Eğitimin üç önemli işlevi vardır: 1. Siyasal işlevi, 2. Toplumsal işlevi 3. Ekonomik işlevi. Eğitimin siyasal işlevi ile ülkenin yönetim sistemine uygun bireyler yetiştirilir.
Eğer bir ülkede yetişen her dört kişiden üçü, devleti var eden siyasal sistemle kavgalı ise, eğitim sisteminin siyasal işlevini, etkili bir biçimde öğrencilere veremediği anlamına gelir. Eğitimin toplumsal işlevi ile, bireyler içerisinde yaşadıkları topluma entegre olurlar. Toplumun kültürünü, değerlerini ve inançlarını benimserler. Eğer bir ülkede eğitim sisteminden geçmiş, diploma almış bireyler, toplumun değerlerini reddediyor, toplumla kavgalı ve içinden çıktığı topluma tepeden bakmaya başlamışsa, okullar eğitimin toplumsal işlevini öğrencilere kazandırmada sorun yaşıyor anlamına gelir. Eğitimin diğer işlevi ekonomi üzerinedir. Eğitim kurumlarından mezun olan bireyler, ülkenin ekonomik sistemine uygun yetişirler. Ülke kapitalist ise, kapitalizmi, kolektivist ise kolektivizmi bilir ve bu ekonomik modele yatkın hale gelirler. Aynı zamanda iyi bir üretici ve iyi bir tüketici olmaları gerekir. Eğer bir ülke eğitim sisteminden geçen bireyler, kripto para borsalarına giriyor, Çiftlikbank’a para yatırıyor ve sonunda da aldatılıyor ise, eğitim sistemi ekonomik işlevini sorgulaması gerekir.
Milli eğitimin hem genel hem de özel amaçları arasında ekonomik işlevine vurgu yapılır. Ancak, Türkiye’de her dört kişiden üçü kredi kartı mağdurudur. Kredi kartı ile gelirini düşünmeden sürekli alışveriş yapan bireyler, ay sonunda ödeme krizi yaşamaya başlar. Bu süreçte başarısız olduklarında, başka bir bankadan aldığı kredi kartından nakit çekerek diğer bankanın borcunu kapatmaya çalışır. Bu süreçte borcuna takla attırır. Daha sonra ödeme yapamadığında krize girer. Bir kısmı intihara teşebbüs eder, bir kısmının da aile hayatı ve ilişkileri bozulur. İlkokullarda öğretilen toplama ve çıkarma işlemi basit yolla hesaplanabilir. Gelir ile gider arasındaki uçurum arttıkça, ailenin bütçesi denk hale gelmedikçe ekonomik bunalımlar, krizler baş gösterir. Bireyler, tutumlu olmayı, elindeki kaynağı etkili kullanmayı eğitimin ekonomik işlevi ile kazanması halinde bu sorunları yaşamaz. Bireylerin sınırsız ihtiyaçları ile kıt kaynakları dengelemek iyi bir eğitim ve kültür işidir. Çocuk yaşlarda kazanılması ve davranışa dönüştürülmesi gerekir.
Bankalar mudilerinden tasarruflarını alır. Bu tasarruflar vadeli ya da vadesiz olarak değerlendirilir. Bankalar mudilerinden aldıkları paraları başka müşterilerine faizli kredi olarak verir. Aynı zamanda yatırım yapar. Elde ettiği gelirleri mudilerine dağıtır ve güçlü bir yatırım hacmi yaratır. Arkasında güçlü holdingler, hatta devlet olmasına rağmen batma aşamasına gelen, zarar eden bankalar vardır. Bu bankalar eğer devlet bankası ise, devletin bütçesi kullanılarak kurtulur. Özel banka ise, ya satılır ya da TMSF’ye devredilir. Bankalar bile ekonomik arenada yaşam mücadelesi verirken, beş parası olmayan, ekonomiden hiç anlamayan, hayal tüccarları ortaya çıkıp bireylerin alın teriyle ürettikleri paraları ellerinden alır. 1980’li yıllarda yaşanan banker krizi, saadet zinciri, Çiftlikbank olayı ve en sonunda da Kripto para vurgunu, Türk halkının ekonomiden zerre kadar anlamadığını, iyi bir üretici ve iyi bir tüketici olmadığı gerçeğini gözler önüne serdi. Olmayan ineğin sütünü, olmayan tavuğun yumurtasını, olmayan dananın etini satarak gelir elde edileceğini düşünmek, ancak ve ancak ekonomiden anlamamanın ve açgözlü olmanın bir sonucudur.
Fareye demişler: “Yuvadan çık, 30 cm ilerde bir kalıp peynir var. Al senin olsun. Fare düşünmüş, taşınmış ve karar vermiş: “Olmaz.” Fareye neden kabul etmediği sorulmuş. Fare: “Valla yol kısa, ödül büyük. Burada mutlaka bir bit yeniği var.” Bu kıssadan çıkarılacak hisse şudur: “Bedava peynir sadece fare kapanında bulunur. Size her kim, kısa yoldan çok fazla kazanacağınızı söylüyorsa, muhtemelen sizi aldatmak için alt yapı oluşturuyordur.” Banker, Çiftlikbank, Saadet Zinciri, Kripto para gibi yapılanmaların özünde fare kıssasındaki durum söz konusudur. Bu tür yapılanmaların ömrü maksimum üç yılı geçmez. Çünkü parayı döndürme, katma değer yaratma, sürekli mudi yaratmaya bağlıdır. Dışarıdan yatırıma dayalı ek gelir yaratılamadığında, paranın iç piyasadaki dönüşü kısır bir döngüye dönüşür ve firma açık vermeye çalışır. Bu aşamada kripto para patronları topladıkları parayı alıp yurtdışına kaçar ve binlerce mağdur yaratır. Benzeri durum daha önce Almanya’daki işçiler için faizsiz banka ve bazı şirket ortaklıklarında da yaşanmıştı.
