Bir süredir, kitle iletişim araçlarında, ülkemizin çeşitli yerlerindeki okullarda vuku bulan veya vuku bulduğu söylenen taciz olaylarına adı karışan öğretmenlerle ilgili haberler, kurumsal aidiyetleri, geçmişteki üyelikleri ön plana çıkarılarak verilmektedir. Suçu işleyen ahlaksızların hastalıklı kişilikleri kurumların çeperi içerisinde eritilerek kurumlara dönük yaftalamalara dönüştürülmeye çalışılmaktadır. Toplumun her kesiminde ve her kurumda bulunabilecek bir numune kepazelik üzerinden kişisel tacizden kurumsal tacize geçiş yapma çabaları dikkat çekmektedir.
Neredeyse her gün toplumsal sorumlulukla bağdaşmayan, medya ilke ve prensiplerini de aşan bir fütursuzlukla okullarımızda, kurumlarımızda, çalışma hayatımızda taciz veya istismar vakaları, suçlunun dışında herkesi suçlayan bir edayla basında yayınlanarak, sosyal medyada köpürtülerek işlenmektedir.
Hukuki ilkelere aykırı, ahlaki değerlerle bağdaşmayan; mevzi kazanmak, surda gedik açmak mantığıyla suçlularla kurumlar arasında geçişkenlik oluşturarak, kurumlara sarkma fiilini en az taciz kadar ahlaksız bulduğumuzu vurgulamak istiyoruz. İnsanlık için evvelemirde iyilik ve güzel ahlâk esastır; onun için bu hasletler korunmalı, saygı görmelidir. Kötülük ve ahlâksızlık sıra dışıdır, günahtır; kim olursa olsun korunmamalı, cezalandırılmalıdır. Kişilerin yaptıkları kötülükler bütün bir camiaya mal edilmemeli; kurumlar da, ahlâken yanlışı tespit edilen kişileri bünyesinde barındırmamalıdır. Kim için ve kime karşı olursa olsun yanlışa izin verilmemeli, itibar edilmemelidir. Özellikle basın, mağdur için başka bir mağduriyet oluşturmama konusunda daha hassas ve sorumlu davranmalıdır.
İnsanlara ve kurumlara komplo kurarak itibar suikastı yapabilen ideolojik gözü dönmüşlüğün artık maalesef sınır, ilke ve ölçü tanımadığı bir realitedir. Kişisel ve kurumsal itibar suikastı yapanların toplumu bilgilendirmek, toplumsal çözülmeyi durdurmak gibi bir amaç gütmedikleri, aksine özellikle muhafazakâr kesimler başta olmak üzere, insanlarda fıtri bir infial, bir tepki oluşturma hesabı içinde oldukları ayan beyan ortadır. Daha da kötüsü, mağdurların gizledikleri utançları veya hüzünlü sessiz çığlıkları üzerinden siyasi, ideolojik rant devşirilmek istenmektedir.
Ahlâkî değerler noktasında en ufak bir kaygı taşımayan politik tutumun, başka bir yönden daha büyük ahlâksızlık sayılabilecek kaba, çirkin bir istismara yöneldiği gözden kaçmamaktadır. Bunlar, çağdaşlık adı altında yıllardan beri gazete ve televizyonlarda sistemli olarak ahlâk dışı ilişkileri adeta teşvik edenler, çocuk tacizinde ahlakçı kesilip bünyelerinde LGBT’ye kurumsallık kazandıranlar, çocuk istismarına şaşı bakıp dağa götürülen çocukları yok sayanlar, özgürlük adı altında her türlü bireysel sapkınlığı meşru göstermeye çalışanlardır. Bunlar, tacizciler kendi camialarından çıkınca ‘kişi ile kurumlar bir tutulmamalıdır’ ilkesini ancak fehmedebilen ikiyüzlülerdir.
