Günümüzde eğitim sistemi ezberci eğitime göre yapılandırılmıştır. Okullar büyümüş ancak öğrencilerin hareket alanları daralmıştır. Fabrika türü okullarda öğrenciler adeta üst üste dizilmiş ürünler gibidirler. Eğitim tarihini, teknolojik gelişim ve üretimin sisteminin dönüşümünü tarihsel olarak inceleyecek olursak, eğitim sistemi ve teknolojik gelişim ve üretim sistemin paralel değişip dönüştüğünü görüyoruz. Özellikle 1970’li yıllar Bilimsel Yönetim Kuramının hüküm sürdüğü yıllardır. Fordist-taylorist kuramlar üretim yönetiminde etkilidir. Fordist-Taylorist üretim biçiminin özelliği, kabaca devasa fabrikalar ve üretim bantlarıdır. Binlerce işçinin çalıştığı devasa fabrikalarda insan ilişkileri pek önemsenmez. Önemli olan çalışanın üretim görevini yerine getirmesi, üretim bandından gelen ürüne gerekli müdahaleyi yapmış olmasıdır. O dönemin okulları da bakacak olursak, üretim ilişkilerine paralel olarak büyük okullarda topluca eğitim şeklinde yapılandırılmış olduğunu görürüz. Bu okullarda fabrikalarda da olduğu gibi İnsan ilişkileri, günümüzde olması gerektiğini düşündüğümüzden çok daha gerilerdedir.
Yıl 2014 ve 21. Yüzyılın eşiğine gelinmiştir. Genel üretim sistemi artık fabrika tarzı üretimden vazgeçmiş üretim daha küçük mekânlarda daha az çalışanla gerçekleştirilir olmuştur. Küçük üretim işletmeleri devasa fabrikaların yerini almış, üretim bandı ise yerini otomasyona bırakmıştır. Hatta bu günden ileriye projeksiyon tutacak olusak küresel işletmelerde, küresel otomasyon üretim siteminin oluşabileceğini öngörmek mümkündür.
Üretim tarzında ve teknolojisinde bu dönüşüm yaşanırken, fabrikalar küçük işletmelere dönüşürken, üretim küreselleşirken, eğitim sisteminin günümüzde hala fabrika türü devasa okullarda gerçekleştiriliyor olması, bu iki kavramın bağımsız geliştiğini değil, ülkelerin gelişmişlik seviyesiyle üretim teknolojisine sahip olabilme kapasiteleriyle açıklamak mümkündür.
Üretim yönetimine, Bilimsel Yönetim Sisteminden sonra “ İnsan İlişkileri Yönetimi” anlayışı hâkim olmuş, çağdaş yönetim anlayışı olarak uygulamaya sokulmuştur. Bu yönetim anlayışıyla da çalışanların yönetime katılmaları anlamına gelen “yönetişim” kavramı ortaya atılmış; çalışanları yönetime katma, gelir ortaklığı, statü verme vb yöntemlerle üretim cazip hale getirilmeye çalışılmıştır. Bu değişimin eğitim sistemine yansıması “Eğitimde Toplam Kalite Yönetimi” olmuştur. Bu sistem okullara yerleştirilmeye çalışılmış ve hala çalışılmaktadır. Ancak bütün bu değişimlere rağmen okullarda ve öğretim ortamlarında herhangi bir değişiklik yapılmamıştır. Yine 1970’lerin anlayışında olduğu gibi fabrika tipi devasa okullar, fabrikasyon ürünü andıran öğrenciler, üretim bandının başında görev yapmaya çalışan öğretmenler ve görev talimatnamesini andıran müfredat… Günümüz eğitim sisteminin görüntüsünü oluşturmaktadır.
