AKP'nin kurucularından, eski Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, Nabi Avcı döneminde MEB'de alınan bazı kararları eleştirdi.
Çelik o kararlar için "akıl tutulması, talihsizlik, tutarsızlık, acil müdahale edilmeli ve akılcılıkla izah edilemez" görüşünü dile getirdi. "Peşpeşe gelen yaz-bozlardan dolayı eğitim çalışanları şaşkın durumdadır ve kesinlikle mutlu değildirler" uyarısını yapan Çelik, MEB'de yanlış gördüğü uygulamaları bir bir sıraladı.
Çelik, "Amacımız bağcı dövmek değil, üzüm yemektir" diyerek yeni Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz'a da bazı tavsiyelerde bulundu.
Çelik'in kişisel blog sayfasında "Milli Eğitimin Halleri" başlığıyla yayımlanan (6 Haziran 2016) yazısı şöyle:
18 Kasım 2002’de kurulan 58. Abdullah Gül Hükümeti’nde Kültür Bakanı iken, 15 Mart 2003’te kurulan 59. Recep Tayyip Erdoğan Hükümeti’nde Milli Eğitim Bakanı olarak atandım. Sayın Erkan Mumcu’dan görevi devraldığımda, eğitim alanında şu altı konuda ciddi sıkıntılar vardı:
1- Milli Eğitim Bakanlığı, başta öğretmen olmak üzere, insan kaynakları açısından çok fakir bir bakanlıktı.
2- Okullaşma oranlarımız (okul öncesi, ilköğretim, ortaöğretim, mesleki eğitim,yaygın eğitim ve yükseköğretim) geri kalmış ülkeler düzeyinde idi.
3- Fiziki altyapı yetersizdi ve mevcut olan fiziki altyapı büyük çapta kalitesizdi.
4- Teknolojik altyapı, özellikle bilişim altyapısı, yok denebilecek bir düzeyde idi.
5- Adeta eğitimin ruhu olan müfredat ve müfredat uygulamaları, çağın çok ama çok gerisinde idi.
6- Okullarımızda rehberlik uygulamaları, emekleme düzeyinde idi.
Geçen hafta ilan ettiğimiz üzere, bu haftadan itibaren, eğitimin halleri ile ilgili olarak bir seri yazıya başlıyoruz. Hükümet değişmişken, yazdıklarımızın Sayın yeni Başbakanımıza ve Sayın yeni Bakanımıza da katkı sağlayacağını ümit ediyorum. Amacımız bağcı dövmek değil, üzüm yemektir.
AK Parti’nin girdiği her seçimi kazanmasında en önemli rolü oynayan 5 alan şüphesiz ki eğitim, sağlık, ulaştırma, toplu konut ve dış politika idi. Bugün ne yazık ki, ulaştırmanın dışındaki 4 alanda ciddi geri gidişler ve sıkıntılar mevcuttur. Sayın Akdağ’ın göreve dönmesiyle birlikte sağlık alanında eski iyi günlerin yakalanacağına inanıyorum. Diğer üç alanda ise politikalar bugün için, bakanlıkları aşan bir mahiyet arz etmektedir.
Görevde olduğumuz sürece, önümüzde, bugün için bir tanesi bile mevcut olmayan çok sayıda engel vardı. Neydi bu engeller?
1 – Cumhurbaşkanı Sayın Ahmet Necdet Sezer, hemen her konuda destekleyici değil tıkayıcı ve engelleyici idi.
2 – O günkü Anayasa Mahkemesi, MEB’de yapılması gereken zaruri düzenlemelerin önünde ideolojik duruş sergileyen bir engeldi.
3 – O günkü Danıştay, çıkardığımız yönetmelik ve diğer ikincil mevzuata fren olmayı marifet sayıyordu. Nitekim bir resepsiyonda Danıştay başkanlarından birine, etkili ve yetkililerin bulunduğu bir halkada espiri yollu şunları söylemiştim: “Sayın başkan, sizinkiler benim Kızılay’da yürüdüğümü haber alsalar, bu sefer yürütmeyi değil, yürümeyi durdurma kararı verirler. Şurâ-yı Devlet bu mudur?” İdare ve Bölge İdare Mahkemelerinin, kendilerini icranın yerine koyarak karar vermeleri de işin cabası.