Görüldüğü üzere, bu ahlaki sapkınlığa düçar olmuş hastalıklı tipler toplumun genelinin sorunudur ve suçlular da her kesimde mevcuttur. Bu tür durumlarda beklenen, failin/suçlunun kimliğinden, aidiyetinden, dininden ve mezhebinden bağımsız şekilde değerlendirilerek, suçun önlenmesi, mağdurların rehabilitasyonu ve topluma kazandırılması için uğraş verilmesidir. Ancak bugün yaşadığımız ve şahit olduğumuz manzara göstermektedir ki, toplumda var olan kutuplaşmaya, ötekileş(tir)meye muvazi olarak medya organları başta olmak üzere, toplum kesimleri, suçun niteliği kadar failin kimliğine/aidiyetine de bakar olmuşlardır. Öyle ki, hiçbir toplumda ve düzlemde savunulmayacak faillerin çirkin fiilleri, şahsi hesaplaşmalara ve ucuz politikalara alet edilmekte; işlenen fiiller, failin mensubu olduğu iddia edilen camiaya, gruba, kuruma mal edilebilmektedir.
Tecavüzcüyü, tacizciyi kişiliğine bakmak yerine kimliğine göre değerlendirip, kendi görüşüne yakınsa savunmaya, aklamaya, ancak farklı bir ideolojiye sahipse canla başla saldırmaya kalkanlar, en az suçlu kadar ahlaksızdır.
Taciz ve benzeri hastalıklı olaylara, tek başlarına iktidar-muhalefet, şu ya da bu kesim kategorisine indirgeyerek yaklaşmak doğru değildir. Bu problemler; partiler, gruplar, sendikalar ve vakıflar üstü bir husustur ve ancak üst bir bakışla kavranabilir. Olanlar, karmaşık, çeşitli sebepleriyle sosyolojik, psikolojik çöküntünün yansımalarıdır. Meseleyi asıl mecrasından saptırmadan, tüm boyutlarıyla doğru anlamak, kavramak gerekir. Yapılması gereken, sorumlu kişi ve kurumların küçük, çapsız hesaplardan uzaklaşarak, bir çığlığa kulak verip soruna sağlıklı çözümler üretmektir.
Biz bugüne dek sağlıklı çözümlere her zaman destek verdik, bundan sonra da vermek için elimizden geleni yapmaya devam edeceğiz. Korkarız, kara çalmayı, çamur atmayı taktiğe dönüştürmüş bazı çevreler, şimdiye kadar yaptıkları benzer engellemelerde olduğu gibi soruna üretilen çözümlere de yine politik hesaplarla karşı çıkacaklardır. Ahlâki ilkeler belli kişilerin uymak zorunda olduğu, belli kişilerin muaf tutulacağı ilkeler değildir. Bu konuda gösterilecek en ufak bir müsamaha ve ayrıcalık samimiyetsizlik olur. Yanlış yapanlar için tarafımız bellidir. Bizler ahlaksızlığın her çeşidine, kimin yaptığına bakmaksızın karşıyız. Adli ve idari merciler yapılması gerekenleri yapmalıdır, suçlular en ağır şekilde cezalandırılmalıdır. Bu noktada kimseye ne minnet ne diyet borcumuz vardır.
Eğitim-Bir-Sen olarak, medeniyet değerlerini kendine rehber edinmiş, her zaman milli iradenin yanında saf tutmuş, ölçüsü hak ve adalet olan, kimin yaptığına bakmadan her türlü ahlaksızlığa karşı durmayı ilke edinen, ülkesini, milletini, temsil ettiği eğitim çalışanlarının haklarını savunmak için mücadele eden, kazanımlar elde eden, mazlum ve mağdura yardım eli uzatan, geleceğimizin emanetçileri gençlerin daha iyi bir eğitim almaları yönünde çalışmalar yapan Türkiye’nin en büyük sivil toplum kuruluşu olarak, suçun ve cezanın şahsiliği ilkesinin göz ardı edilmemesinin, suç işleyen ahlaksızların kurumlardan arındırılmasının elzem olduğuna dikkat çekiyor; millî, ahlâkî, manevî değerleriyle daha barışık ve bütünleşmiş bir Türkiye özlemimizi bir defa daha ifade ediyoruz.