Türk halkının büyük bir kısmı, tasarruflarını altın ya da dövize yatırır. Yastık altında olan fakat ekonomiye katkısı olmayan mevduatlar aslında ulusal ekonomiye pek fazla katkı sağlamaz. Dövizle çok fazla para kazanmak, kısmen aldatılmaktır. Çünkü döviz yükseldiğinde, yurtdışından gelen ürünlerin fiyatı da yükselir. Dövize yapılan yatırım, Türk parasının alım gücünün zayıflaması halinde, döviz yoluyla denge sağlanır. Bu aşamada yüklü miktarda parası olanlar, dövizde yükselme olacağını tahmin edip, döviz alanlar ve döviz kısa vadede yükseldiğinde, dövizlerini bozduranlar, sürekli döviz piyasasındaki hareketliliğe göre kararlar alıp uygulayanlar kazanır. Maaşından arttırıp 300 dolar alan şahsın, kazanma ihtimali sıfıra yakındır. Enflasyonun yüksek olduğu ülkelerde bankaya faize yatırılan paralar da, enflasyon karşısında eriyip gider. Yolunmuş kuşa döner. 1980’li yıllarda emekli maaşını bankaya yatıranların yaşadığı durum, buna örnek olarak verilebilir.
Tasarrufların en iyi değerlendirileceği alanlardan birisi de borsadır. Ancak, borsada oynamak, doğru firmalara yatırım yapmak için, hem bilgiye hem de sağlam bir yatırım danışmanına ihtiyaç vardır. Yüksek meblağların kaybetme riski olduğu kadar, kazanma avantajı da vardır. Ekonomi bilgisinden mahrum olan halkımız, borsada oynadığında da kazanma ihtimali bir yana kaybetme ihtimali ile de karşı karşıyadır. Bireylerin asgari düzeyde ekonomi bilgisine sahip olmadığı ülkemizde borsa da güvenilir bir alan özelliği taşımamaktadır. Ayrıca Türk borsası yabancı yatırımcılar için çok caziptir. Çünkü spekülasyonlardan çok fazla etkilendiği için kısa vadede yüksek paralar kazanma ya da çökme ihtimali çok yüksektir.
Bireylerin diğer alternatif yatırım aracı, menkul ve gayrimenkullerdir. Türk halkının en gözde yatırım alanları içerisinde yer alır. İyi bir ev ya da arsa almak, konumu iyi olan bir yere yatırım yapmak, aslında çok kolay bir durum değildir. Menkul ve gayrimenkulde kazanmanın yolu, siyaset alanında gezip dolaşmaya ve kur yapmaya ihtiyaç vardır. Nereye havaalanı yapılacağını, nereden otoban geçeceğini, nereye baraj yapılacağı bilgisini vatandaştan önce öğrenirseniz kazanırsınız. Örneğin, havaalanı yapılacak yeri öğrendiğinizde o bölgedeki gariban vatandaşın, köylünün arazisini cüzi paraya kapatanlar, büyük vurgunu vururlar. Metrekaresini 50 TL’ye aldıkları araziyi metrekaresi 1500 TL’ye satabilirler. Metrekare başına 1450 TL kazanırlar. Bu durumda etik bir sorun var mıdır? Bu konuyu okurların vicdanına bırakıyorum. Türkiye’de arsa iyi bir yatırım alanı iken konut aynı düzeyde iyi bir yatırım olarak ele alınmaz. Arsa için de imar geçeceğini biliyor olmanız, size kazanç sağlayabilir.
Sonuç olarak bir Türk atasözünde ifade edildiği gibi: “Çok laf yalansız, çok para haramsız olmaz.” Bu arada, helal yoldan kazananları tenzih ederim. En iyi yatırım aracı, geliri sabit de olsa, güvenilir kurumlara ait olan yatırım araçlarıdır. Yatırıma dönük, ARGE ile desteklenen, inovatif özellikleri taşıyan ve farklı müşteri değer önerisi yaratan her türlü yatırım alanı, biraz risk taşısa da, kısa ve uzun vadede yatırımcısına para kazandırır. Memur kimliğine sahip olan bireylerin bu tür yatırımlara yönelmeleri olanaksızdır. Kıt kanaat geçinen işçilerin, asgari ücretle çalışan kişilerin yaşam mücadelesi verdiği ülkede, denk bütçeyi oluşturup gelecek ayın maaşından eksiltmeden yaşamına devam etmesi büyük başarıdır. Okulların öğrencilerine ekonomik açıdan yeterli düzeyde eğitim veremediği, ekonomik açıdan sağlıklı bireyler yetiştiremediği açıktır. Eğitim sisteminin aktörleri, karar vericileri, eğitimin ekonomik işlevini daha işe vuruk hale getirmek için, eğitim sisteminin müfredatını yeniden gözden geçirip, toplumun ihtiyaçları doğrultusunda düzenlemesi gerekir. Aksi taktirde sömürülen, alın teri çalınan, çoluk çocuğunun üç kuruş rızkını kaybedip intihar eden kişilerle daha çok karşılaşmak zorunda kalabiliriz.
Prof. Dr. Necati CEMALOĞLU