4- O günün Yargıtayı, eften püften meselelerden dolayı şahsımı ve bürokratlarımızı cezalandırmak için adeta pusuda idi. Hâlâ devam eden bir yığın dava var.
5- Asker, üzerine vazife olmayan her meseleye karışıyordu. Bu konuda detaya girmeyeceğim. Çünkü bunun detayı ancak ciltlerce kitaba sığar. Bırakın MGK’yı, her Askeri Şura toplantısının bile en önemli gündem maddelerinden biri milli eğitimdi, dersem gerisini herkes tahmin eder.
6- Dönemin YÖK’ü, kendisini adeta bir muhalefet partisi gibi konumlandırmıştı.
7- Üniversitelersarası Kurul, YÖK’le beraber “derin devlet” reflekslerinin ve vesayetçi yapının bir parçası olarak karşımızda duruyordu.
8- Dönemin medyası, üç günün ikisinde aleyhimizde manşetler atınca, biz gürültüsüz geçen bir güne şükrediyorduk.
9- Bürokrasi, büyük çapta destekleyici değil, engelleyici idi. Tipik bir örnek olduğu için zikredeceğim. 2003-2008 arasında devlet üniversitesi bulunmayan 41 ilde kurduğumuz üniversiteler için, hükümete bağlı bir birim olan DPT (Devlet Planlama Teşkilatı) olumlu görüş vermemişti.
10- Muhalefetin, sendikaların ve birçok STK’nın bize karşı duruşu çok daha yıkıcı, yıpratıcı ve yaralayıcı idi.
Tüm bu engel ve frenlemelere karşı görevde olduğumuz 6 yıl 2 aylık sürede yapılanların hesabı, 2009’da görevi devrettiğimiz gün yaptığımız bir basın toplantısı ile verilmiştir. Bizim dönemimizin takdiri elbette eğitim camiası ve kamuoyuna aittir.
Tüm olumsuz şartlara rağmen, yukarıda, 6 başlıkta sıralanan bütün alanlarda geçmişle mukayese edilemeyecek kadar büyük gelişme ve ilerlemeler kaydedilmiştir. Yeri geldiğinde bunlar üzerinde duracağız. Bugün, hükümetimizin ve bakanlığımızın önünde bu sıkıntı ve kısıtlamalar bulunmadığına göre, meseleler aklın ve bilimin ışığında, dünyadaki başarılı örnekler de göz önünde bulundurularak çok daha rahat ve soğuk kanlılıkla ele alınıp sonuca ulaştırılabilir. Bizim görev yaptığımız dönemler adeta zemheri kışken bugün rahatlıkla bahar havasından söz edilebilir.
A) İnsan Kaynakları
Milli Eğitim Bakanlığı, tüm kamu personelinin yaklaşık üçte birini bünyesinde barındırmaktadır. Bugün itibarıyle MEB’in personel mevcudu, 923 bini öğretmen olmak üzere, 1 milyonu bir hayli aşmıştır. Bu sayıya geçici statüyle çalışanlar da dahil değildir. AK Partihükümetleri, her yıl kamunun kullanması için serbest bırakılan veya sıfırdan ihdas edilen kadroların ortalama % 50’sini MEB’e tahsis etmiştir. Bu tutum, tebrik edilecek hatta alkışlanacak bir tutumdur.
Ne var ki, peşpeşe gelen yaz-bozlardan dolayı eğitim çalışanları şaşkın durumdadır ve kesinlikle mutlu değildirler. 14.09.2011 tarih ve 652 sayılı KHK ile, bütün müsteşar yardımcıları, genel müdürler, genel müdür yardımcıları, daire başkanları,şube müdürleri, il müdürleri ile TTK üyelikleri düşürülmüştür. Daha sonra yapılan düzenlemelerle ilçe müdürleri, il müdür yardımcıları, tüm okul ve kurum müdürleri ile yardımcıları da kapsama dahil edilmiştir. İşin garip tarafı bu sıfırlamalar ve doldur-boşaltlar birden fazla tekrarlanmıştır. Bu uygulamalrdan etkilenen eğitim yöneticisi sayısı yüz bini aşmıştır. Uzun sözün kısası binlerce eğitim yöneticisi geçici olarak değil, kalıcı olarak “havuz“a atılmıştır. Görevdeyken aldıkları maaşlarını aynen alan bu havuz ahalisi, kendi iradeleri ve tercihleri dışında eğitime hiç bir katkı sağlamadan maaşlı müdavimler(işe devam edenler) haline getirilmiştir. Biz iyimser bir ifade ile “müdavim” diyoruz ama bunların çoğunun oturacak odası, çalışacak masası bile yoktur. Hal böyle olunca kendilerini büyük bir boşlukta hissediyorlar.
