Eğitim Efsaneleri!-1 (Sınıfta Kalma)

İlköğretimde Sınıfta Kalma Konusu
İlköğretimde sınıfta kalma konusu her şeyden önce bir eğitim felsefesi konusu olup, literatürde de tartışılan bir konudur. Zira zorunlu olarak çocuklara verilen bu eğitimin esas sorumluluğunun bu eğitimi alan çocuktan ziyade veren devlette olduğu tartışmamın bir boyutudur. Bu bakış açısına göre mademki devlet zorunlu olarak çocukları eğitmeyi üstüne vazife olarak almış ve Blom'un “Tam öğrenme kuramına” göre de gerekli koşullar ve olanaklar sağlanırsa her çocuk öğrenebilir şeklinde bilimsel bir yaklaşım kabul görmüş (Türkiye'de bu kuram resmi bir eğitim anlayışı olarak kabul edilmektedir.), o halde devlet gerekli koşulları sağlayıp her çocuğa öğretmek zorundadır, eğer öğretememiş ise kendi kusurudur, çocukları cezalandıramaz,  şeklinde düşünülmektedir.
       Diğer bir tartışma boyutu ise çocuğun eğitimi konusunda tasarruf sahibi kim olmalıdır? Sorusu etrafında dönmektedir. Eğer çocuğun eğitiminde tasarruf sahibi olan yegâne devlettir anlayışı kabul edilirse, bu anlayışa göre devlet çocukları istediği yarışa, sıralamaya, ölçmeye, değerlendirmeye ve hatta kıyaslamaya tabi tutabilir anlamı da bu çerçevede kabul edilmiş sayılır zaten. Buna karşılık çocuğun eğitimi konusunda anne baba tasarruf sahibi ise haliyle çocuğun değerlendirilmesinde de velinin söz sahibi olması doğal bir sonuç olarak kabul edilir. Zira başta gelişmiş ülkelerde olmak üzere refah seviyesi yüksek olan ve dünya ile işlerini halletmiş olan,  iş konusunda devlete hiçbir ihtiyacı olmayan zengin burjuva ailelerinin çocuklarının eğitimi konusunda tam bir tasarruf sahibi olma isteğinde oldukları, devletin kendi çocuklarını ölçmeye ve değerlendirmeye hakkının olmadığı, hele başka çocuklarla bir yarış içine sokarak belli merhalelerden geçirmek gibi bir zorunluluğun asla olamayacağı, dolayısıyla da devletin çocukları sınıfta bırakarak madden ve manen zarar vermek gibi onları toplumda rencide ederek, izole ederek, bir nevi tecrit ederek kendince tasarrufta bulunamayacağı yönünde düşünen veliler bulunmakta olup, sayılarının artmasına bağlı olarak da her geçen gün seslerini yükseltmektedirler.
       Ülkemizde ise gerek eğitim felsefesindeki bilimsel tartışmalar, gerekse dünyadaki burjuvazi fantezileri az da olsa bizde de yankı bulmuş olmalı ki kısık sesle de olsa son yıllarda özellikle de sekiz yıllık kesintisiz zorunlu eğitimle beraber bu konu tartışılmaya başlanmıştır.
       Ancak bizdeki tartışma boyutları yukarıdakilerden biraz farklı olarak kendimize özgü olup, daha ziyade bir “düzen ve disiplin” konusu eksenli tartışılmaktadır. Örneğin toplumumuzun büyük çoğunluğunun bakış açısına göre ülkemizde eğitim eşittir devlet kapısında ekmek şeklinde düşünüldüğü için ve devletin istihdamı da sınırlı olduğu için bunca kalabalık nüfus içinde seçilecek olan kişiler için belli yarış kurallarının bulunmasının kaçınılmaz olacağı ön kabulünden hareketle sınıfta kalma konusu belli bir düzen adına elzem kabul edilmekte ve kanıksanmış durumdadır. Bir diğer bakış açısına göre ise kalabalık nüfusun eğitim olanaklarını sağlamakta zorluk çeken devletin sağlıklı bir eğitim, düzen ve disiplin yerleştirmesi mümkün olmadığı için öğretmenler çaresiz kalmış durumdadır. Bu durumda disiplini sağlamak, öğrenciyi öğrenmeye motive etmek, öğretmenin elini güçlendirip işini kolaylaştırmak ve nihayet tembellerin daha iyi öğrenmelerini sağlamak için sınıfta kalma mutlaka olmalıdır. Zira her ne kadar yasalarımızda sınıfta kalma belli şartlara bağlı olarak varlığını korusa da hem bu çerçevede yukarıdaki tartışmalar, hem de zorunlu sekiz yıllık eğitimin faturası bu konuda taşları yerinden oynatmış olup, eğitimin de çivisi çıkmıştır!
