Eğitimde amacımız nitelik mi, nicelik mi?

Eğitimde amacımız nitelik mi, nicelik mi?

Eğitimle ilgili tartışmalara ideolojik açıdan yaklaşanlar genel olarak zorunlu eğitimi önermektedir. Genel kanı olarak da, çocuklarımızın eğitiminde yetkili otoritenin Devlet olması garipsenmemektedir. Son 100 yıllık zaman diliminde kadınların çalışma hayatına katılması ile birlikte, çocuklarımızın eğitimini kurumlara bıraktık. Ancak, hiçbir otorite ailenin yerini almamalıdır. yaşanan son tartışmalar bağlamında, Öğretim Görevlisi Murat Özoğlu'nun makalesini yayımlıyoruz.
 

Murat Özoğlu

MEB’in, zorunlu eğitim süresini uzatarak, sekiz yıllık kesintisizeğitim sonrasında karşılaşılan problemlerin bir benzeri ile yeniden yüzleşmek yerine, eğitimde niteliği artıracak çalışmalarda bulunması daha yerinde bir adım olacak.

AK Parti’nin eğitim süresini 8 yıldan 13 yıla çıkaracak bir kanun tasarısı üzerine çalıştığı ve bu tasarıyı yakın zamanda Meclis’te gündeme getireceği yönündeki haberler medyada geniş yer buldu. Medyada yer aldığı kadarıyla bu kanun, zorunlu eğitim süresini, dört yıl temel eğitim, dört yıl yönlendirme eğitimi ve dört yıl ortaöğretim olmak üzere, toplamda 12 yıla çıkaracak şekilde tasarlanıyor. Kimi haberlere göre ise okul öncesi eğitimde zorunlu eğitim kapsamına alınacak. Kanun tasarısı ile ilgili haberlerin medyada yer alması ile birlikte başlayan tartışmalar, sadece zorunlu eğitimin artan süresi ile sınırlı kalmıyor, aynı zamanda zorunlu eğitimin yeniden kademelendirilmesini de içeriyor.

ZORUNLU EĞİTİMİN TEMELLERİ

Zorunlu eğitim, dünyada, özellikle, 19. yüzyılın ortalarından itibaren yoğun olarak tartışılmaya başlandı. Yine 19. yüzyılın bitimine kadar hemen hemen bütün gelişmiş batı ülkelerinde ve Japonya’da benimsendi. 20. yüzyılın başlarından itibaren gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerce de benimsenmeye başlanan zorunlu eğitim, Birleşmiş Milletler’in 1948 yılında kabul ettiği İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 26. maddesi uyarınca evrensellik kazandı. Her şahsın öğrenim hakkının olduğunu belirten bu madde, eğitimin en azından ilk ve temel safhalarında parasız olduğunu ve ilköğretimin (temel eğitimin) mecburî olduğunu vurguluyor.

Zorunlu eğitim anlayışı farklıülkelerdefarklısosyal, kültürel ve ekonomik faktörlere bağlı olarak gelişmişti. Genel olarak, eğitimin zorunlu hale getirilmesinde, fakir ve işçi sınıfı ailelerde düşük okuma yazma oranlarının yükseltilmesi, artan suç oranlarını düşürülmesi, toplumsal barış ve birliğin artırılması, çocuk işçiliğinin ve beraberinde ortaya çıkan ucuz işgücü sorununun çözülmesi, bireylerde vatandaşlık bilincini artırarak ortak bir ulus devlet anlayışının geliştirilmesi gibi farklı gerekçelerin ön plana çıktığı söylenebilir.

Zorunlu eğitimin ilk benimsenmesinde ön plana çıkan bu gerekçelere ek olarak, 20. yüzyılın ortalarından itibaren, gelişmiş ülkelerde zorunlu eğitim sürelerinin artırılmasına yönelik kararlarda, zorunlu eğitim süresinin ülkelerin gelişmişlik ve kültür seviyesi ile dolaylı olarak ilişkilendirilmesinin büyük rolü oldu. Bir başka ifadeyle, toplumun eğitim düzeyi ile refah düzeyi arasında kurulan ilişki, okullaşma oranları gibi eğitim göstergelerini ön plana çıkardı; okullaşma oranlarını artırmanın en uygun yolunun ise zorunlu eğitimin süresini artırmak olduğu anlayışı hâkim oldu.

