Finlandiya Eğitim Gözlemi
Sosyal medyada günümüzün en önemli ve etkili iletişim aracıdır. Kimilerine göre insanları kendine bağımlı yapsa da güzel yanları da azımsanmayacak kadar fazladır. En güzel yanı da paylaşım sanırım. Bilginin paylaşımı, duygunun paylaşımı, güzelliklerin paylaşımı, acıların paylaşımı, haberdar olma, haberdar etme vs. İletişim yani…
Arkadaşım, Sosyolog ve Eğitimci Süleyman Hakan KOCA, Finlandiya eğitim sistemini inceleme gezisinden edindiği gözlemlerini, izlenimlerini sosyal medya aracılığı ile paylaşmış. Çok ilgimi çekti ve paylaşımı heyecanla okudum. Bir geziden arta kalanlar, deneyimler, tecrübeler “tablet” gibi hazır bir şekilde verilmiş. Yazının, Fin eğitim sisteminin ipuçlarını veren, aslında bazı uygulamaların bize tanıdık geldiği ve eğitim tarihimizden de aşina olduğumuz eğitim uygulamaları ile ilgili gözlemlerin yer aldığı bölümlerini sizinle paylaşmak istiyorum.
“… Finlandiya Üniversitesine bağlı, öğretmen eğitimlerinin de yapıldığı okula doğru yola çıktık. Okulda bizi okulun müdürü karşıladı. Güzel bir sınıfta bize hoş geldiniz dedi ve programı anlattı. Müdür; “Her gün dersler başlamadan, ortaokul ve lise öğrencileri 10-15 dakikalık bir gösteri yapar ve dersler ondan sonra yapılır biz önce bu programı izleyeceğiz, sonra buraya döneceğiz ve ben size kısa bir sunum yapacağım, sonra size rehberlik eden üst sınıf öğrencileri veya öğretmenler ile sınıfları dolaşacaksınız, 12.30 da öğle yemeği yedikten sonra 2 ye kadar sınıfları dolaşmaya devam edeceksiniz.” diyerek bizi çok büyük bir tiyatro salonuna aldı. Salon öğrencilerle ve öğretmenlerle hıncahınç doluydu. Işıklar söndü ve önce değişik sesler ve ışık oyunları bir an görünen insanlar, sonrasında daha önceki bir gezilerinden bol şamatalı görüntüler sahneye yansıdı. Finalde gösteriyi hazırlayan tüm öğrenciler, tiyatral bir şekilde sahneye geldiler ve alkışlar eşliğinde selam verdiler. Daha sonra da öğrenciler sınıflarına dağıldılar. Biz de tekrar ilk geldiğimiz sınıfa döndük ve okul müdürünün bizler için hazırladığı sunumu izlemeye başladık
Finlandiya’da; anaokulu, ilköğretim ve orta öğretim, zorunlu. Sadece azınlıkların izinli özel okulları var. Öğretmenlerin tamamı yüksek lisanslı. Öğretmenlik saygın bir meslek, ücretler yeterli düzeyde 2500 Euro civarında. Uymaları gereken belirli bir müfredat var ancak öğretmen müfredatı uygulama konusunda olabildiğine özgür. Müfettiş var mı? Diye sorduğumuzda şaşırdılar. Sistemin tamamen güvene dayalı yürüdüğünü, hiçbir müfettişin hiçbir öğretmeni denetlemediğini söylediler.
Eğitim öğretimde üç aşama var;
1.Primary school, yani ilk okul.
2.Lover secondry, yani orta okul.
3.Upper secondry,yani lise.
Upper secondry de üniversite okumayacaklar meslek liselerine yöneliyorlar. Upper secondry’ lere en başarılı öğrenciler devam ediyor. Bu okullarda nerede ise 8 öğrenciye 1 öğretmen düşüyor. Öğretmenler başvuru ile üniversiteye kayıt oluyorlar, başvuran sayısı fazla olduğunda en başarılı olandan başlayarak, başarılı olanlar kayıt ediliyor. Öğretmenlik bu ülkede çok saygın bir meslek.
Her branşın ayrı sınıfı var ve öğrenciler sınıfları dolaşıyorlar. Branş öğretmenlerinin her birinin ayrı sınıfı var.
