Türkiye Kamu-Sen ve Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk, Kanal B TV’de yayınlanan “GÜNCEL” ve Bengü Türk TV’de yayınlanan “SÖZ HAKKI” programına katılarak ülke gündemi ve çalışma hayatına yönelik önemli değerlendirmelerde bulundu.
KONCUK: VATANDAŞA BUYURAN DEĞİL, VATANDAŞIN HİZMETİNDE OLAN DEVLET SÖYLEMİNİN FİİLEN GERÇEKLEŞTİRİLMESİNİ UMUTLA BEKLİYORUZ
Katıldığı her iki canlı yayında da ülke gündemi ve çalışma hayatındaki zorlukları değerlendiren Genel Başkan İsmail Koncuk, “Türkiye Kamu-Sen olarak doğruları söylemeye devam edeceğiz” dedi. Son günlerde gündemin ilk sıralarında yer alan başkanlık sistemi ile ilgili görüşlerini açıklayan Genel Başkan, “Bu ülkede siyasi vesayetin kralı var” diyerek tepkisi dile getirdi. Koncuk, “Türkiye’de anayasanın değişmesi gerçekten bir ihtiyaç mıdır? hangi maddelerin değişmesi gerekir? bu konular iyi düşünülmelidir.. Gördüğüm kadarıyla anayasa değişikliği tamamı ile başkanlık sistemi tartışmaları ekseni etrafında şekilleniyor. Anayasayı gerçekten değiştirmek isteyenlerin niyeti, darbe döneminden kaldığı söylenen anayasayı değiştirmek midir? Öncelikle anayasanın hangi hükümleri değiştirilmeli, onun masaya konulması gerekir. Ama bugün sadece tartışılan başkanlık sistemi. Anayasanın 66. Maddesindeki “Türklük” tanımının değiştirilmesine yönelik de bazı taleplerin olduğunu görüyorum. Memur-Sen’in de böyle bir talebi var. Türklük tanımından rahatsız oluyorlar sanırım. İşin bu tarafı da var. Türkiye Kamu-Sen olarak anayasa değişikliği tartışmalarının başkanlık sistemi ve Türklük kavramının kaldırılması yönünde şekillenmesini doğru bulmuyoruz. Özellikle başkanlık sistemi üzerinde bu kadar durulmasını anlamıyoruz. Cumhurbaşkanı neyi istiyor da yapamıyor bu ülkede? Yani başkan olduğu zaman yapacağı ne var da şu anki konumunda bunu yapamıyor? Herkes biliyor ki, anayasada tanımlı olmamasına rağmen, Sayın Cumhurbaşkanı birçok hakkı fiilen kullanıyor. Başkanlık sistemi dayatması, parlamenter sistem düşmanlığı nedir, ben anlamadım.
Türkiye Kamu-Sen olarak başkanlık sisteminin, Türkiye’de demokrasiyi olgunlaştırmak yerine, demokrasiyi daha arızalı hale getireceğine, insan haklarının daha geriye gitmesine neden olacağına inanıyoruz. Ayrıca hukukun üstünlüğü konusunda daha da geriye gideceğimizi, hakim ve savcılarımızın siyasi vesayetle karar vermeye zorlanacağını düşünüyoruz. Vatandaşlarımızın bu tehlikelere dikkat etmesi lazım. Demokrasinin gelişmesi, Türkiye’de insan haklarının ve hukukun egemen olması konusunda bir tavır sergilenmesi lazım. Bu hususlar, ülkemizde mutlu ve refah içinde yaşanabilmesi için vazgeçilemez önemdedir. Şu anda düşünülen başkanlık sistemi formülü ile bu hususların bağdaşmadığına inanıyoruz. Başkanlık sistemi ülkemiz gerçeklerine, demokrasinin gelişmesi konusundaki ihtiyaçlara cevap verebilecek bir model değildir. Bu konuda vatandaşlarımızın da azami dikkat göstererek, bu tuzaklara düşmemesi lazım.