Öğrenciler bu devasa fabrika türü okullarda kendilerini ifade edememektedirler. Öğretmenler de üretim bandı şeklini almış sınıflarda ve bir nizamname şeklindeki müfredatla üretimlerinden dolayı iş doyumu ve mutluluk yaşayamamaktadırlar. Okullar mutsuzdur. Öğrenciler okulda durmayı boş yere yapılan bir eylem olarak nitelediklerinden derslere katılmak istememektedirler. Dolayısıyla isteksiz öğrenci karşısında öğretmenler de zor durumdadır. Mutsuz okullarda yöneticiler mutsuzdur, öğretmenler mutsuzdur, Öğrenciler mutsuzdur. Mutsuzluk huzursuzluk ve çatışma yaratmaya başlamıştır. Bu çatışma stres yönetimi seminerleriyle çözülecek türden de değildir. Daha alt sınıflarda Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu olduğu düşünülen öğrencilerin sayısında artış gözlenmektedir.
Fabrika türü okullarda bireysel farklılıklar göz ardı edilmiştir. Birinci sınıftan lise son sınıfa kadar fiziki mekân kurgulaması aynıdır ve yaş gruplarına göre farklılık göstermez. Bir sınıf vardır, sınıfın içinde ardı ardına sıralanmış uzun süre oturulduğunda rahatsızlık veren tahta sıralar, duvarlarda öğrencinin artık dikkatini çekmeyen panolar, eğitimin olmazsa olmazı (!) bilgisayar, yansıtıcı ve tabii ki tahta… Bu sınıfta öğrencilerden beklenen ise; zil çalıncaya kadar kimsenin konuşmaması, kimsenin yerinden kalkmaması, arkasına dönmemesi, sadece izlemesi, can kulağıyla(!) dinlemesi, söz verilince konuşmasıdır… Bu öğretim ortamı ve öğretim uygulaması, altı yaşındaki çocuklar için de on altı yaşındaki çocuklar içinde aynı kurgulanmıştır. Bireysel farklılıkları bırakın, yaş gruplarına göre bile farklılıklar gözetilmemiştir. İlkokul birinci sınıftan lise son sınıfa gelene kadar on yıllık büyüme sürecinde çocukların gelişimindeki dönemsel farklılıklar yok sayılmıştır. Bu dönem çocuklarının sağlıklı gelişmek için ve hatta iyi öğrenebilmesi harekete, konuşmaya, sosyal ilişkiler kurmaya, serbest oyun zamanına, yeteneklerini fark etmeye ve geliştirmeye ihtiyaçları olduğu, bunlar için yaparak yaşayarak öğrenebileceği mekânlara ihtiyaçları olduğu düşünülmemiştir. Öğrencilerin okuldaki oturarak geçirdikleri süreler uzamıştır. Bu nedenle uzmanlar dikkat eksikliği ve Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğunun son yıllarda daha bir artış gösterdiğine işaret etmektedirler. Bu artışın nedenini ise okuldayken çocuğun oturarak geçirdiği süredeki artış olarak göstermektedirler. Birçok öğrenci de dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu olduğu ve ya yaramaz olduğu gerekçesiyle neredeyse fişlenmiştir. Bu sorunun okulun eğitim ortamının yapılanması ve eğitim uygulamaları yönteminin bir sonucu olabileceği düşünülmemiştir ya da göz ardı edilmiştir.