Sadece ilköğretimde öğrenciler ve sınıf öğretmeni bir sınıfta. Ziyaret ettiğimiz bu okulda aynı zamanda öğretmen eğitimi de veriliyor. Direktör bu yüzden “sınıflarda arkalarda oturmuş yetişkinleri görünce şaşırmayın. Onlar öğretmen adaylarıdır. Şimdi sınıfları dolaşmaya başlayabilirsiniz.” diyerek sözünü tamamladı.
Dörder kişilik gruplar halinde sınıfları dolaşmaya başladık. Daha ilk girdiğimiz sınıfta etkilendik. İlkokul 1.sınıf dersliği çok büyüktü, 50 metrekare kadar. Sonradan ilköğretimde ve orta öğretimde de sınıfların aynı standartta olduğunu gördük. Sınıfta iki lavabo, piyano, oturmak için divan vardı. Öğretmenin masasının bulunduğu köşe nerede ise ayrı bir oda gibiydi. Büyük bir projeksiyon perdesi vardı. Tepegöz işlevi de gören gelişkin bir bilgisayar sistemi ve tavanda projeksiyon makinesi vardı. Duvarlar öğrencilerin üretimleri ile doluydu. Öğrenciler ve öğretmen tamamen özgün ve özgür kılıktaydılar. Öğrenciler ayakkabılarını kapının önünde bırakmışlar çorapları ileydiler. Adeta evlerinin bir odasındaydılar. Öğretmen tek çift kavramını öğretiyordu. Dersi legoların yardımı ile işliyordu. Önce bir legoyu perdeye yansıttı sonra yanına bir lego daha koydu “bu tekti çift oldu” dedi. Sonra bir legoyu biraz uzağa koydu bakın “bu tek” dedi. Sonra ikili grubu gösterdi, “bu çift” dedi. Bunlar büyük perdeye yansıyordu. Daha sonra “herkes ayağa kalksın” dedi. Öğrenciler dikkatle dinliyorlardı. “Elimi bir kere çırparsam hepiniz tek başınıza istediğiniz gibi dans edin, iki kere çırparsam en yakınınızdakini tutup eşli dans edin” dedi ve müziği açtı. Öğrenciler özellikle tekli danslarda en abartılı en komik hallerini ortaya koyuyorlardı. Çiftli danslarda da çok komik uyumsuzluklar oluyordu. Öğrenciler de izleyen bizlerde kahkahalar atıyorduk. Sıralar öğretmenin ve dersin özelliğine göre her an düzenlenebilecek şekilde idi. Bu sınıfta 4 er öğrencinin 4 köşesinde oturduğu lokanta masası gibi düzenlenmişti. Grup çalışmalarında bu düzen hoş oluyordu.
2.sınıf dersliği de aynı düzende idi. Konuları şekerler idi ve her masanın ortasında bir tabakta şekerli kurabiyeler vs duruyordu. Öğretmen bunları tattırıp, “az şekerliden çok şekerliye göre sıralayın” diyerek, ya da önceden tasarlanmış farklı oyunlar ile şekerleri anlatıyordu.
3.sınıfta konu tuzlar idi ve bu defa ortada tuzlu yiyecekler vardı ve öğrenciler büyük bir dikkatle ürünleri tadarak, öğretmenin yönergelerine göre bunları sınıflandırarak yazıyorlardı.
4. ve 5. sınıfta da benzer görüntüler vardı sıra düzeni biraz daha farklı idi. Sınıflar yaparak yaşayarak öğrenme ortamları yani. Sınıflar 20 kişiden daha kalabalıktı ortalama 25 kişilikti.
El işi dersinin yapıldığı atölyeye girdiğimizde çok şaşırdık. Sanayide örneğine rastlamayacağımız genişlikte ve temizlikte, her aletin olduğu bir marangoz atölyesinde öğrenciler büyük bir hararetle alet edevat kutusu yapmakta idiler. Önce aletleri güvenli bir şekilde kullanmaları öğretilip daha sonra da gitar dâhil birçok tahta eşyayı bizzat üretebilecek düzeye getirilmişlerdi.
Aslında bu gün Finlandiya eğitim öğretim sistemini anladı. İşin özü “güven, iş ve üretim.”
Öğretmen niteliği çok yüksek ve öğretmenler işlerini çok ciddiye alıyor. Bu işte olmaktan mutlular.
Öğrenciler istekli devlet ekonomik anlamda destek veriyor, okulda olmaktan mutlular, sorunlu çocuk sayısı oldukça düşük. Bu özellikler de öğretmenler açısından sınıf kontrolünü kolaylaştırıyorlar.