Bu uygulama ile MEB’in kurumsal hafızasına ve tecrübe birikimine çok büyük zarar verilmiştir. Nitelikli personel ve öğretmen ihtiyacı hâlâ tamamen giderilemeyen MEB’de, bu kadar insan ve kaynak israfının hoş görülmesi veya bu yapının aynen sürdürülmesi ancak akıl tutulması ile mümkündür. Görevden alınan Bakanlık merkezindeki üst düzey bürokratların yerinegetirilenlerin çoğunun eğitimle uzaktan yakından ilgisi olmayan kişiler olması ise başka bir talihsizlik olmuştur. Şimdi Meclis gündeminde olan bir tasarı ile daha dün KHK ile kaldırılan genel müdür yardımcılığı ve daire başkanlıkları yeniden getiriliyor. Ne yapıldığını anlayan bir hayırsever varsa Allah rızası için bana da anlatsın.
Yaz-bozdan nasibini alan başka bir alan da teftiş mekanizmasıdır. 2011’de bakanlık müfettişlerinin ünvanı “denetçi” diye değiştirilmiş, 2014’te ise tüm müfettişlerin ünvanı “Maarif Müfettişi“ne dönüştürülmüştür.
Şimdi ise TBMM’ye sevkedilen bir kanunla yaklaşık 2500 müfettişin 5’te 4’ünün bu ünvanı elinden alınmakta, yani müfettişlik müessesesi, MEB’de kariyer bir meslek olmaktan büyük çapta çıkarılmaktadır.
Konuyla ilgili olarak, 2011’den beri yapılan düzenlemelerde verilen ünvanlar dahil bir çok tutarsızlığa imza atılmıştır. Maarif Vekaleti çoktan Milli Eğitim Bakanlığı’na dönüşmüşken “Maarif Müfettişi” ismi ne kadar isabetlidir? “Teftiş” kelimesi, ileri götürmek, yol göstermek anlamındadır. Tali anlamı ise denetlemektir. Peki yılların teftiş mekanizmasını “denetim“e indirgemek hangi maslahatın gereğidir?
Sayın Başbakan ve Sayın Bakan, Meclis’te bulunan tasarıya acilen müdahale etmelidir. Bunun kurgusu, mantığı ve yaklaşımı eğitime hiç bir katkı sağlamayacaktır. Olsa olsa bunun sonucu, 2000 insanı “eğitim uzmanı” ünvanıyla atıl bir şekilde kenara atmak olacaktır. Yani havuzda amaçsız yüzdürülenlerin sayısı daha da arttırılmış olacaktır.
Kanaatimizce, kısıtlı sayıdaki üst düzey personelin, iktidarlarla beraber göreve gelip iktidarlarla birlikte gideceği şekilde düzenlemeler yapılabilir. İktidar değişince bu bürokratlar istifasını sunar, yeni iktidar isterse onları yeniden atar veya değiştirir. Dikkat edilirse bilinçli olarak “iktidar” kelimesini kullanıyorum. Aynı partinin kurduğu farklı hükümetleri kastetmiyorum. Aynı iktidarın farklı bakanları döneminde de her şey sil baştan yapılırsa bunu akılcılıkla izah edemezsiniz. Bunun dışında kalan personelle ilgili, kıdem, bir yerde kalınan süre ve başarı durumu gibi objektif kriterler belirlenerek, liyakat, ehliyet ve ihtiyaca dayalı yer değiştirmeler ve atamalar yapılabilmeli. Öte yandan sabah akşam personelle oynamak ve bunu bütün mekanizmayı allak bullak edecek şekilde yapmak, eğitimin kalitesine hiç bir katkı sağlamayacağı gibi, çalışanların moralini bozmaktan, performanslarını düşürmekten öteye bir işe yaramaz. Mili Eğitim Bakanlığı’nın insan kaynakları politikaları ile ilgili yazılacak o kadar çok şey var ki, bu satırlar ve sütunlara sığmaz. Biz sadece denizden birkaç damlayı numune olarak sunuyoruz. Maarifçiler arif olur. Arife ise çok fazla tarif gerekmez.