Bu konuda görüşlerimizi her platformda dile getirdik, getirmeye de devam edeceğiz. Anayasada tabi ki değiştirilmesi gereken maddeler vardır. Gelin bunları tespit edelim. Sayın Başbakan bir toplantıda güzel bir tespitte bulundu. “Vatandaşa buyuran devlet değil, vatandaşın hizmetinde olan bir devlet” şeklinde bizim de altına imza atacağımız bir tanımlamada bulundu. Ama bunun pratikte de uygulanması gerekir. Mevcut sistem içinde, anayasayı değiştirmeden de bunu sağlayabiliriz. Hukukun üstünlüğünü sağlamak, ayrımcılığı kaldırmak adına, hükümetin attığı adımları öncelikle görelim. Hükümet yeni kurulduğu için sert eleştiriler yapmıyorum ama, şu zamana kadar olumlu hiçbir adım göremedik. Milli Eğitim Bakanlığı’nda hala uygulanmayan yargı kararları var. Bu durumda yargı kararları bile uygulanmazken, hukukun üstünlüğü ilkesinden söz etmenin de anlamı yok. Hala ayrımcılık yaratan kararlara imza atılıyor. Mesela Adana’da aynı hakim 4/C’lilerin ek ödeme konusunda birinde olumlu, diğerinde olumsuz karar veriyor. Böyle bir anlayışı kabul etmemiz mümkün değil. Gelin bu konuları düzeltelim. Siyasi iktidarın bu konularda ciddi adımlar atması gerekir. Şu ana kadar bu adımları göremesek de umutla bekliyoruz. Bir ülkede hukuk yoksa, insan hakları merkezli bir anlayışla milletimiz yönetilmiyorsa, o ülkede huzur olmaz. Maalesef siyasi vesayetin kralı var ülkede. Yönetici atamaları kurumlarda nasıl oluyor, inceleyin. İnsanlar nasıl ayrıştırılmış görsünler. Grup toplantılarında, televizyonlarda sözde hukukun üstünlüğünden bahsetmenin bir anlamı yok. Bir hakim geleceğinden endişe duyarak, adalet anlayışıyla değil de birilerine yaranmak amacıyla karar veriyorsa, orada hukuk bitmiş demektir” dedi.
KONCUK: TÜRKİYE KAMU-SEN, ALLAH İÇİN DOĞRULARI SÖYLEMEYE DEVAM EDECEK
Söz Hakkı programında, 2015 yılında yaşanan zorlu süreçleri değerlendiren Genel Başkan İsmail Koncuk, “2016 yılında kimse deve kuşu misali başını kuma gömmeye kalkmamalıdır” dedi. Koncuk, “2015 yılı zor ve sıkıntılı bir yıldı, umarım bu yıl o acıları ve sıkıntıları yaşamayız. Bu yılın ilk Söz Hakkı programını yapıyoruz Bengü Türk TV ekranlarında, bu televizyon son derece önemli bir televizyon. Basının vesayet altında olduğunu biliyoruz. Doğru sözleri söyleyecek insanları basın özellikle saklar hale geldi. Türkiye’de derler ya, “Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar” diye, biz doğruları söylemeye her şart altında milletimiz adına, inançlarımız adına, ülkemiz ve çocuklarımız adına devam edeceğiz. Kimin iktidarda olduğu umurumuzda bile değil. Ne kadar güçlü geldikleri de umurumuzda olmaz, biz sadece doğruları söyleyeceğiz, doğruyu yapacağız. Siyaseten değil, Allah için doğruyu yapacağız. Yaradılış gayemize uygun bir tavırla tavırlanmamız gerektiğinden dolayı doğruları yapacağız. Biz yapmazsak kim yapacak? O korksun, bu korksun, kim doğruyu söyleyecek? Biz kadere inanmış insanlarız, ne yaşayacaksak o olur. Bir Müslüman Türk olarak yüklendiğimiz misyon gereği doğruları söyleyeceğiz.
Doğruları söyleyeceğiz derken, siyasi bir angajmana bağlı olarak değerlendirme yapmaktan bahsetmiyorum, doğru değerleri, milletimizin genlerine sinen değerleri terennüm etmek gerektiğine inanan bir insanım. Her insanında bunu yapmaktan daha tabii bir mecburiyeti yoktur, ben bunu bir mecburiyet olarak görüyorum. Birileri doğruları söylemekten şahsi kaygıları nedeniyle söyleme endişesi yaşıyorsa bu insanlar kendilerini bir nefis muhasebesine tabi tutmalıdırlar. Bizim sadece bir sendika değil bir sivil toplum kuruluşu kimliğimiz var. Sivil toplum kuruluşu ne demek? Ben bakıyorum isimleri STK olan bazı örgütler var. Kanarya sevenler derneğinden daha beter teslimiyet içinde, konuşmaktan endişe duyan, doğruları söyleyemeyen, inandıklarını düşünmekten dahi korkan bir çok örgüt kendisine STK diyor. Türkiye’nin böyle örgütlere ihtiyacı yok. Sivil toplum kuruluşu yanlış giden her şeye müdahil olur. Biz insanlarımnızın ve milletin geleceği adına hareket eden bir sivil toplum kuruluşuyuz. Türkiye Kamu-Sen asla bunlar gibi olmayacak. Yolumuza inandığımız değerler doğrultusunda devam edeceğiz. Sonu nereye giderse gitsin, ifadelerimizi, doğrularımızı her alanda ve şartta söyleyeceğiz.