Öğrenciler bunaltılmıyor. Saat iki de dersler bitiyor. Dersler eğlenceli, sınıflar çok büyük, okul korkusu yok.
Yaşama hazırlayıcı derslere çok önem veriliyor. El işi, ev ekonomisi gibi, sanata, yaratıcı dramaya çok önem veriyorlar. Dolayısıyla öğrencilerin yetenekli oldukları alanlar kolay seçilebiliyor. Üniversite eğitimi almayanlar da hayatta saygın bir yerde olabildiklerinden, öğrenciler arasında büyük bir yarış ve stres yok.
Kılık kıyafet tamamen serbest ve istismar edilmiyor. Öğretmenler de bu konuda özgürler.
Aslına bakarsanız adeta Köy Enstitüleri modeli uygulanıyor burada. Öğrencilerin kişisel gelişimleri önemseniyor. Yaparak yaşayarak eğitim öğretim veriliyor. Yaşam becerileri öğretiliyor. İşlikler ve sanat atölyeleri çok gelişkin. İş ve üretim kutsanıyor adeta. Öğretmen eğitimi bu derece önemseniyor.
Eğitim müfredatında, güncel yaşamsal konuları öğreten dersler de önemli yer buluyor. Ev ekonomisi dersinde yemek yapmaktan pratik bilgilere kadar konular öğretiliyor. Gerçek bir atölyede el işi dersinde öğrenciler ciddi marangozluk vs eğitimi alıyorlar. Müzik eğitimi çok ciddiye alınıyor. Sanat yaşamın ve eğitimin her anında mevcut. Özellikle ilköğretimde drama teknikleri kullanılıyor.
Finlandiya’da anaokuluna çocuklar 6 yaşında başlıyorlar bir yıl sürüyor ve zorunlu eğitim kapsamında. Devlet aileye 275 Euro ödenek veriyor. Nerede ise çocuklar ne isterler ise onu yapıyorlar. Eğitim daha çok oyun yoluyla veriliyor. Farklı yaşlardaki çocuklar bir arada olabiliyorlar. Öğrencilere seçenekler sunuluyor, isterler ise uyuyorlar, uyumayanlara masal okunuyor. Anaokulları bir anlamda bakım evleri gibi de hizmet görüyor. Bir yaşından itibaren her yaş grubu kabul edilebiliyor. Burada da öğretmenler yine seçilmiş, mutlu ve başarılı insanlar.
Anaokulu ziyaretimizden sonra ilk, orta ve lise eğitimi veren okulu ziyaret ettik. Bu okul da devlet okulu olmasına rağmen, yeterli fiziksel özelliklere sahipti. Çelik yapı, geçişler arasında köprüler, sınıf dizaynları oldukça güzeldi.
Öğretmenler odası diğer okulda da burada da en büyük ve en konforlu mekândı. Her türlü içecek ve atıştırmalığın bulunduğu bir Amerikan mutfak, oldukça büyük bir giyinme soyunma odası ve tuvaletler. Deri koltuklar, çok büyük bir çalışma masası… Biraz sonra müzik atölyesindeydik. Bu odada 2 öğretmen gitar ve piyano ile müzik yapıyorlardı. Gitar çalan beden eğitimi öğretmeni, piyano çalan fizik öğretmeni idi. Bizim için de biraz çaldılar. Sonra bir atölyeye uğradık bu atölye de muhteşemdi. Burada da öğrenciler ahşap ile uğraşıyorlardı. Öğretmen Finlandiya’da herkesin ufak tefek tamiratlarını kendisinin yaptığını söyledi.
