefât edince, âdet olduğu üzere cenazesi, dört asır devletin idare edildiği Topkapı Sarayı´na getiriliyordu...
4367
Sarayın en mahrem bölgesi kabul edilen üçüncü avludaki Mukaddes Emanetler Dairesi´nde, altın bir sandıkta atlas örtüler içinde Efendimiz´in (sallallahü aleyhi ve sellem) mübarek hırkası muhafaza ediliyordu...
4467
Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) ve Asr-ı Saadet´ten mübarek hatıralar taşıyan bu daire, hayatın ötelere endekslendiği mübarek bir mekândı...
4567
Hemen arkasında yer alan çeşme ise, tarihimizin ayrı bir ibret vesikasıydı. Vefât eden padişahlar, 'hayat-ölüm çeşmesi' denen bu çeşmenin başında gaslediliyorlardı...
4667
Sultan Abdülhamid´in cenazesi muhafızlar, Enderûn-ı Hümâyûn ağaları ve saray erkânı nezaretinde Hırka-i Saadet´in yeşil ve yaldızlı kapısı önüne getirildi...
4767
Kapı kapandıktan sonra daire erkânından başkası içeriye giremedi ve Enderûn ağaları nezaretinde cenaze burada yıkandı...
4867
Sultanın vücudunda uzun bir hastalığın zaafı, teninin renginde ölüm sarılığı yoktu. Saçı ve sakalı ağarmış; gözleri kapanmış, çukura batmıştı...
4967
Yıkandıktan sonra sarı ipek işlemeli havlularla kurulanan naaş, kefenlenip hürmetle tabuta konuldu...
5067
İçeride bunlar olurken Hırka-i Saâdet´in önündeki kalabalık, her geçen dakika artıyordu. Veliahd Vahdettin Efendi, şehzâdeler ve ulemâ, Enderun avlusunda yerlerini almışlardı...
5167
Abdülhamid, hayatının son dakikalarına kadar şuurunu kaybetmemişti. O ânlardaki vasiyeti de harfiyen yerine getirildi. Göğsüne ahidnâme duası, yüzüne Hırka-î Saâdet destimali, tabutun üzerine de siyah Kâbe örtüsü örtüldü...
5267
Yabancı elçiler, bu muazzam daireyi merak içinde seyrediyorlardı. Kış mevsimi olmasına rağmen hava güneşliydi. Şubat güneşi altında nişan ve sırma üniforma parıltısından başka bir şey görünmüyordu...
5367
Sonra birdenbire Hırka-i Saâdet´in kapısı açıldı ve Enderûn avlusunda bütün nazarlar oraya çevrildi. Herkes heyecan içinde cenazeyi görmek istiyordu...
5467
Nihayet, elmaslı kemerler, sırmalı Kâbe örtüleri, kırmızı atlaslarla tezyin edilen tabut, parmaklar üzerinde dışarı çıkarıldı ve dairenin hemen önünde bulunan 'kaide' üzerine konuldu...
5567
Yıldız Camiî´nin vaizi etrafına bakıp, 'Merhumu nasıl bilirdiniz?' diye sorunca, avludaki servilerin arasına dağılmış kalabalıktan hazin bir ses tonuyla 'İyi biliriz...' cevabı yükseldi. Fatiha okunmasıyla bu merasim de son buldu ve tabut bir defa daha omuzlara alındı...
5667
Şâzelî Dergâhı şeyhlerinin okudukları Kelime-i Tevhidler, tekbirler ve na´tlar arasında Bâb-üs Saâde önüne getirildi. Cenaze namazı burada Şeyhülislâm Musa Kâzım Efendi´nin imameti ile kalabalık bir cemaatle edâ edildi...
5767
Bilâhare, padişahlara mahsus büyük bir askerî merasimle Topkapı Sarayı´nın ana giriş kapısı Bâb-ı Hümâyûn´dan çıkarılan cenaze, Divanyolu´ndaki türbeye doğru götürülmeye başlandı...
5867
Ayasofya önünden türbeye kadar cadde üzerinde iki sıra asker dizilmişti. Fevkalâde ihtişamlı bir surette yapılan merasimde şehzâdeler, damatlar, yabancı elçiler, askerî ataşeler, dinî, idarî ve askerî erkân, üniformalarıyla tabutun arkasında ilerliyorlardı...
5967
Ayasofya önünden türbeye kadar cadde üzerinde iki sıra asker dizilmişti. Fevkalâde ihtişamlı bir surette yapılan merasimde şehzâdeler, damatlar, yabancı elçiler, askerî ataşeler, dinî, idarî ve askerî erkân, üniformalarıyla tabutun arkasında ilerliyorlardı...
6067
Halktan da on binlerce insan cenazeye iştirak etti. Koca Sultan, son istirahatgâhına doğru uğurlanırken derin bir teessür içinde bulunan İstanbullular sokaklara döküldü...
6167
Sonunda Sultan Abdülhamid´in cenazesi dualar, tekbirler eşliğinde dedesi Sultan 2. Mahmud için inşâ edilen ve amcası Sultan Abdülaziz´in de medfun bulunduğu türbeye 'Allah! Allah!' nidalarıyla getirildi ve hürmetle kabre indirilip defnedildi...
6267
6367
Böylece Osmanlı tarihinin en muhteşem padişahlarından birisi daha fâni âlemden bâkî âleme göç etmişti...
6467
O gün Osmanlı payitahtı, tarihinin en heyecanlı ve en hareketli günlerinden birini yaşadı...
6567
Pencerelerden sarkan kadınlar, 'Bizi doyuran padişahım, bizi bırakıp nereye gidiyorsun?' diye ağlıyorlardı...
6667
Tahtan indirilişinin üzerinden geçen zamana rağmen halk, Abdülhamid´i unutmamış, hak ettiği vefayı esirgememiş; Divanyolu Caddesi´ne çıkan sokaklar dua eden ve hüsn-ü şehâdette bulunan insanlarla dolmuştu...(Star)