2016 yılında Türkiye’de şartları değerlendirdiğimiz zaman, herkesin karınca kaderince sorumluluk alması gereken bir sürece girdiğimizi düşünüyorum. Hiç okul okumamış olabilirsiniz, makam mevki sahibi olmayabilirsiniz ama her insanın Türkiye Cumhuriyeti devleti vatandaşı olarak ülkenin geleceği adına bir sorumluluk alması gerektiği kanaatindeyim. Hukukun üstünlüğü diyoruz, ne yazık ki Türkiye’de yok bu. İnsan hakları paralelinde yönetilen bir devlet olmaktan her geçen gün uzaklaşıyoruz. Zaman zaman sayın Başbakan hukuk vurgusu yapıyor, bu son derece güzel ve sonuna kadar katılıyorum. Bunlar sadece içi doldurulmayan ifadeler ne yazık ki. Şayet siz Hukuk vurgusu yapıyorsanız, Hakim ve Savcılarınızın adalet üzerine karar vermesi için her türlü zemini hazırlamak durumundasınız. Yargının verdiği tüm kararları ki, bu kararlar kimi rahatsız ederse etsin uygulanması için tüm Bakanlıklarınıza talimat vermeniz gerekir. Milli Eğitim Bakanlığı’nda bile uygulanmayan binlerce yargı kararı varken, sayın Başbakan’ın hukukun üstünlüğünden bahsetmesinin bir anlamı olmaz. Gönül ister ki, Başbakan’ın bu sözleri gerçek anlamda yerini bulsun ama yok, bunları göremiyoruz. Bunların düzelmesi adına tüm insanların bir duruş göstermesi lazım. Peki basın yayın kuruluşlarının bu kötü gidişle ilgili hiçbir sorumluluğu yok mu? Anlı şanlı TV’ler doğruları söylemek söz konusu olunca ortada yoklar. Böyle bir anlayış olmaz. Herkesin “Ne oluyoruz, nereye gidiyoruz” sorgulamasını yapması lazım. Deve kuşu başını kuma gömünce tehlikeden uzaklaştığını düşünür, herkes şunu bilmeli ki, deve kuşu gibi başımızı kuma gömünce hiçbir tehlikeden münezzeh olamayız. O tehlike bizi bulur. Nasıl bir ülkede yaşamak istiyoruz? Adaletin olduğu, insan haklarının kıymeti harbiyesinin olduğu, hukukun olduğu, insanların yüzlerinin güldüğü, gelir dağılımının adaletli bir şekilde sağlandığı bir ülkede mi yaşamak istiyoruz? Peki bunu nasıl sağlayacağız. Bunu samimiyetle isteyerek ve sorumluluk alarak sağlayabiliriz, bunlar kendiliğinden oluşacak şeyler değil.