Daha sonra tekrar müzik odasına uğradık ve öğrenciler ile birlikte ritim tutarak coştuk. Tiyatro sahnesi gibi oluşturulmuş bu bölüme geldik. Birçok öğretmen ve öğrenci burada toplanmıştı, bir sunucu öğretmen yanındaki küçük tahtada isimleri önceden yazılmış bir öğrenciyi sahneye çağırıyor ve alkışlar arasında bir müzik başlatarak öğrenciyi dans etmeye veya bir performans göstermeye zorluyordu, öğrenci her kaçmaya çalıştığında karşısında bir öğretmen buluyor, öğretmenler nerede ise dokunmadan sadece beden dilleri ile öğrencinin sahnede kalmasını sağlıyorlardı. Fark ettik ki bu öğrenciler “farklı gelişen” öğrencilerdi. Daha çok otistik öğrenciler ve hiperaktivitesi olan öğrenciler bu kısımda eğitim öğretim görüyorlar. Ayrıştırılmış bir okulda değil, normal devlet okullarında, sorunları ile orantılı olarak diğer öğrencilerle birlikte derslere de giriyorlardı. Her öğrencinin yeteneğine göre atölyeler olduğu gibi bu öğrencilerinde ayrıca farklı sınıfları vardı. Tüller, değişik kumaşlar ve oyuncaklar ile süslenmiş insanı hayal dünyasına götüren “sakinleşme odası”. Duvarı ve zemini süngerli deri ile kaplanmış istese bile öğrencinin kendine zarar veremeyeceği şekilde dizayn edilmiş oda. Görme engelliler için, işitme engelliler için özel hazırlanmış sıralar ve öğretici düzenekler. Oturma yeri at eğerine ya da büyük bir bisiklet selesine benzeyen tabureler, her şey öğrencileri rahatlatmak, eğitim öğretimi kolaylaştırmak için dizayn edilmişti. Biraz evvel de normal sınıfın hemen önündeki bir masada bir öğretmen, biraz geride kalmış bir öğrencisi ile birebir ders yapıyordu. Anladım ki burada gerçekten her öğrenci ile tek tek ilgileniyorlar. Hangi düzeyde olursa olsun, üstün zekalı ve yetenekli veya engelli diyerek ayrıştırmadan, aynı sosyal ortamda bireysel gelişim hızlarına göre eğitim öğretim ortamları düzenleniyor. …”
Gözlem yazısı uzun uzadıya devam ediyor. Benim yazıda özellikle okumak istediğim bölüm üstün zekâlı öğrenciler için uygulanan eğitim modeli oldu. Ancak bu konudaki bilgi, ayrı bir okulun bulunmadığı özel bir eğitim modelleri olmadığı, bu öğrencilerin de diğer öğrenciler gibi ayrıştırılmadan okul ortamında desteklendiği ama okul sonrası atölyelerden yaygın bir şekilde yararlanıldığı, özellikle Helsinkide daha önemli konuların araştırıldığı atölyelerin olduğu ve bu öğrencilerin buralara ve üniversitelere yönlendirildiği şeklindeydi. Üstün zekalı ve yetenekli öğrencileri tanılama yönteminin ise zeka testi uygulaması şeklinde değil, süreç değerlendirmesi şeklinde, uzman sosyal çalışmacılar, özel eğitim uzmanları ve psikologlarca yapılan gözlemler sonucu yetenekli oldukları alanlara yönlendirildikleri anlaşılıyor.
Yukarıdaki gözlemden de anlaşılacağı üzere, Finlilerin “eğitim turizmini” ülkesine çekiyor olması ve eğitim sistemindeki “mucizevî başarısı” tesadüfî değil. Anaokulunda dâhil olmak üzere liseye kadar eğitim zorunlu. Öğretmene verilen değer öğretmenlerin eğitimlerine, seçilmelerine ve kendilerini geliştirmelerine verilen önem ve aldıkları ücret, onların toplumsal statülerini bize anlatmaya yetiyor. Anlaşılıyor ki öğretmenler mutlular. Öğrenciler keza öyle, kendilerini yarış atı gibi hissetmiyorlar. Tek hedefleri üniversite değil. Üniversite eğitimi almamış olanlar kendilerini kötü hissetmiyorlar. Okuyamamış gözüyle bakılmıyor. Her eğitim alanı, kendi içinde değerli ve değerli insanlar yetiştirebiliyor. Eğitimde herkes için eşit fırsatlar sağlanıyor. Tüm çocuklar zekâ ve becerileri ne olursa olsun aynı sınıfta okuyor. Öğrencilerin %30’u eğitim hayatlarının ilk dokuz yılında ayrıştırtmadan, kendi okullarında ve sınıflarında özel programlarla destekleniyor.
Finliler, ezberci bir yöntemle sanal bir başarıyı hedefleyerek değil, işe ve üretime dayalı, temel yaşam becerileri ve yeteneklerin gelişmesine fırsat veren, özgürlükçü, esnek müfredat yapısıyla, bireyin eğitim ihtiyacına dönük yapılanmalarıyla gidilip görülmeye değer çalışmalara imza atmaya devam edecekler gibi görünüyorlar.