En baştaki cümlemize dönersek evet, günümüzde öğretim ortamları ezberci eğitime göre düzenlenmiştir. Öğrenciler içleri bilgi ile doldurulması gereken boş bardak gibi görülmektedir. Hatta çiçek çocuk olduklarında elleri bağlı bir şekilde sıraları üzerine konulmuş saksıya, Öğretmenler ise bilgiyle donanmış sulanma kabı gibi düşünülmektedir. Ancak görülüyor ki öğrenciler artık bu konumlarını kabul etmemektedirler ve tepkisel davranışlar geliştirmektedirler. Bu tepkisel davranışlar öğrenciler arası kavgalar, okula zarar vermeler, öğretmeni değersizleştirmeler, okulun ve eğitimin yararına inanmama düşüncesi, isteksizlik davranışı, mutsuzluk, zorunluluk hissi, devamsızlık olarak karşımıza çıkmaktadır. Öğretmeler ve yöneticiler tepkisel öğrenci tutum ve davranışları karşısında çaresiz kalmışlardır. Rehberlik servisleri tepkisel davranış gösteren çocukların gönderildiği disiplin odaları halini almıştır. Sınıfların ve okulların yönetilemez hale gelmesi, öğretmenlerde mesleki iş doyumunun ortadan kalkmasına, huzursuzlukların yaşanmasına neden olmaktadır. Daha sayabileceğimiz birçok neden eğitim sisteminde fiziki mekândan, uygulamaya yenileşmenin gereğini ortaya koymaktadır.
Ne yapmalı sorusuna cevap arayacak olursak; öncelikle kalabalıklar içinde öğrencileri yalnızlaştıran değersizlik durgusuna sürükleyen fabrika tarzı okul tipinden vazgeçilmelidir. Her bireyi ayrı ayrı değerlendiren yeteneklerini ve kendisini tanımasına ve geliştirmesine fırsat veren, rehberliğin ön planda olduğu, öğretmenleri ve öğrencileri ile birlikte yaparak yaşayarak öğrenme ortamının oluşturulduğu ve okuldaki her bireyin değer duygusunun tatmin edildiği daha az katlı daha çok oyun alanlı okullar kurgulanmalıdır. Hatta çocukların farklı meraklarını doyuracak tematik okullar veya tematik müfredat uygulayan okullar gündeme gelmeli ve her çocuğu aynı öğrenme modeline uymaya zorlama yönteminden vazgeçilmelidir. Hareket edebilen, kıpır kıpır olmasına izin verilen oyunlar oynayabilen, okulda olduğu zamanlarda daha uzun serbest teneffüs zamanları olan, oyunlarda kendini kanıtlayan, liderlik yapan, beğenilen ve hatta üzülerek hayatı tanıyan, üretim atölyelerinde teknolojiyi sadece oyun için değil üretmek için kullanabilen öğrenciler yetiştirmek hedefiyle öğretim ortamları hazırlanmalıdır. Öğretim ortamı sadece okulun duvarlarının arkasında sınırlandırmamalıdır. Okulların ihata duvarları kaldırılmalı, öğretim için çevreyle bütünleşmiş okul modelleri oluşturulmalıdır. Okul bulunduğu yerleşim biriminin tamamından yararlanmalıdır. Yerleşim yeri olarak köy, ilçe ya da il; müzeleri, sanat çevreleri, üretim işletmeleri, üniversiteleri, fabrikaları ile okul için öğrenme ortamı olarak topyekûn değerlendirilmelidir.
21. yüzyılın ihtiyacı olan öğretim modeli ve eğitim sistemi; daha küçük okullarda, İnsan ilişkilerini ön planda tutan, katılımcı, bireyi ve ihtiyaçlarını gözeten, fiziki yapılanmasıyla ve müfredatıyla bireyin yeteneklerini geliştirmesini ve kendini gerçekleştirmesini sağlayan, ayrıca bireyin temel yaşam becerilerini de kazandığı birey odaklı bir sistem olmalıdır. Üretim teknolojileri hızla gelişmekte ve üretim araçları hızla kendini yenilemektedir. Bu yeniliklere eğitim sistemleri hızla ayak uydurmak zorundadır. Toplumsal refahı sağlamak, mutlu bireylerden oluşan gelişmiş bir toplum olabilmek, eğitim sistemiyle ve “Mutlu Okulları” yaratmak ile doğrudan ilgilidir. Bu nedenle eğitim sistemine bireyin ihtiyaçlarını ön planda tutan ve bilimsel gelişmelere paralel ilerleyen yeni yapı ve yaklaşım kazandırılmalıdır.