Son günlerde iktidar partisinde uzun süre görev yapan, daha sonra parlamento dışı kalan eski Bakanlardan peş peşe itiraflar geliyor. Bunların bir bölümü ise suçlama niteliği taşıyor. Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’den Bülent Arınç’a, Hüseyin Çelik’ten Sadullah Ergin’e ve hatta eski Başbakan Yardımcısı ve eski Dışişleri Bakanına kadar…
İlk anda şöyle düşünülebilir; Her dönemde ve hemen hemen her siyasi partide görev dışı kalanlar daha önce söyleyemediklerini söylerler. Ya da gündemden düşmemek için bunu yaparlar veya seçimlerde aday yapılmayıp, dışarda bırakıldıklarında böyle davranırlar. Bunların hepsi doğrudur. Ancak, etik midir? Bütün mesele budur. Yani uzun dönem birlikte çalıştıklarınızın tabir-i caizse, kirli çamaşırlarını ortaya dökmek…
Aslında bunu yapanlar hem dışlanmış olmanın tepkisiyle konuşuyorlar ve hem de kendi masumiyetlerini ortaya koyabilmek için böyle bir yolu tercih ediyorlar. Bize göre ikisi de yanlıştır. Eğer bu öz eleştirileri zamanında yapsalardı; bugün yapma ihtiyacı duymazlardı bu bir… İkincisi, iktidar sorumluluğu ve yönetim sorumluluğu ortak bir sorumluluktur. Yani sevabı da günahı da eşit paylaşılmalıdır. Başarı ve başarısızlık da eşit paylaşılmalıdır. Böyle olmadığı sürece bu tür davranışlar sadece kafa karıştırmaktan öteye gitmez. Bizim anlayışımız ise, 13 yıllık AKP iktidarı süresince o siyasi partide yöneticilik yapan, o siyasi parti adına Bakanlık, Milletvekilliği yapan herkes bulunduğu dönemden sorumludur. Yani günahı ve sevabı ortaktır.
Kimse buradan şunu anlamasın; Mevcut yönetimi kolladığımızı asla…!!! Türkiye’nin bugün geldiği noktadaki tüm olumsuzlukların vebali, ülkeyi yönetenlerdedir…
AVRUPA BİRLİĞİ’NDEN MEVCUT İKTİDARA SEÇİM KIYAĞI…
Aslında bu yazıyı kaleme alma nedenimizin temeli bu tespitlerimiz değildir. Esas olan Avrupa Birliği Komisyonu “2015 yılı Türkiye İlerleme Raporu”nu hazırlayan Hollandalı Parlamenter “Kanti Piri’nin” yapmış olduğu itiraf gibi açıklamasıdır. Söz konusu raporu hazırlayan Hollandalı parlamenter diyor ki; “AB Komisyonu 2015 Türkiye ilerleme raporunun, Türk Seçimleri sonrasına ertelenmesi, Ankara’nın mülteciler konusundaki işbirliği karşısında AB’nin temel haklar konusunda sessiz kaldığı izlenimi verdiği için yanlış bir karardı…”
Bu itiraf oldukça anlamlı ve bir o kadar da manidardır. Nedeni ise, “Avrupa Birliği ülkeleri bile bile hükümetin de talebiyle 1 Kasım seçimleri öncesi kamuoyuna açıklamaları gereken raporu, seçim sonrasına bırakarak” mevcut iktidarın seçimlerde başarılı olması için destek vermişlerdir.
Şimdi eğri oturup, doğru konuşmak lazım… Ülkeyi yönetenler zaman zaman bağırıyorlar, “Ey Avrupa, Ey Amerika adil ol, ayrımcılık yapma, bize farklı davranma, dürüst ol…” diye….
İyi de Dostlar, hükümetin işine geldiği zaman yapılan ilkesizlikler iyi, aksi bir davranışta kötü, tu kaka… Böyle bir anlayış olabilir mi? Söz konusu rapor seçim öncesi yani zamanında yayınlansaydı, seçimleri olumsuz etkileyebilirmiş. Yani iktidara daha doğrusu AKP’ye zarar verebilirmiş. Böyle bir Avrupa Birliği’ne bir de ne diye bağırıyorsunuz? Bunu gören muhalefet bağırmalı, “Ey Avrupa! Adil ol, kuralları çiğneme, Türkiye’deki seçim gerekçesiyle raporları erteleme, seçimi etkileyecek ilkesizlikleri yapma…” diye…
O rapor ki, hükümetin kötü yönetimini açığa çıkartıyor. Ne diyor kısaca anlatayım; “Hukuk ayaklar altında… Temel insan hakları çiğneniyor… Kamuda yandaşlar korunuyor, ayrımcılık yapılıyor… Yandaşlar devlete sınavsız memur yapılıyor… Memur alımlarında ayrımcılık yapılıyor… Basına ve sivil toplum örgütlerine baskı yapılıyor…” gibi pek çok olumsuzluk daha sıralanıyor.
Bunlar, bizim bildiğimiz ve yaşadığımız, ama toplumun büyük bölümünün bilmediği olumsuzluklar…! AB ülkelerinin gerçekleri zamanında ifşa etmeyerek, yaptığı bu ayıp karşısında söylenecek sonsöz, milletler öncelikle kendi menfaatlerini düşünürler. Öyleyse cevabı beklenen soru şu; AKP’den hangi tavizi aldılar da bu raporu seçim sonrasına bıraktılar?