       Tartışmalar bu minval üzere uzayıp gitmekle beraber şimdilik burada kesip işin yasal kısmına geçecek olursak ilköğretimde sınıf geçme konusu İlköğretim Kurumları Yönetmeliğinin 47. Maddesinde aşağıdaki şekilde düzenlenmiştir.
       Madde 47 — (Değişik: 24.12.2008/27090 RG) İlköğretimde öğrenci, kendi yaş grubu içinde bir bütün olarak yetiştirilir ve değerlendirilir. İlköğretim, öğrencilerin derslerdeki başarısızlığına bakılarak elenecekleri bir dönem değil, öğretim programlarında öngörülen derslerin ve sosyal etkinlik çalışmalarının ortak katkısıyla ilgi ve yeteneği ölçüsünde yetiştirilecekleri bir dönem olarak değerlendirilir.(Yorum: Bu maddenin özellikle satır araları okunmaya çalışıldığında özetle, öğrenci sadece notlarına göre sınıfta bırakılmaz, mümkün olduğunca öğrenci sınıfta bırakılmamalıdır, sınıf geçmesi yönünde kanaat kullanılmalıdır, şeklinde bir mesaj verilmektedir.)
       Buna göre;
       a) Öğrencinin ders yılındaki başarısı, tüm dersler ile sosyal etkinlik çalışmalarındaki durumu, sınavlar, projeler, performans görevleri, ders ve etkinliklere katılım ve Türkçeyi doğru, güzel ve etkili kullanma becerisi ile öğrencilerden ulaşmaları beklenen kazanımlar dikkate alınarak değerlendirilir ve başarılı öğrenciler doğrudan bir üst sınıfa geçirilir. (Yorum: Bu madde de yukarıdaki maddenin açıklaması niteliğinde olup, öğrenciyi bir bütün olarak değerlendirme öngörülmüştür. Dolayısıyla yine dolaylı olarak mümkünse sınıfta bırakmayın, şeklinde bir mesaj içermektedir.)
       b) Sınıf seviyesine göre yeterli başarıyı gösteremeyen öğrenciler için sınıf veya branş öğretmenleri, varsa okul rehber öğretmeni, okul yönetimi ve velilerle birlikte öğrenci, okul ve çevrenin durumuna göre alınacak tedbirler belirlenir. Gerektiğinde ilköğretim müfettişlerinin rehberliğinden de yararlanılarak kararlaştırılan önlemler uygulanır ve uygulama sonuçları ile ilgili rapor düzenlenir.(Yorum: Bence en önemli ve deyim yerindeyse dananın kuyruğunun koptuğu nokta burasıdır. Bu maddeye göre sorumluluk çocukta değil devlettedir anlayışı benimsenmiş olup, devlet önce kendi görevini yapmalı, gerekli önlemleri almalı en son çare olarak sınıfta bırakmayı tercih etmelidir anlayışı vurgulanmıştır. Buna göre birinci dönemin sonunda başarısı düşük olan öğrenciler için ikinci dönemin başında sınıf veya branş öğretmeni, rehber öğretmen, okul idaresi ve öğrenci velisi oturup öğrencinin durumunu değerlendirmeli, ve herkes kendi üzerine düşen görevleri yapmak üzere ortak karar alınarak yazıya geçirilmeli ve imza altına alınmalıdır.Bu kararların uygulama sonuçları ise değerlendirilerek yine yazıya geçirilmelidir. Bu önlemler de sonuç vermez ise son çare olarak sınıfta bırakma yoluna gidilmelidir.)
       c) Alınan bütün önlemlere rağmen bir üst sınıfı başarmada güçlüklerle karşılaşabilecek öğrencilerin sınıf geçmesi veya sınıf tekrarına ikinci dönemin son haftasında… ŞÖK kararı verilir… Ayrıca veli de bilgilendirilir.