Ben bunları yazdıktan sonra, defalarca görevden aldığım ve mahkeme kararı ile dönen bazı personeli örnek vererek kendimle çeliştiğimi iddia edecekler elbette olacaktır. Ancak onlara hemen şunu söyleyeyim ki, benim yerini değiştirdiğim kişiler, çok uzun yıllar aynı görevde kaldığı için işletme körlüğü yaşayan veya bulunduğu yerlerde ciddi sıkıntılara yol açan personeldir.
Eğitime çok büyük bütçeler ayıran AK Parti Hükümeti ve onun eski Mili Savunma Bakanı olan şimdiki Milli Eğitim Bakanımız, moralsız bir orduyla istiklâl savaşı kazanılamayacağını bildikleri gibi, Türk Kalemli Kuvvetleri olan eğitim çalışanlarının moralini yükseltmeden, onların huzursuzluğunu gidermeden de eğitimde arzuladığımız kaliteyi yakalayamayacağımızı ve nesillerimiz adına sürdürmekte olduğumuz istikbâl mücadelesini kazanamayacağımızı elbette Eski Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'ten, Nabi Avcı dönemindeki uygulamalara ağır eleştiriler
AKP'nin kurucularından, eski Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, Nabi Avcı döneminde MEB'de alınan bazı kararları eleştirdi. Çelik o kararlar için "akıl tutulması, talihsizlik, tutarsızlık, acil müdahale edilmeli ve akılcılıkla izah edilemez" görüşünü dile getirdi. "Peşpeşe gelen yaz-bozlardan dolayı eğitim çalışanları şaşkın durumdadır ve kesinlikle mutlu değildirler" uyarısını yapan Çelik, MEB'de yanlış gördüğü uygulamaları bir bir sıraladı. Çelik, "Amacımız bağcı dövmek değil, üzüm yemektir" diyerek yeni Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz'a da bazı tavsiyelerde bulundu.
Çelik'in kişisel blog sayfasında "Milli Eğitimin Halleri" başlığıyla yayımlanan (6 Haziran 2016) yazısı şöyle:
18 Kasım 2002’de kurulan 58. Abdullah Gül Hükümeti’nde Kültür Bakanı iken, 15 Mart 2003’te kurulan 59. Recep Tayyip Erdoğan Hükümeti’nde Milli Eğitim Bakanı olarak atandım. Sayın Erkan Mumcu’dan görevi devraldığımda, eğitim alanında şu altı konuda ciddi sıkıntılar vardı:
1- Milli Eğitim Bakanlığı, başta öğretmen olmak üzere, insan kaynakları açısından çok fakir bir bakanlıktı.
2- Okullaşma oranlarımız (okul öncesi, ilköğretim, ortaöğretim, mesleki eğitim,yaygın eğitim ve yükseköğretim) geri kalmış ülkeler düzeyinde idi.
3- Fiziki altyapı yetersizdi ve mevcut olan fiziki altyapı büyük çapta kalitesizdi.
4- Teknolojik altyapı, özellikle bilişim altyapısı, yok denebilecek bir düzeyde idi.
5- Adeta eğitimin ruhu olan müfredat ve müfredat uygulamaları, çağın çok ama çok gerisinde idi.
6- Okullarımızda rehberlik uygulamaları, emekleme düzeyinde idi.
Geçen hafta ilan ettiğimiz üzere, bu haftadan itibaren, eğitimin halleri ile ilgili olarak bir seri yazıya başlıyoruz. Hükümet değişmişken, yazdıklarımızın Sayın yeni Başbakanımıza ve Sayın yeni Bakanımıza da katkı sağlayacağını ümit ediyorum. Amacımız bağcı dövmek değil, üzüm yemektir.
