EĞİTİMDE FİSKARS MODELİ
Fiskars, Finlandiya da bir köydür. Bu köyde bir de okul vardır. Ancak öğrenme, okulun duvarları arasında sınırlı değildir. Köyün tarihi, kültürel ve fiziki varlığı “öğrenme ortamı” olarak değerlendirilmektedir. Köyde bulunan sanatçılar, zanaatkârlar, esnaf ve köyün diğer sakinleri; köyün tarihi ve kültürel dokusu, okulun diğer öğrenme ortamlarını oluşturmaktadır
Gestalt Kuramına göre, insan problem durumuyla karşılaştığında, problem çözülene kadar bilişsel bir denge bozulması yaşar. Yeniden denge durumunu sağlayabilmek için birey, çeşitli faaliyetler içine girer. Gestaltçılara göre birey problem durumunun çözümü için ilgili parçaları birleştirme yöntemiyle sorunu çözmeye çalışır. Bu zihinsel çaba problem çözülene kadar devam eder. Birey problemin çözümüyle ilgili bir iç görü kazanır, öğrenme gerçekleşir. Öğrenme; problem durumunun, çözümsüzlükten çözüme geçişte oluşan kesikli bir süreçtir. Bunun yanında birey problemin çözümüne ulaşmadan önce, çözümü bulmak için bir deneme yanılma sürecinden geçmektedir. Tüm bu süreçler öğrenmenin oluşma süreçleri olarak ifade edilmektedir.
Gestalt öğrenme kuramında bütüncül öğrenme yaklaşımı ön plana çıkmaktadır. Buna göre İnsanlar dünyayı bir bütün olarak algılarlar. Bütünü anlamadan parçaları anlamak mümkün değildir. Bütün, kendini oluşturan parçaların toplamından farklı ve büyüktür. Hiçbir parça, bütünün içerdiği özelliklere sahip değildir. Bu yaklaşımı eğitim alanına uyguladığımızda karşımıza “bütünlükçü öğrenme modeli” çıkar. Buna paralel olarak da “bütünlüklü öğrenme ortamları” ihtiyacı… Bu modeli 21. Yüzyılın öğrenme sorunlarına cevap verecek bir yaklaşım olarak da değerlendirmek mümkündür. Fiskars Köyü Öğrenme Modelinin bu açıklamalar etrafında incelersek; okul, tüm köyü bütüncül öğrenme ortamı olarak kabul etmiş minyatür bir yaşam alanı ve öğrenme ortamı oluşturmuştur. Bireysel ve sosyal problemler bu öğrenme ortamında denge durumuna yani çözüme kavuşturulmakta ve öğrenme oluşturulmaktadır.
Fiskars modelinde Gestaltçı Kurama uygun olarak bütünlüklü bir yaklaşım görülmektedir. Önce problem durumu ve farkındalığı yaratılıyor, daha sonra problemi çözme süreci öğrenme ortamının tamamına bütünlükçü bir çözüm yaklaşımıyla yayılıyor. Problem çözüm süreci uygulamaya dayalı bir yöntemle hayata geçiriliyor. Uygulama yönteminde öne çıkan model ise “atölye uygulamaları” olduğunu görüyoruz. Atölye uygulamaları sayesinde öğrencilerin, öğrendiklerini derinleştirmeleri ve çeşitlendirmeleri bekleniyor. Ayrıca farklı duyularının gelişmesi ve yeteneklerinin ortaya çıkarılması da öğrencilerin kazanımları arasında yer alıyor.
Atölye uygulamalarıyla bütüncül öğrenme nasıl sağlanıyor? Öncelikle bu yöntemle sanatçı, zanaatkâr, usta ve öğrenci arasında sosyal iletişim becerileri gelişiyor. Üretim sürecinde doğrudan yer alıyorlar, yaşam deneyimi kazanıyorlar. Grupla çalışma becerisi kazanıyorlar. Okulda teorik olarak öğrendiği matematik, fen ve beşeri bilimleri uygulama ve derinleştirme ortamı buluyorlar. Hayatın içinde sorunlarla karşılaştığında nasıl çözüm yolları bulacağını öğreniyorlar. Problem çözme becerisi, temel yaşam becerileri kazanıyorlar Teorik bilgiyi uygulamak suretiyle kalıcı öğrenme sağlıyorlar. Böylelikle öğrenme bütüncül olarak gerçekleşmiş oluyor.
“Fiskars öğrenme ortamında” öğrenmede yararlanılan atölyeler; ağaç atölyesi, oymacılık, marangozluk, güzel sanatlar, örgü tasarım, doğa, çevre, yün atölyesi, cam, cam üfleme, kâğıt sanatı olarak sayılabilir. Bu atölyeler sınıf seviyesine göre farklılık ve çeşitlilik göstermektedir
Köydeki bu eğitim ortamı ile ilgili olarak OECD eğitim uzmanların görüşü ise; çocukların çok heyecanlı oldukları ve öğrendikleri; öğretmelerin ise geniş bir öğrenme ortamında çalışmaktan mutlu oldukları işlerini severek yaptıkları yönündedir. OECD eğitim uzmanları, eğitim ortamını bu şekilde geliştirmenin, öğrenme süreçlerini güçlü bir şekilde desteklediği görüşüne varmışlardır.
FisKARS’tan Kars’a yani ülkemize dönelim ve burada ne yapılabilir değerlendirelim. Ülkemizde öğrenme ortamları her ne kadar okul “ihata” duvarıyla sınırlandırılmış olsa da bazı becerikli öğretmenler ve idareciler okullarının duvarlarını öğretime engel olmaktan çıkarmışlardır. Bu öğretmenler, çevrenin üretim, sanat, yönetim, sosyal ve kültürel yapılarını, müzeleri, üniversiteleri, bilim insanlarını, sanatçıları, yazarları ve diğer okul dışı ortamları öğrenme ortamına dâhil etmek suretiyle bir nevi bütüncül bir öğrenme ortamı sağlamış olmaktadırlar. Elbette bu model bireysel olarak öğretmenin ya da idarecinin becerisine bırakılmamalıdır. Bütüncül öğrenme modelinin uygulama şekli küçük ve büyük yerleşim birimine göre farklılaştırılarak genişletilmelidir. Bütüncül öğrenme modeli Kars’ta ve Ankara’da; köyde, ilçede ve ilde uygulanabilirliğinin yöntemleri geliştirilmeli ve ülke sathına yaygınlaştırılmalıdır.
Belki de “Bütünlükçü Öğrenme Ortamı Modeli” yaşanılan eğitim ve öğrenme sorunlarına 21. Yüz yıl çözümü olarak sunulabilir.