Her ne kadar zorunlu eğitimin temelleri bir takım makul gerekçeler üzerine kurulmuş olsa da, ona yönelik ağır eleştiriler de bulunuyor. Eleştirilerin kaynağında “çocuğun eğitimi ile ilgili otoritenin ailenin mi yoksa devletin mi elinde olduğu” temel sorusu yatıyor. Bu konuda yürütülen tartışmalar ayrıca esaslı olarak ele alınması gereken bir konu. Ancak burada kısaca şunu vurgulamakta fayda var: Otorite ile ilgili söz konusu tartışmalar, gelişmiş ülkelerde, eğitimin nerede ve nasıl alınacağına ilişkin ailelere sağlanan belirli esnekliklerle giderilmeye çalışılıyor. Yani çağdaş eğitim sistemlerinde, zorunlu eğitim süresi uzun olmasına karşın, eğitimin nereden ve nasıl alınacağına ilişkin her hangi bir yasal zorlama bulunmuyor. Örneğin, ABD ve İngiltere’de öğrenciler zorunlu eğitimlerini tamamen devlet denetimindeki okullardan almak zorunda değil. Alternatif olarak, veliler çocuklarını müfredatlarını esnek standartlara bağlı olarak istedikleri gibi şekillendirebilen özel okullara (kilise okulları dâhil) gönderebiliyor ve hatta isterlerse çocuklarının eğitimini evde (home schooling) yürütebiliyorlar. Dolayısıyla, çocuklarına vermek istediği eğitimin içeriği ile ilgili söz hakkı tanıyan bu tür esneklikler, ailelerin zorunlu eğitime karşı sergileyecekleri muhtemel tepkilerin önünü de kesiyor.

ZORUNLU EĞİTİM SÜRESİ

Gelişmiş ülkelerde zorunlu eğitim yaşının Türkiye’ye kıyasla birkaç yaş daha yüksek olduğu zaten biliniyor. Türkiye’de zorunlu eğitimde üst yaş sınırı 14 iken, Japonya ve Rusya’da 15, İngiltere, Fransa ve Kanada’da 16, Almanya ve ABD’de de ise eyaletlere göre 16 ile 18 yıl arasında değişiyor. Dolayısıyla, zorunlu eğitim süresi bir eğitim göstergesi olarak değerlendirilecek olursa, Türkiye’de zorunlu eğitim yaşının yükseltilmesi gerektiği yönünde bir sonuç ortaya çıkıyor. Ancak, bu yönde alınacak bir kararın olumlu ve olumsuz etkilerinin iyi analiz edilmesi gerekiyor.

Medyada yer aldığı gibi zorunlu eğitimin süresinin 12 yıla çıkarılması, ilköğretimden ortaöğretime geçiş oranlarını yükseltmek, ortaöğretimde öğrencilerin okul terk oranlarını düşürmek, kız ve erkeklerin okullaşma oranları arasındaki farkı azaltmak ve en nihayetinde ortaöğretimde gelişmiş ülkelerin gerisinde olan okullaşma oranlarını yükseltmek gibi önemli stratejik hedeflere ulaşmak ve Türkiye’nin uluslararası düzeyde eğitim göstergelerini iyileştirmek adına olumlu bir gelişme olabilir. Ancak, eğitimde nicelikten ziyade niteliğin daha ön planda tutulması gerekir. Zorunlu eğitimin süresinin, derslik ve öğretmen kadro planlaması gibi unsurları içeren gerekli altyapı çalışmaları tamamlanmadan uzatılması, millî eğitimde sistemin çözüm bekleyen nitelik sorununu daha fazla derinleştirebileceği gibi 28 Şubat sürecinde plansızca gerçekleştirilen sekiz yıllık zorunlu eğitim sonrasında ortaya çıkan nicelikle ilgili problemleri yeniden gündeme taşıyacak.