Bu ülkenin toplumsal dinamikleri vardır, akademisyenlerimiz, öğretmenlerimiz ki peygamberlik mesleği olarak tanımlanır, küçük düşünecek insanların, günü kurtarmayı düşünecek insanların mesleği değildir öğretmenlik. Öğretmen büyük düşünmelidir, her şeyden evvel ahlakı, doğruluğu, haksızlıkla mücadeleyi öğretmelidir. Din adamlarımız var mesela, bunların sorumlulukları da çok önemlidir. İşte bu meslekler toplumun dinamikleridir. Ayet-i kerimede de ifade edildiği gibi, “Hiç bilenlerle bilemeyenler bir olur mu?” işte bilenler dediğimiz bu kesimin sadece kendileri için yaşama hakları yoktur, toplumsal düşünmek zorundadırlar. Kötü giden şeylere ya elleriyle, ya dilleriyle ya da kalplerinden buğz ederek gerekli tepkiyi göstermelidirler. Bu dinamiklerin oluşturmadığı tepkiden başka toplumda farklı bir tepki mekanizmasından bahsedemeyiz. Bu dinamiklerin sustuğu bir toplumda kokuşmuşluğu, köhneleşmeyi önleyebilecek başka bir mekanizma yoktur. 2016 da inşaallah tüm insanlarımızın doğruya ulaşmak anlamında bir sorumluk alması gerektiğini düşünüyorum. Almazlarsa ne olur? Bu kokuşmuşluk her yere sirayet eder, o deve kuşu gibi başına kuma gömenleri de etkisi altına alır ve toplumsal çöküşle sonuçlanır. Bunu Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı olarak ifade ediyorum, Türkiye Kamu-Sen 450 bin üyesiyle milli bir sivil toplum kuruluşudur. Her bir üyemiz yüzde yüz milli ve yerlidir, Allah’a şükürler olsun” dedi.
KONCUK: 5 MİLYON İNSANIN ALIN TERİNİ ÇALDINIZ
Memura oynanan enflasyon oyununun açığa çıktığını ifade eden Genel Başkan İsmail Koncuk, “Hala neyi inkar ediyorsunuz?” diye sordu. Koncuk, “ “Takke düştü kel göründü” dedik, 1 Ocak 2016 tarihi itibariyle, 1 milyon 900 memur emeklimiz ve 2 milyon 600 bin kamu çalışanımız zamlı maaşlarını alacaklar. 12 aylık enflasyon yüzde 8, 81 oldu. Biz enflasyon farkı alacaktık, neye göre alacaktık? 2015 yılında aldığımız zammı aşan miktarı kadar alacaktık. 2013’te imzalana toplu sözleşme böyle diyordu. Ne kadardı o zam? Yüzde 3+3, yüzde 6,1 yapıyor kümülatif olarak. Bu metni imzalayanlar yine Memur-Sen. Yüzde 6,1’i aşması halinde, işte biz bugünlerde aştığı miktar kadar enflasyon farkı alacaktık. Eğer bu değişmeseydi memur ve emeklilerimiz 5 milyon insan tam tamına yüzde 2,71 oranında enflasyon farkı alacaktı. Şimdi 0,90 alınacak. Çünkü Memur-Sen’in eski Genel Başkanı Ahmet Gündoğdu’nun imzaladığı metni yeni acemi Genel Başkanları Ali Yalçın ne imzaladığını bilmeden değiştirmiş. Birileri metni değiştirip önüne getirip koymuş, bu da acemi ya ne imzaladığını bilmiyor. Yüzde 6,1’i aşınca enflasyon farkı alacaktık, bu sefer Temmuz’da 1,76’lık enflasyon farkını da koymuşlar bunun üzerine yüzde 6,1, yüzde 7,9 a çıkmış ve “7,9’u aşarsa enflasyon farkı alabilir memur ve emekliler” şekline dönüşmüş. Siz nasıl bir sendikacısınız? 5 milyon adına, çocukları ve eşleri ile 20 milyon insan adına imza atıyorsun bu insanları yüzde 1,8 enflasyon kaybı ile karşı karşıya bırakıyorsun. Normalde başka bir ülkede olsa ne bu Genel Başkan o koltukta oturabilir, ne de o sendikanın bir tane üyesi kalır ama Türkiye’de neler oluyor maalesef anlamakta zorlanıyorum. O nedenle aydın, entelektüel kesimin sorumluluğunun çok daha fazla olduğunu ifade ettim. Yüzde 1,8 enflasyon farkı kaybı ortada duruyor ve biz aylardır bağırıyoruz. Enteresan olan 2013 toplu sözleşme metni Resmi gazetede yayınlanmış, metin ortada, 2015 yılında imzalanan metinde ortada. 2013’te 7. Madde, 2015’te imzalanan 8. Madde de değiştirilmiş yani aynı metnin maddesi alınmış, 2015 yılında değiştirilmiş. Bunu imzalayan Ali Yalçın hala demiyor ki, “Biz bunu 2013 yılında imzaladık, 2015 yılında neden önüme getiriyorsunuz?” diye sormuyor bile. Ne anlama geldiğini bilmiyor çünkü. Olmayınca nasıl anlasın tabi ve imzayı basıyor ve bunu inkar ediyor, böyle sorumsuzluk olur mu? İmzalanan ortada, değişen metin ortada, bunu nasıl inkar edersin. Neredeyse biz suçlu olacağız, olayı yakalamışız, metni, belgeyi koyuyoruz ama hala inkar ediyorlar.