AK Parti’nin girdiği her seçimi kazanmasında en önemli rolü oynayan 5 alan şüphesiz ki eğitim, sağlık, ulaştırma, toplu konut ve dış politika idi. Bugün ne yazık ki, ulaştırmanın dışındaki 4 alanda ciddi geri gidişler ve sıkıntılar mevcuttur. Sayın Akdağ’ın göreve dönmesiyle birlikte sağlık alanında eski iyi günlerin yakalanacağına inanıyorum. Diğer üç alanda ise politikalar bugün için, bakanlıkları aşan bir mahiyet arz etmektedir.
Görevde olduğumuz sürece, önümüzde, bugün için bir tanesi bile mevcut olmayan çok sayıda engel vardı. Neydi bu engeller?
1 – Cumhurbaşkanı Sayın Ahmet Necdet Sezer, hemen her konuda destekleyici değil tıkayıcı ve engelleyici idi.
2 – O günkü Anayasa Mahkemesi, MEB’de yapılması gereken zaruri düzenlemelerin önünde ideolojik duruş sergileyen bir engeldi.
3 – O günkü Danıştay, çıkardığımız yönetmelik ve diğer ikincil mevzuata fren olmayı marifet sayıyordu. Nitekim bir resepsiyonda Danıştay başkanlarından birine, etkili ve yetkililerin bulunduğu bir halkada espiri yollu şunları söylemiştim: “Sayın başkan, sizinkiler benim Kızılay’da yürüdüğümü haber alsalar, bu sefer yürütmeyi değil, yürümeyi durdurma kararı verirler. Şurâ-yı Devlet bu mudur?” İdare ve Bölge İdare Mahkemelerinin, kendilerini icranın yerine koyarak karar vermeleri de işin cabası.
4- O günün Yargıtayı, eften püften meselelerden dolayı şahsımı ve bürokratlarımızı cezalandırmak için adeta pusuda idi. Hâlâ devam eden bir yığın dava var.
5- Asker, üzerine vazife olmayan her meseleye karışıyordu. Bu konuda detaya girmeyeceğim. Çünkü bunun detayı ancak ciltlerce kitaba sığar. Bırakın MGK’yı, her Askeri Şura toplantısının bile en önemli gündem maddelerinden biri milli eğitimdi, dersem gerisini herkes tahmin eder.
6- Dönemin YÖK’ü, kendisini adeta bir muhalefet partisi gibi konumlandırmıştı.
7- Üniversitelersarası Kurul, YÖK’le beraber “derin devlet” reflekslerinin ve vesayetçi yapının bir parçası olarak karşımızda duruyordu.
8- Dönemin medyası, üç günün ikisinde aleyhimizde manşetler atınca, biz gürültüsüz geçen bir güne şükrediyorduk.
9- Bürokrasi, büyük çapta destekleyici değil, engelleyici idi. Tipik bir örnek olduğu için zikredeceğim. 2003-2008 arasında devlet üniversitesi bulunmayan 41 ilde kurduğumuz üniversiteler için, hükümete bağlı bir birim olan DPT (Devlet Planlama Teşkilatı) olumlu görüş vermemişti.
10- Muhalefetin, sendikaların ve birçok STK’nın bize karşı duruşu çok daha yıkıcı, yıpratıcı ve yaralayıcı idi.
Tüm bu engel ve frenlemelere karşı görevde olduğumuz 6 yıl 2 aylık sürede yapılanların hesabı, 2009’da görevi devrettiğimiz gün yaptığımız bir basın toplantısı ile verilmiştir. Bizim dönemimizin takdiri elbette eğitim camiası ve kamuoyuna aittir.
Tüm olumsuz şartlara rağmen, yukarıda, 6 başlıkta sıralanan bütün alanlarda geçmişle mukayese edilemeyecek kadar büyük gelişme ve ilerlemeler kaydedilmiştir. Yeri geldiğinde bunlar üzerinde duracağız. Bugün, hükümetimizin ve bakanlığımızın önünde bu sıkıntı ve kısıtlamalar bulunmadığına göre, meseleler aklın ve bilimin ışığında, dünyadaki başarılı örnekler de göz önünde bulundurularak çok daha rahat ve soğuk kanlılıkla ele alınıp sonuca ulaştırılabilir. Bizim görev yaptığımız dönemler adeta zemheri kışken bugün rahatlıkla bahar havasından söz edilebilir.
