Eğitim-Bir-Sen 61. Başkanlar Kurulu Toplantısı Kızılcahamam’da yapıldı. Üç gün süren toplantıda, sendikal çalışmaların yanı sıra eğitim, ülke ve dünya gündemine ilişkin değerlendirmelerde bulunuldu, eğitim çalışanlarının sorunları ve çözüm önerileri görüşüldü.
Genel Başkanımız Ali Yalçın, toplantının açılışında yaptığı konuşmada, mali konularda bazı sorun alanlarının bulunduğunu ifade ederek, “Toplu sözleşme kazanımlarımızın beşine etki eden tasarruf genelgesinin yol açtığı sıkıntıları gidermek için gayret sarf ettik. Hazine ve Maliye Bakanlığı ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile bu konuları görüştük ve toplu sözleşme ikramiyesi ile ilgili düzenlemenin hayata geçirilmesini sağladık” dedi.
Toplu sözleşmenin amacının tarafların bir araya gelerek mali, sosyal ve özlük haklarını sosyal paydaşlıkla belirlemek, kararlaştırılan maddeleri eksiksiz hayata geçirmek olduğunu kaydeden Yalçın, sözlerini şöyle sürdürdü: “Kamu görevlilerinin mağdur edilmemesi ve kazanımlarımızın hukuksuz kararlarla engellenmemesi için Tasarruf Tedbirleri Genelgesi’nin Servis Hizmeti bölümüne dava açtık. Davanın sonucu beklenmeden yapılan yanlıştan dönülmeli, kamu görevlileri mağdur edilmemeli, toplu sözleşme masasına olan güven zedelenmemelidir.”
Öğretmenlik Meslek Kanunu’nun beklentileri karşılayacak şekilde çıkarılması için çalıştıklarını, emek harcadıklarını belirten Yalçın, “Meclis açıldığında tekrar müzakere sürecine gireceğiz. Adına yaraşır bir kanuni düzenleme için kanun teklifinin tüm aşamalarında ısrarla yaptığımız öneriler bu tarihî adımın ıskalanmaması için önemlidir. Sorunlu kısımların giderilmesi, eksiklerin tamamlanması, adını hak edecek bir kanunun hayata geçirilmesi için elimizden geleni yapmaya devam edeceğiz” şeklinde konuştu.
“Başından beri mülakatın gereksiz bir tartışma ortamı oluşturarak enerjimizi tükettiğine işaret ettik” diyen Yalçın, “Mülakat, stres yüklü bir alana dönüşmüş olsa da duruşumuzu hiç bozmadık, bu konuda ısrarla cümle kurmaya devam ediyoruz. Buradan bir defa daha çağrıda bulunuyorum: Enerjiyi gereksiz yere tüketen ve sosyal maliyet üreten mülakat uygulaması kalkmalı, tartışmalar bitmelidir” ifadelerini kullandı.
Okulların temel hizmet ihtiyaçlarını karşılamayan, iş ve sosyal güvenceden yoksun ve ücret adaletsizliği üreten İşgücü Uyum Programı’nın çözümde anahtar olamadığına dikkat çeken Yalçın, “Öğrencilerimize iyi bir eğitim, sağlıklı ve temiz bir okul ortamı sağlanabilmesi için yöneticisinden öğretmenine tüm eğitim çalışanları seferber olmak zorunda kalmıştır. Yan hizmetlerin eksiksiz yerine getirilmesiyle eğitim sistemimiz çok daha iyi sonuçlar verecektir. Ücret adaletsizliğinin giderilerek programın işlevsel hâle getirilebileceğinin ve asgari ücret altı rakamların ilgi görmediğinin bilinmesini istedik. Uygulamanın cazip hâle getirilmesi gerekliliğini, sahanın stresini Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan’a ilettik. Bu konudaki ısrarımız Bakanlığı harekete geçirdi. TYP modeliyle 30 bin kadro alınacak” diye konuştu.
Başkanlar kurulu sonuç bildirgesi
İnsan haklarına yönelik her türlü şiddete, baskıya, zulme ve haksızlığa karşı çıkmaya; hukukun üstünlüğü için, eğitim başta olma üzere hayatın her alanında kazanılmış hakların korunması ve yeni hakların elde edilmesi için çalışıp çabalamaya, mevcut sorunların bir an önce çözüme kavuşturulması için emek harcamaya, mücadele etmeye devam edileceği vurgulanan toplantıda şu kararlar alındı:
İnsanlığa karşı bütün dünyanın gözü önünde suç işleyen, temel insan haklarını, uluslararası hukuku, uluslararası antlaşmaları açıkça çiğneyen İsrail’in barbarlığına son verilmelidir. Siyonist İsrail’in Filistin halkına yönelik zulmü, Gazze’de gerçekleştirdiği soykırım, komşularına yönelen ve sivilleri hedef alan saldırganlığı derhal durdurulmalıdır. Bunun yanı sıra, Doğu Türkistan başta olmak üzere, mazlum halklara ve insanlara karşı sürdürülen, insanlığın ortak utancı olan katliamları, cinayetleri, açlığa maruz bırakılmayı ve hak ihlallerini şiddetle kınıyor; insanlık âlemini zulme karşı durmaya, barışı, adaleti, özgürlüğü ve insan haklarını dünyamıza hâkim kılmak için sorumluluk almaya, zalime ve zulme dur demeye çağırıyoruz.