Geçtiğimiz günlerde KPDK toplantısında yine inkar etti bu acemi başkan, bende dedim ki, “ Gel yüreğin yetiyorsa uzman heyet kuralım, kim doğru söylüyor ortaya çıksın” dedim ama yürekleri yetmez. Buradan yine sesleniyorum, istediğin TV’de hatta sizin havuz medyanızda belgeleri koyalım, kim doğruyu söylüyor ortaya çıksın ya da yüreğin yetiyorsa ben sana iftira atıyorsam, sana acemi diyorum mahkemeler orada, git beni şikayet et, mahkemede hesaplaşalım. Toplumu aldatmak adına her türlü yalanı söylüyorsun, sallamayla olmaz belgeyle konuşuruz. Resmi gazeteye bakmak yeterli, birinde eski Genel Başkanınız Ahmet Gündoğdu’nun imzası, diğerinde senin imzan var. İmzaları inkar ediyorsan diyecek bir şey yok. Geçtiğimiz günlerde dedim ki, “Belki görmemiş olabilirsiniz, gözünüzden kaçmıştır, anlamamış olabilirsiniz” ama yine anlatamadık. Hata yapıyorsunuz, hata insana aittir. Problem yanlış yapmakta değil, yüzü kızarmadan bunu reddetmektedir. Bunu kabullenemeyiz. Yanlış varsa otururuz bunu nasıl düzeltiriz, beraber mahkemeye gideriz ki, Türkiye Kamu-Sen olarak dava açtık, mahkeme heyeti olayı inşallah anlayacak ve davayı kazanınca 5 milyon insan yüzde 1,8 daha enflasyon farkı alacak.
Verilen zararlar aylık kayıplarla kalmıyor. Acemice bunu çaldıran sendika emekli ikramiyesinde bile kayba yol açtı. Örneğin bugün emekli olan bir Profesör, 1900 TL eksi alacak, Öğretmen 1300 TL eksik alacak, hizmetli 1007 TL eksik alacak. Bu aynı zamanda emekli maaşına da yansıyacak, öğretmenlerin, akademisyenlerin ve ek ders alan bütün bakanlıklardaki eğitim kökenli insanların ek ders kayıplarına neden olacak, aile yardımlarını, çocuk yardımlarını eksik almalarına neden olacak, doğum ve ölüm yardımlarının az alınmasına neden olacak. Bu hataya bizim göz yummamız mümkün değildir. Bu sendikanın üyesi olan kıymetli memur arkadaşlarıma soruyorum, bunu sineye mi çekelim? Bu olmuş bunu görme, sendikamızı da rezil etme diyorsanız bizde söylemeyelim ama mümkün değil tabi bunları her yerde söylemeye devam edeceğiz.
Şimdi “Türkiye Kamu-Sen kazanımlarımız altında eziliyor” diyor, neden ezilelim, çalışanlar adına her kazanımına seviniriz. Esas senin sendikacılığın bu beceriksizlik altında eziliyor. İnsanların, çalışanların bir TL’yi bile harcarken hesap edenlerin alın terini eziyorsun, üzücü olan budur. Yüzde 6 aldık diye övünüyorlar, yüzde 1,8’i çaldırmışsınız, aldığınız zam yüzde 4’e düşmüş. Bir de vergi dilimi meselesi var, nasıl bir Maliye Bakanlığı, nasıl bir Hükümet anlayışıdır bilemiyorum.12 bin TL’ye kadar yüzde 15’lik dilimdeydik geçen sene, beklenir ki bu rakam 15 bin TL’ye çıksın ama 12 bin 600 TL’ye çıkmış. Asgari ücretliler dahi Ekim ayında yüzde 20’lik vergi dilimine girecekler. Bu nasıl kabul edilebilir. Zam yüzde 4’e düşmüş, üzerine vergi dilimi. Kimse şu kadar zam yaptık diye övünmesin” dedi.