Esasen, millî eğitimde, özellikle son on yılda, derslik sayısı, sınıf mevcutları, öğretmen başına düşen öğrenci sayısı gibi alt yapıya ilişkin konularda ciddi nicel gelişmeler yaşandı. Bu gelişmelere ve eğitimin halkın gözünde giderek artan değerine bağlı olarak, ortaöğretimde okullaşma oranları her hangi bir zorunluluk olmaksızın doğal mecrasında zaten her yıl artış gösteriyor. 2000-2001 eğitim öğretim yılında yüzde 44 seviyesinde olan ortaöğretimdeki net okullaşma oranı, 2010-2011 eğitim öğretim yılında yüzde 70 seviyesine yükseldi. Bu nicel gelişmelere karşın eğitimde nitelik sorunu halen çözüm bekleyen önemli bir sorun alanı. Millî Eğitim Bakanlığı’nın zorunlu eğitim süresini uzatarak, öğrenci sayısında yaşanacak suni artışa bağlı yeniden ortaya çıkabilecek nicelikle ilgili sorunlarla uğraşmak yerine, niteliğe ve içeriğe odaklanması ve niteliği artıracak çalışmalarda bulunması daha yerinde bir adım olacak. Kaldı ki, eğitimde niteliği artırmaya yönelik atılacak her adım, zaten söz konusu nicel gelişmeleri beraberinde getirecek. Ayrıca, MEB’in bir taraftan nitelik sorununa yönelik adımlar atarken diğer taraftan zorunlu eğitim süresini artırmak için gerekli çalışmaları yürütmesi, önümüzdeki yıllarda zorunlu eğitimle ilgili daha somut adımların atılmasını daha da kolaylaştıracak.

Zorunlu eğitimin süresinin artırılması ile ilgili ülkemizde tartışılması gereken bir diğer konu da, gelişmiş ülkelerde eğitimin nasıl ve nerede verileceği noktasında ailelere sunulan esnekliğin ülkemizde de sağlanması. Yukarıda değinildiği gibi çağdaş eğitim sistemleri, zorunlu eğitimi ailelere sundukları alternatiflerle esnetmeye çalışıyor. Ülkemizde ise aksine, 8 yıllık kesintisiz zorunlu eğitim kararında olduğu gibi, devlet zorunlu eğitim bahanesiyle, kendi denetimi altındaki alternatifleri (Anadolu ve İmam Hatip Liselerinin orta kısmını), bu alternatiflere karşı var olan toplumsal talebe rağmen, ailelerin elinden aldı. Zorunlu eğitimin süresinin artırılması ile ilgili alınacak herhangi bir kararda, devletin bu tutumunu değiştirmesi, öğrenci ve ailelerin eğitimi nasıl ve nerede alacaklarına ilişkin bir esneklik sunması son derece önemli.

SEKİZ YILLIK KESİNTİSİZ EĞİTİMİN KADEMELENDİRİLMESİ

28 Şubat sürecinde, toplumun önemli bir kesiminden tepki almasına rağmen -aslında imam hatip liselerinin ortaokul kısmı hedef alınarak- kesintisiz olarak uygulama konulan zorunlu eğitim, ilköğretim müfredatında ve okulların mekânsal yapısında bir değişiklik gerektirdiği için uzun süre millî eğitim planlamasını alt üst etti. Uygulamanın ilk yıllarında ciddi boyutlara varan finansman sorunları ile karşı karşıya kalındı. Bunların ötesinde, kesintisiz zorunlu eğitim birçok ilköğretim okulunda eğitime yeni başlayan küçücük çocuklarla ergenlik dönemine girmeye başlayan ortaokul öğrencilerini aynı mekânda tutması bakımından pedagojik bir faciaya dönüştü.

Kaldı ki, pedagojik açıdan birçok konuda örnek aldığımız gelişmiş ülkelerin hiçbirisinde, ilköğretim kesintisiz sekiz yıl olarak uygulanmıyor. Örneğin G8 ülkelerinde en geç altıncı sınıfta ilkokul ve ortaokul ayrımı yapılıyor. Her ne kadar MEB, ailelerin ve eğitimcilerin sıklıkla dile getirdiği bu mekân soruna çözüm olarak bazı ilköğretim okullarında sabah ve öğle şeklinde ikili eğitime geçmiş olsa da, sınırlı sayıda okulda yürütülen bu uygulama Türkiye genelinde yaşanan bu soruna çözüm getiremedi. Dolayısıyla, mevcut haliyle kesintisiz olarak uygulanan zorunlu eğitimin iki kademe şeklinde uygulanması yönünde yapılacak bir değişiklik, aslında var olan bir pedagojik sorunun çözümüne ve toplumsal talebin karşılanmasına yönelik olarak atılacak önemli bir adım olacak.