Bu kararda, oyların eşitliği hâlinde başkanın kullandığı oy yönünde çoğunluk sağlanmış sayılır
. (Yorum: Görüldüğü üzere devlet kendi üzerine düşen görevini hakkıyla yaptıktan sonra, hala yeterli öğrenme gerçekleşmez ise son çare olarak sınıfta bırakmaya karar verebilir. Ancak bu karar öğretmen tarafından tek başına değil Şube Öğretmenler Kurulu tarafından oy çokluğu esasına göre verilir. Bu karara veli katılmazken sadece bilgilendirilir.
       ç) Kurul kararıyla sınıf geçen öğrencilerin notları değiştirilmez. Okul kayıtlarına, "Şube Öğretmenler Kurulu Kararıyla Geçti" veya "Sınıf Tekrarına Karar Verildi" ibaresi yazılır. Bu durum öğrencinin karnesinde de belirtilir. ( Bu durum notları zaten düşük olan öğrencinin notlarında yükseltme yapılarak diğer öğrenciler açısından bir haksızlığa neden olmamak adına düşünülmüş olmalıdır.)
       d) Birleştirilmiş sınıflarda, 3 üncü ve 5 inci sınıflar dışındaki öğrencilere sınıf tekrarı yaptırılmaz. Kaynaştırma ve özel eğitim sınıflarında eğitimlerine devam eden öğrencilere, başarısızlıklarından dolayı sınıf tekrarı yaptırılmaz.( Yorum: Görüldüğü gibi sınıfta kalması yasak olan ya da mutla geçirilecek olanlar istisna olarak sadece birleştirilmiş sınıflardaki 1,2,4. sınıf öğrencileri ile kaynaştırma öğrencileridir. Ancak bu kaynaştırma öğrencilerinin de mutlaka RAM tarafından belgelendirilmiş olması şarttır.)
 
       Sonuç olarak yönetmelik maddesinde görüldüğü üzere ülkemizde ilköğretimde sınıfta kalmak pekâlâ vardır. Ancak bu konunun uygulaması aşamasında ciddi sorunlar yaşanmaktadır. Örneğin eski yönetmelikteki kurs verme işinin hala birçok öğretmen tarafından devam ettiği düşünülmektedir. Ayrıca yukarıdaki önlem kararı zamanında uygulanmadığı için sene sonunda ipin ucu kaçmış olarak düşünülmekte ve “lanet olsun kim uğraşacak” yaklaşımıyla kerhen de olsa herkes geçirilmektedir. Bilhassa asıl sorun ise, çocuğun sınıf geçme ya da sınıfta kalma kararının ŞÖK ile oy çokluğu esasına göre verileceği yönetmelikte düzenlenmiş olmasına rağmen, hala küçük kaprislerle hareket edilmekte ve asıl kararın kim tarafından verilmesi gerektiği noktasında ya da kimin dediğinin olacağı noktasında “güç kavgası” yaşanmasındadır. Okul idaresi yönetmeliği kendince kör topal yorumlayarak yasal prosedürle uğraşmamak için “dediğimiz dedik” yaklaşımıyla öğretmenlere bu konuda emri vaki yapmaktadır. Müfettişler keza yasaları en iyi biz biliriz havasıyla yine kendince yorumlar yaparak son tahlilde sınıfta geçmeye karar verilmesi yönünde yine öğretmene emri vaki yapmaktadırlar. Buna karşılık öğrencinin kahrını çeken ve durumunu en iyi bilen ve geçip kalması noktasında en doğru kararı verecek olan öğretmen de bu emri vakiler karşısında rahatsız olarak kendi emeğine ve iradesine saygısızlık yapıldığı düşüncesinden hareketle “lanet olsun” yaklaşımı sergileyip, bu saçmalıklarla yüz göz olmaktansa ben kendim notla geçiririm daha iyi demekte ve herkesi geçirmek zorunda kalmaktadır. Dolayısıyla da yukarıdaki yasal düzenleme çoğunlukla uygulanmamaktadır.
       Oysa bu konu etrafındaki bilimsel ve sosyolojik tartışmalar ayrı bir konu olmakla beraber, ülkemizde yasal prosedür çok basit olup, ikinci dönemin başında birkaç maddelik önlem kararı yazıp ilgili kişilere imzalattıktan sonra o belgeyi bir kenarda saklayıp, sene sonunda da ŞÖK kararı ile sınıfta bırakmak yasalara uygundur. Tüm mesele bu konuda öğretmenin emeğine ve iradesine saygılı olmak ve güç kavgası kaynaklı kaprisli yaklaşımlardan kurtulmaktır.04.04.2009
analiz76@mynet.com
memurlar.biz