A) İnsan Kaynakları
Milli Eğitim Bakanlığı, tüm kamu personelinin yaklaşık üçte birini bünyesinde barındırmaktadır. Bugün itibarıyle MEB’in personel mevcudu, 923 bini öğretmen olmak üzere, 1 milyonu bir hayli aşmıştır. Bu sayıya geçici statüyle çalışanlar da dahil değildir. AK Partihükümetleri, her yıl kamunun kullanması için serbest bırakılan veya sıfırdan ihdas edilen kadroların ortalama % 50’sini MEB’e tahsis etmiştir. Bu tutum, tebrik edilecek hatta alkışlanacak bir tutumdur.
Ne var ki, peşpeşe gelen yaz-bozlardan dolayı eğitim çalışanları şaşkın durumdadır ve kesinlikle mutlu değildirler. 14.09.2011 tarih ve 652 sayılı KHK ile, bütün müsteşar yardımcıları, genel müdürler, genel müdür yardımcıları, daire başkanları,şube müdürleri, il müdürleri ile TTK üyelikleri düşürülmüştür. Daha sonra yapılan düzenlemelerle ilçe müdürleri, il müdür yardımcıları, tüm okul ve kurum müdürleri ile yardımcıları da kapsama dahil edilmiştir. İşin garip tarafı bu sıfırlamalar ve doldur-boşaltlar birden fazla tekrarlanmıştır. Bu uygulamalrdan etkilenen eğitim yöneticisi sayısı yüz bini aşmıştır. Uzun sözün kısası binlerce eğitim yöneticisi geçici olarak değil, kalıcı olarak “havuz“a atılmıştır. Görevdeyken aldıkları maaşlarını aynen alan bu havuz ahalisi, kendi iradeleri ve tercihleri dışında eğitime hiç bir katkı sağlamadan maaşlı müdavimler(işe devam edenler) haline getirilmiştir. Biz iyimser bir ifade ile “müdavim” diyoruz ama bunların çoğunun oturacak odası, çalışacak masası bile yoktur. Hal böyle olunca kendilerini büyük bir boşlukta hissediyorlar.
Bu uygulama ile MEB’in kurumsal hafızasına ve tecrübe birikimine çok büyük zarar verilmiştir. Nitelikli personel ve öğretmen ihtiyacı hâlâ tamamen giderilemeyen MEB’de, bu kadar insan ve kaynak israfının hoş görülmesi veya bu yapının aynen sürdürülmesi ancak akıl tutulması ile mümkündür. Görevden alınan Bakanlık merkezindeki üst düzey bürokratların yerinegetirilenlerin çoğunun eğitimle uzaktan yakından ilgisi olmayan kişiler olması ise başka bir talihsizlik olmuştur. Şimdi Meclis gündeminde olan bir tasarı ile daha dün KHK ile kaldırılan genel müdür yardımcılığı ve daire başkanlıkları yeniden getiriliyor. Ne yapıldığını anlayan bir hayırsever varsa Allah rızası için bana da anlatsın.
Yaz-bozdan nasibini alan başka bir alan da teftiş mekanizmasıdır. 2011’de bakanlık müfettişlerinin ünvanı “denetçi” diye değiştirilmiş, 2014’te ise tüm müfettişlerin ünvanı “Maarif Müfettişi“ne dönüştürülmüştür.
Şimdi ise TBMM’ye sevkedilen bir kanunla yaklaşık 2500 müfettişin 5’te 4’ünün bu ünvanı elinden alınmakta, yani müfettişlik müessesesi, MEB’de kariyer bir meslek olmaktan büyük çapta çıkarılmaktadır.
Konuyla ilgili olarak, 2011’den beri yapılan düzenlemelerde verilen ünvanlar dahil bir çok tutarsızlığa imza atılmıştır. Maarif Vekaleti çoktan Milli Eğitim Bakanlığı’na dönüşmüşken “Maarif Müfettişi” ismi ne kadar isabetlidir? “Teftiş” kelimesi, ileri götürmek, yol göstermek anlamındadır. Tali anlamı ise denetlemektir. Peki yılların teftiş mekanizmasını “denetim“e indirgemek hangi maslahatın gereğidir?