Ekonomik dengelerde yaşanan bozulmasının en çok sabit gelirlileri etkilediği; zorunlu harcamalara gelen artışların, dolaylı vergilerin yükü ve diğer ekonomik gerçeklerin maaş/ücret artışından daha fazla gidere yol açtığı; para ve piyasa politikalarının kaybedeninin sürekli olarak kamu görevlileri, sabit gelirliler olduğu gerçeği görülmelidir. Enflasyonla mücadele başta olmak üzere, ekonomik alanda atılacak adımlar, yapılacak düzenlemeler ve belirlenecek yöntemler adil olmalı; hedeflenen sonuç, alın terinin ve akıl terinin değerini artırmalı, çalışanları korumalı, gelir dağılımında adaleti sağlamalıdır.
Millî gelirin paylaşımında ortaya çıkan çarpık tablo, alt ve yüksek gelir grupları arasında uçurumun derinleştiğini ve orta sınıfın giderek ortadan kalktığını göstermektedir. Buna rağmen vergi sisteminin ağırlık merkezini oluşturan dolaylı vergiler eliyle, başta sabit gelirliler olmak üzere, geliri olsun ya da olmasın toplumun bütünü vergilendirilmektedir. Böyle bir zeminde, kamu görevlilerinin, sabit gelirlilerin kahir ekseriyetini oluşturduğu geniş toplum kesimleri üzerine yıkılmış vergi yükünü azaltmak, gelir durumuna göre vergilemeyi tesis etmek üzere doğrudan vergilerin vergi gelirindeki payını yukarı çıkaracak tedbirlerin alınmasına ve dolaylı vergilerin azaltılmasına yönelik bir politika izlenmelidir.
Enflasyon baskısı altında nefes almakta güçlük çeken kamu görevlilerinin rahat nefes alması sağlanmalı; kayıpları giderilerek maaş/ücretlerinde enflasyona yenilme riskini giderecek mahiyette iyileştirmeler yapılmalıdır. Tasarruf, memurun üzerinden yapılmamalı, kamu görevlisi emeklilerinin sesi duyularak beklentileri karşılanmalıdır.
688 sayılı Kanun, uluslararası normlara, sendikal gerçeklere ve evrensel ilkelere uygun olarak güncellenmeli; sendikal özgürlükler artırılmalı, örgütlenmenin önündeki engeller kaldırılmalı, toplu sözleşme hükümleri eksiksiz uygulanmalıdır. Sosyal diyalog mekanizması olan Kurum İdari Kurulu kararlarının gereği yerine getirilmelidir.
Ek gösterge artışına ilişkin düzenleme, kamu görevlileri arasında hiyerarşik ve adil düzeni sağlayacak, memnuniyet üretecek bir sonuç ortaya koyamamıştır. Sözlerin tutulması ve kamuda iş barışının sağlanması için birinci dereceye yükselen ancak 3600 ek göstergeden yararlanmayan kamu görevlilerine 3600 ek gösterge verilmelidir.
Konut kiralarında meydana gelen artış, kamu görevlilerinin çalışma şartlarını ve istihdam edildikleri hizmet yeri tercihlerini etkileyecek hatta yegâne etken olacak hâle gelmiştir. Sadece büyükşehirlerle sınırlı kalmayan, kamu görevlilerini şehirlerden uzaklaşmaya zorlayan kira sorunu, bir geçim sorununa dönüşmüştür. Bu amaçla, kamu işvereni, kamu görevlilerine ihtiyaçlarını giderecek ve destek olacak şekilde kira yardımı yapılması konusunu gündemine almalı, bu konuda ivedilikle adım atmalıdır.
Yükseköğretim kurumlarının disiplin kurullarında ve lojman komisyonlarında sendika temsilcisinin bulunması başta olmak üzere, toplu sözleşme hükümlerimiz, Anayasa-uluslararası sözleşmeler-kanunlarla koruma altına alınan kazanımlarımız engellenemez, engellenmemelidir. Atılan demokratik adımları, sendikal örgütlenme alanındaki gelişmeleri ve özgürleşme alanındaki genişlemeleri olumsuz etkileyecek uygulamalardan kaçınılmalıdır.
Toplu sözleşmeyle hüküm altına alınan, doğasında tasarruf olan servis hizmetinin ‘Tasarruf Paketi’ kapsamında kamu görevlilerini mağdur edecek bir uygulamaya dönüştürülmesinin kabulü mümkün değildir. Taraflar arasında toplu sözleşme görüşmelerinde karar altına alınan bir hükmün daha sonraki süreçte engellenmesi, uluslararası sözleşmelere, Anayasa’ya ve 4688 sayılı Kanun’a aykırılık teşkil edecektir. Toplu sözleşme hükmü, servis hizmetinin sağlanmasında kamu işverenine açık ve net bir sorumluluk yüklemektedir. Servis hizmetinin sağlanması konusunda kamu işvereni içine düştüğü hatadan vazgeçmelidir.