Öngörülen bu değişiklikle ilgili esas üzerinde durulması gereken konu kesintisiz eğitimin 4+4 şeklinde mi yoksa 5+3 şeklinde mi kademelendirilmesi gerektiği. Eğitim sisteminin aşına olduğu ve aslında pratikte halen devam eden 5+3 modeli yerine 4+4 modelinin benimsenmesinin, birçok açıdan sakıncası bulunuyor. Belirtildiği gibi her ne kadar zorunlu eğitim kesintisiz uygulanıyor olsa da, bu uygulama pratikte mekânsal bir bütünleşmenin ötesine fazla geçemedi. Müfredatın (ilköğretim birinci ve ikinci kademe) ve öğretmenlik mesleğinin yapısı (sınıf öğretmeni ve alan öğretmeni) eskiden olduğu gibi 5+3 şeklinde uygulanmaya devam ediyor. Dolayısıyla, pratikte devam eden 5+3 modeli yerine, 4+4 şeklinde bir model benimsenmesi birçok konuda hazırlık gerektirdiğinden ötürü sakıncalı olacak.

Öncelikle, ilköğretim birinci kademenin beş yıldan dört yıla indirilmesi ile birlikte, sınıf öğretmenlerinin beşte birlik kısmının sistem içerisinde ihtiyaç fazlası konuma düşmesi söz konusu olacak. Ayrıca, eğitim süresi artan ikinci kademede yeni öğretmen ihtiyacı doğacak. Bu durum öğretmen atamaları ile ilgili tartışmalardan dolayı eleştirilerin odağındaki MEB için öğretmen planlamasına yönelik yeni zafiyetler ortaya çıkarabilir. Öğretmen planlamasına ek olarak, ilköğretim birinci kademenin süresinin bir yıl kısaltılması ve ikinci kademenin süresinin bir yıl uzatılmasını gerektiren 4+4 modeli ile birlikte her iki kademenin müfredatının yeniden ele alınması gerekecek. Zaten sıklıkla değiştirilen müfredatın yeniden yapılandırılması, “eğitim sistemi yap-boz tahtasına döndü” şeklindeki toplumsal algıyı daha fazla güçlendirecek. Dolayısıyla, kesintisiz eğitimin iki kademe olarak yeniden yapılandırılması noktasında pratikte halen devam eden 5+3 modelinin benimsenmesinde birçok açıdan pratik faydası var.

SONUÇ

Türkiye’de zorunlu eğitimin süresinin artırılması eğitim göstergelerinde bir takım nicel iyileştirmelerle sonuçlanabilir. Ancak, eğitimde nicelikten ziyade nitelik ön planda tutulmalı. Millî eğitimde, özellikle son on yılda, derslik sayısı, sınıf mevcutları, öğretmen başına düşen öğrenci sayısı gibi alt yapıya ilişkin konularda ciddi nicel gelişmeler yaşandı ve buna ek olarak okullaşma oranlarında zaten doğal bir iyileşme ortaya çıktı. Bu durumda MEB’in, zorunlu eğitim süresini uzatarak, sekiz yıllık kesintisiz eğitim sonrasında karşılaşılan problemlerin bir benzeri ile yeniden yüzleşmek yerine, eğitimde niteliği artıracak çalışmalarda bulunması daha yerinde bir adım olacak. Zorunlu eğitimin süresine ilişkin bu değerlendirmeye ek olarak, sekiz yıllık kesintisiz eğitim, iki kademe olacak şekilde yeniden yapılandırılmalı ve uygulamasının daha kolay olması açısından bu yapılandırmada 5+3 şeklindeki model benimsenmeli.

Seta Vakfı


Murat Özoğlu kimdir: Orta Doğu Teknik Üniversitesi Matematik Öğretmenliği Bölümünden mezun oldu. Yüksek lisansını, bilgi ve öğrenme teknolojileri üzerine Colorado Üniversitesi'nde tamamladı. Doktorasını, öğretim teknolojisi alanında Utah State Üniversitesi'nden aldı. Halen, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi'nde öğretim görevlisi olarak çalışmaktadır

 

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.

EĞİTİM Haberleri