Sayın Başbakan ve Sayın Bakan, Meclis’te bulunan tasarıya acilen müdahale etmelidir. Bunun kurgusu, mantığı ve yaklaşımı eğitime hiç bir katkı sağlamayacaktır. Olsa olsa bunun sonucu, 2000 insanı “eğitim uzmanı” ünvanıyla atıl bir şekilde kenara atmak olacaktır. Yani havuzda amaçsız yüzdürülenlerin sayısı daha da arttırılmış olacaktır.
Kanaatimizce, kısıtlı sayıdaki üst düzey personelin, iktidarlarla beraber göreve gelip iktidarlarla birlikte gideceği şekilde düzenlemeler yapılabilir. İktidar değişince bu bürokratlar istifasını sunar, yeni iktidar isterse onları yeniden atar veya değiştirir. Dikkat edilirse bilinçli olarak “iktidar” kelimesini kullanıyorum. Aynı partinin kurduğu farklı hükümetleri kastetmiyorum. Aynı iktidarın farklı bakanları döneminde de her şey sil baştan yapılırsa bunu akılcılıkla izah edemezsiniz. Bunun dışında kalan personelle ilgili, kıdem, bir yerde kalınan süre ve başarı durumu gibi objektif kriterler belirlenerek, liyakat, ehliyet ve ihtiyaca dayalı yer değiştirmeler ve atamalar yapılabilmeli. Öte yandan sabah akşam personelle oynamak ve bunu bütün mekanizmayı allak bullak edecek şekilde yapmak, eğitimin kalitesine hiç bir katkı sağlamayacağı gibi, çalışanların moralini bozmaktan, performanslarını düşürmekten öteye bir işe yaramaz. Mili Eğitim Bakanlığı’nın insan kaynakları politikaları ile ilgili yazılacak o kadar çok şey var ki, bu satırlar ve sütunlara sığmaz. Biz sadece denizden birkaç damlayı numune olarak sunuyoruz. Maarifçiler arif olur. Arife ise çok fazla tarif gerekmez.
Ben bunları yazdıktan sonra, defalarca görevden aldığım ve mahkeme kararı ile dönen bazı personeli örnek vererek kendimle çeliştiğimi iddia edecekler elbette olacaktır. Ancak onlara hemen şunu söyleyeyim ki, benim yerini değiştirdiğim kişiler, çok uzun yıllar aynı görevde kaldığı için işletme körlüğü yaşayan veya bulunduğu yerlerde ciddi sıkıntılara yol açan personeldir.
Eğitime çok büyük bütçeler ayıran AK Parti Hükümeti ve onun eski Mili Savunma Bakanı olan şimdiki Milli Eğitim Bakanımız, moralsız bir orduyla istiklâl savaşı kazanılamayacağını bildikleri gibi, Türk Kalemli Kuvvetleri olan eğitim çalışanlarının moralini yükseltmeden, onların huzursuzluğunu gidermeden de eğitimde arzuladığımız kaliteyi yakalayamayacağımızı ve nesillerimiz adına sürdürmekte olduğumuz istikbâl mücadelesini kazanamayacağımızı elbette bilir.
MEB Personelinin ve eğitim politikalarının, sendikaların ve bir gün bile alt kademede yöneticilik yapmadığı halde paraşütle en üst düzey yöneticiliklere getirilen bazı bürokratların insafına terkedilmeyeceğine dair olan ümidimi koruyarak sözü bağlıyorum.
Bu vesileyle kendisi için Ramazan’ı önemli sayan herkesin Ramazan ayını tebrik ediyorum.
Selam ve dua ile . Haftaya birlikte olalım. .
MEB Personelinin ve eğitim politikalarının, sendikaların ve bir gün bile alt kademede yöneticilik yapmadığı halde paraşütle en üst düzey yöneticiliklere getirilen bazı bürokratların insafına terkedilmeyeceğine dair olan ümidimi koruyarak sözü bağlıyorum.
Bu vesileyle kendisi için Ramazan’ı önemli sayan herkesin Ramazan ayını tebrik ediyorum.
Selam ve dua ile . Haftaya birlikte olalım.
T24