KONCUK: ÇÖZÜM BEKLEYEN SORUNLAR 2016’DA SONUCA ULAŞTIRILMALIDIR
Genel Başkanımız İsmail Koncuk, 4-C’liler, Üniversiteli işçiler, asgari ücretliler, Taşeron işçiler ve daha bir çok konuyu yine ekranlara taşıyarak bir an önce çözüm sağlanmasını istedi .Koncuk, “ Asgari ücret 1300 TL’ye çıkarıldı diye bir iddia var ben buna iddia diyorum, insanlara verilen söz 1300 TL olacak yönündeydi. AKP’nin seçim beyannamesi açıklandığında de asgari ücret 6 ayda bir tespit ediliyordu şimdi siz bunu 1 yıla çıkardınız, seçim beyannamenizde bunu neden söylemediniz? 1300 TL yapar 6 ay sonra yeniden oturur düzenlersin. Asgari geçim indirimi de bu 1300 TL’nin içerisinde, bu kabul edilemez. Bu verilen sözün yerine getirilmediğinin işaretidir. Siyaseten etik bir davranış değildir bu. Amaç asgari ücretlinin nefes almasını sağlamaktır ama asgari ücreti 1 yıl geçerli kılarak bunu sağlamak zor.
4-C’liler yine aldatıldı. Yargı kararları ile bu arkadaşlarımız ek ödeme almaya başlamışlardı. 670 TL alan arkadaşlarımız var idi. Toplu sözleşmede atılan imza ile 159 TL ek ödeme verildi. 670 TL mahkeme kararı ile alan kişiyi sen 150 TL’ye düşürdüler, ayda 520 TL zarar. Kim yaptı bunu? İşte bu sendika, bari bunu imzalamayın da insanlar yargı kararıyla kazanıp paralarını alıyorlardı. Bu imzayla aslında hükümetin elini rahatlattılar. Siz kime çalışıyorsunuz? Siz idareyi kurtarma-sen misiniz? 4-C’lilerin kadroya alınmasına ilişkin yuvarlak kararlar alınmış, bu da kabul edilemez. 2016 yılı sonuna kadar 4-C’liler , 4-A’lı yapılacak diye bir karar al bende tebrik edeyim seni. Ne yapılacağı belli değil, sendikacılık etiği açısından hiç doğru değil. Bu ülkenin insanları 4-C gibi çalışma modellerini hak etmiyorlar. Yazıktır buna kimsenin hakkı yok.
Üniversiteli işçilerle ilgili çok çeşitli kısıtlamalar var toplu sözleşmede. Yapacak bir şey yok ama biz bunu takip edeceğiz. Bu insanlar üniversite derecesine uygun bir statü istiyor, bundan doğal bir şey var mı?
Taşeronlar da maalesef umduklarını bulamayacaklar gibi görünüyor. Şimdi asıl iş tanımı ve yardımcı iş tanımı getireceğiz diyorlar ve belli bir yılla sınırlanacağı ifade ediliyor. 6552 sayılı torba yasa 2014 ‘de çıktı taşeron eleman olarak çalışan ve asıl iş tanımı kavramı içine giren sayıları 120-150 bin civarında olanlar kadrolu yapılacak, toplam taşeron sayısı 720 bin. 550 bin insan ne olacak? Seçim beyannamelerinin hayata geçmediği anlamına geliyor bu taşeron meselesi de. Milletimiz bunlara dikkatle yaklaşmalıdır.
Yeni hükümetten beklentimiz, yeni beyaz bir sayfa açılmasıdır. Beyaz sayfaya hukukun üstünlüğünü, ayrımcılığın kaldırılacağını yazalım. Sayın Başbakan’a “Hükümetlerin sendikalar arasında bir taraf olma gibi zorunluluğu var mı” dedim. Bunları gelin çözelim. Bu umutla yeni gerilimler yaratmak istemiyoruz ama makul bir süre sonunda bunlar çözülmezse ve eski hastalıklar devam ederse gerekli tepkileri oluştururuz kimsenin şüphesi olmasın, hele ki iş güvencemize yönelik hiçbir tehdide boyun eğmeyiz. Bir bölgemizde resmen savaş yaşanıyor. Tavsiyem şu ki, bir de bu kadar gündemin içinde memurlarla oynayarak yeni maceralar aramayın. Kimse yarın bize “Vatanseverdiniz, sokakları neden karıştırıyorsunuz?” demesin, kimse bizle uğraşmasın.
