Hadi be oğlum...
Bu hafta sonu "Hadi be oğlum" filmini izledim. Çevresiyle iletişim kuramayan bir çocuğun hikayesiydi. Çocuk (Efe) otistik özellikler gösteriyordu. Kimsenin gözüne bakmıyor, gürültü onu fazlasıyla etkiliyor, birbirini tekrarlayan hareketler yapıyordu. Annesiz büyüyen Efe çevresinde engelli muamelesi görmektedir. Babası (Kıvanç Tatlıtuğ) bu konuya ziyadesiyle üzülmektedir. Ancak onu asıl üzen şey oğluyla iletişim kuramamasıdır.
Olay Antalya'nın Kaş ilçesinde geçmektedir. Efenin babası tekne turları ile düzenleyerek geçimini sağlamaktadır. Bir akşam, Efe ve babası Kaş'ın sokaklarında dolaşırlarken Feridun Düzağaç'ın müzik yaptığı bir mekanın yanından geçerken küçük efe birden ortadan kaybolur. Küçük bir panik yaşanır. Oysa Efe piyanonun sesinin büyüsüne kapılmış piyanoyu çalan Feridun Düzağaç'ın yanına kadar gitmiştir. Efe piyanoya kulağını dayayarak dinlemeye başlar. Piyanonun ritmi ile onun sürekli tekrarladığı ritim davranışları neredeyse örtüşür. Feridun Düzağaç bir kaç parçayı tekrar ettirmek suretiyle Efe'ye çaldırır. O andan itibaren müziğe olan yeteneği keşfedilir. Daha büyük müzik parçalarını bir dinlemeyle çalabildiğini görürler. Feridun Düzağaç, Efe ve Babasını İstanbul'a, kendisinin bir konserine davet eder. Efe Piyano çalar ve içlerinde konservatuar yetkililerinin de olduğu dinleyiciler Efe'yi ayakta alkışlar.
Sonrasında artık Efe keşfedilmiştir. Film bu ya, burada biter. Filmi izlerken o halde normal olma kavramını düşünürsünüz. Efenin sadece bizimkinden farklı bir iç dünyası vardır. Duyularıyla çevresinde olan biteni bizlerden farklı algılar ve çevresiyle iletişim tarzı bizlerden farklıdır. Hani hepimizin diğerinden farklı olduğu gibi farklı ve biricik. Hepsi bu kadar. Sadece onunla iletişim kurmanızı bekler. Çoğunlukla ilk adımı atmaz, ama atılan adımlara cevap verir. Zaman zaman "Oradaysan cevap ver" diyesiniz gelir. Oysa oradadır, sizi dinler, duyar ancak sizin bildiğiniz tarzda sizinle bir iletişime giremez. Ancak bu hiç iletişim kuramayacağınız anlamına gelmez. Dediğim gibi bir bakıma sizin uzatacağınız eli iç dünyasında bekler durur.
Eğitimci iseniz filmi izlerken çevrenizde yaşanan örnekler ve anlatılanlar aklınıza gelir. Bir arkadaşım şunu anlatmıştı örneğin; Öğrencisi temel yaşam becerilerine sahip değildir. Temel ihtiyaçlarını kendisi gideremez. Öğretmen arkadaşım onun dünyasına ulaşmayı hedeflemiştir. Okumayı kendilerinin bulduğu bir yöntemle, harfleri dokunma diliyle kodlayarak öğretir. Sonra bir bakar ki aslında matematiğe çok yeteneklidir. Henüz ilkokul sınıfındadır ancak üst düzey matematik sorularının cevabını, kalem oynatmadan ya da oynatamadan doğru bir şekilde verir. Bunun yanında hislerinin de çok gelişmiş olduğunu örnekler vererek neredeyse olağan üstü bir varlıkmış gibi anlatır. O zamanlar 4. sınıfı bitirmek üzeredir ve öğretmeni ona onunla ilgilenilecek bir ortaokul aramaktadır. Sonra ne oldu? Bu çocuk bir yerde değerlendirildi mi? Daha da önemlisi, kendisini gerçekleştirebilmesi için ona bir fırsat verildi mi? Elinden tutuldu mu? Onu bilemiyorum.
Bunun yanında yaptığınız OÇEM (Otistik Çocuklar Eğitim Merkezi) ziyaretlerinde konuştuğunuz veliler, öğretmenler aklınıza gelir. Veliler Melek olarak değerlendirirler çocuklarını. Onlar için özel çocuklardır. Hatta kimi aileler, ona zaman ayıramayacaklarından endişe duyduklarından başka çocuk da yapmazlar. Bütün hayatları "O" olur. Öğretmenler ve veliler çocukların bazı yeteneklerinden bahsetmişlerdir. Müziğe olan yatkınlıklarından, hafızalarının güçlü oluşlarından, kas güçlerinin üstünlüğünden vb. Şöyle bir bilim insanlarının biyografilerini okuduğunuzda ya da savatların hayat hikayelerini incelediğinizde "Neden olmasın?" dersiniz. Neden olmasın?
Filmden sonra sosyal medyada yapılan bir paylaşıma rast gelirsiniz. Bir kaynaştırma öğrencisinin annesi 13 yıldır yaşadıklarını paylaşmaktadır. Çocuğunu sınıfa, okula kabul ettirmek için yaşadığı mücadeleyi ve zorlukları anlatır durur. Oysa kaynaştırma öğrencisi olan sınıfta, diğer öğrencilerin ne kadar sosyal gelişim sağladığını tecrübe etmişsinizdir. Çocukların o arkadaşlarına öncelik verdiklerini, oyunlarda ona yardımcı olduklarına böylelikle yardımlaşma, kabullenme, sevgi duygusunun geliştiğini tecrübe etmişsinizdir. Diğer öğrencilere insan olma insani duygular geliştirme yolunda yaptıkları katkıyı görmüşsünüzdür. Bir de eğitim sistemi çok övülen Finlandiya'nın özel eğitim öğrencilerinin, hayatın her alanında olduğu gibi okulda da diğerleriyle birlikte aynı ortamda eğitim gördüklerini ve okulun her alanında; bahçesinde birlikte oynadıkları, yemekhanesinde birlikte yemek yediklerini görmüşsünüzdür. Bu tecrübeler ışığında veliye hak verirsiniz.
Her çocuk Kıvanç Tatlıtuğ'un oynadığı "Hadi be oğlum" filmdeki Efe kadar şanslı olmayabilir. Yada her çocuk Feridun Düzağaç ile karşılaşma imkanına sahip olamayabilir. Ancak araştırmalar şunu gösteriyor ki insan beyni bir bölümü pasif olsa da aktif olan yanıyla dahiler yaratabiliyor. Biz eğitimcilere düşen görev onlara el uzatmak, içinde yaşadıkları dünyayı fark edip iç dünyalarına girebilmek ve onları ayrıştırmadan bütüncül bir şekilde yaşama dahil etmek olmalıdır.
Hüseyin ÖZKAN