İşe gitmeyen memur yandaş sendika üyesi ya da siyasetin yandaşıdır. Türkiye Kamu-Sen’in hiçbir üyesi işe gitmeden maaş almaz. Böyle bir memur var ise kulağından tutup kapının önüne koymazlarsa vebalim kalır. Türkiye’de üç gün işe gitmezsen müstafi sayılırsın, 10 günden fazla gitmezsen işten çekilmiş sayılıyorsun. O zaman işe gitmeyen memurları koruyan bir siyasi güç vardır, kim Türkiye’yi yönetiyor? Buna bakmak lazım. Bu ülkede artık huzur, sükun ve mutluluk hakim olsun. Biz bu ülkeyi seviyoruz, terörle mücadele de bu hükümete her türlü desteği vermeye hazırız. Akil Genel Başkan ne demişti, “Bu süreci hayvanlar anladı bazıları anlamadı..” şimdi kimin haklı çıktığını herkes görüyor. Ülkemizin birlik ve beraberliği için gereken her yardımı ortaya koyarız. Bölgede eğitim ve öğretim kesintiye uğradı biz doğru adım dedik. Burada şu yapılabilir, Silopi ve Cizre’de 80 bin öğrenci var. Devleti eğitim veremez duruma da düşürmemek gerekir. Bu öğrencilerimizi aileleriyle beraber alalım, farklı kentlerde telafi eğitimi verelim. Bizim gücümüz buna yeter, devlet bunları yapacak kudrettedir.
Allah bu milletin yardımcı olsun, biz her zaman milletimizin yanındayız. Cesaret, bilgi , birikim donanım Türkiye Kamu-Sen’de var, memurlarımızın bize desteği hem kendi hakları bakımından hem de ülke geleceği açısından son derece önemlidir” dedi.
KONCUK: BAYRAK ŞİİRİ YENİDEN DERS KİTAPLARINA KONULMALIDIR
“Bayrak” şiirini kaleme alan Arif Nihat Asya’yı ölüm yıldönümünde anan İsmail Koncuk, şiirin yeniden ders kitaplarına konulması konusundaki talebini yineledi. Koncuk, “Bayrak” şiirinin şairi Arif Nihat Asya’yı ölüm yıldönümünde rahmetle anıyoruz. 5 Ocak Adana’nın kurtuluş yıldönümünü de kutluyorum. Merhum şairimiz bu tarihte Adana’da “Bayrak” şiirini yazıyor ve yine aynı tarihte Hakk’a yürüyor. Bayrağımızın büyük değer görmesi gereken günleri yaşıyoruz. “Bayrak “ şiirinin de bu anlamda değerini daha iyi anlamamız gerekir. Milli birlik ve beraberliğimizin en önemli sembollerinden birisi olan bayrağımız için yazılmış en güzel şiirlerden bir tanesi olan “Bayrak” şiirinin mimarı Arif Nihat Asya’yı saygıyla anıyorum. Üzülerek bir şeyi de ifade etmek istiyorum. MEB eski bakanı Ömer Dinçer zamanında “Bayrak” şiiri ders kitaplarının başından kaldırıldı. Sayın Cumhurbaşkanı da zaman zaman bu şiiri okuyor. Okumasından büyük memnuniyet duyuyorum ancak, “kitaplardan neden kaldırılmasına izin verdiniz” diye de sormak istiyorum. Cumhurbaşkanı bu şiiri okuyor ama kitaplardan kaldırılmasına da dönemin Başbakan’ı olarak izin verdi. Bir talimat vererek “Bayrak” şiirinin tekrar kitapların başına konulmasını sağlaması gerekir. Böyle anlamlı bir şiir kimseyi rahatsız edemez. O zaman çözüm süreci adı altında olan bitene izin verildi. Ama bugün bir ihtiyaç olarak televizyon ekranlarında “Bayrak” şiirini okuma ihtiyacı duyuyorlar, o zaman kitaplara da yeniden şiirimizin konulması gerekir. Bu konuda sayın Nabi Avcı’ya da seslenerek, ders kitaplarına yeniden şiirimizin konulmasını istediğimizi belirtiyorum. Evlatlarımızın bu şiiri okumasını öğrenmesini sağlamaları gerekir. Seçim meydanlarında “Bayrak” şiirini okumakla bayrak sevgisi olmuyor. Samimi iseler, bu düzenlemeyi gün geçirmeden hayata geçirirler. Biz de kitaplardan Bayrak şiirinin kaldırılmasına tepki olarak “Bayrak” şiirimizi bastırarak, okullarda çocuklarımıza dağıttık.” diyerek sözlerini noktaladı.