İŞKUR bünyesinde yürürlüğe konulan İşgücü Uyum Programı, güvencesiz istihdam, düşük ücret ve sosyal güvence yoksunluğu nedeniyle talep görmemiş, dolayısıyla okulların temizlik ve güvenlik personeli ihtiyacı karşılanamamıştır. Sorunun çözümü için tahsis edilen 30 bin kadro ise yetersizdir. Millî Eğitim Bakanlığı, ortaya çıkan soruna ivedilikle müdahale etmeli, temizlik ve güvenlik başta olmak üzere, gerekli personelin istihdamını sağlamalıdır.
Millî Eğitim Bakanlığı tarafından ücretsiz dağıtılan ders kitaplarının içeriği ile kademeler arası geçiş için öngörülen sınav içeriklerinin uyumsuzluğu, “kaynak kitap” talebine zemin oluşturmaktadır. Bu durum, öğretmenlerin mesleki potansiyelini öğrencilerine yansıtmasını sekteye uğratmakta, okul yönetimi ile velileri karşı karşıya getirmekte, ebeveynlere gereksiz yük oluşturmakta ve eğitimde fırsat eşitliğini zedelemektedir. Bakanlık, ücretsiz ders kitaplarının içeriğini öğretmen görüşleri ekseninde zenginleştirerek devleti israftan, vatandaşı masraftan kurtarmalıdır.
Öğretmenlerin anayasal haklarını sınırlayan, aile bütünlüğünü bozan, eşleri birbirinden, çocukları da anne babalarından ayrı bırakan, öğretmeni eşi ile işi, sağlık ile işsizlik arasında tercihte bulunmaya zorlayan, öğretmenlik mesleğini ve öğretmenin itibarını zedeleyen sözleşmeli öğretmenlik uygulamasına da öğretmen istihdamında ucuz işçiliğe dönüşen ücretli öğretmenlik uygulamasına da son verilmelidir.
Mağduriyet oluşturan mülakat uygulaması yerine adil bir istihdam modeli hayata geçirilmelidir. Hakkaniyetli, liyakat ölçülerine göre istihdamın toplum vicdanında karşılığı olan KPSS puan üstünlüğüne dayalı olarak memur istihdamı esas alınmalıdır. Millî Eğitim Bakanlığı, öğretmen açığının olduğu eğitim kurumlarına öğrencileri öğretmensiz bırakmamak için atama duyurusunu yaptığı 20 bin öğretmenin atamasını KPSS puan üstünlüğünü esas alarak bir an önce gerçekleştirmelidir.
Öğretmenlerin yer değişikliği taleplerinin karşılanması ile öğretmen açığının kapatılması ve bölgesel farklılıkların giderilmesi hedeflerinin bir arada yürütülmesinin zorluğu açıktır. Anayasal hak olan mazerete bağlı yer değişiklikleri ve isteğe bağlı yer değişikliği ile yaşa ve tecrübeye dayalı bölgeler arası adil bir öğretmen istihdamı birlikte uygulanmalıdır. Dolayısıyla hem öğretmenlerin yer değişikliği gibi temel çalışma haklarını hem de bölgeler arasında adil dağılımını sağlayacak objektif bir yer değişikliği süreci hayata geçirilmelidir.
TBMM’nin Ekim ayında çalışmalarına başlamasıyla Genel Kurul’da görüşülmeye devam edecek olan Öğretmenlik Mesleği ve Millî Eğitim Akademisi Kanunu Teklifi, öğretmenlerin beklenti ve taleplerini karşılayacak bir içerikle şekillenmelidir. Verilen sözlerin ve taahhüdün gereği yerine getirilerek, kariyer basamaklarında ilerlemeye esas hizmet süresinin uzman öğretmenlik için 5 yıl, başöğretmenlik için 10 yıl olması sağlanmalı, ünvana dayalı tazminat oranları emekliliğe yansıtılmalıdır.
Eğitim yönetiminde temel sorun, yönetici seçme ve atamada belirsiz ve kestirilemez politikaların izlenmesi, uzun vadeli bir perspektifin oluşturulamaması, neticede kalıcı bir modelin inşa edilememesidir. Eğitim kurumu yöneticiliği ikincil görev kapsamından çıkarılmalı, bu önemli vazife görevlendirmeyle değil, kadrolu olarak yürütülmelidir.
Genel idare hizmetleri, teknik hizmetler, yardımcı hizmetler ve diğer hizmet sınıflarında çalışanların mali ve özlük hakları iyileştirilmeli, eğitim-öğretim sınıfı çalışanlarına tanınan haklar kendilerine de tanınmalıdır. Bununla birlikte, yardımcı hizmet sınıfı çalışanlarının görev tanımlarındaki belirsizlik giderilmeli; aşçıların THS’ye, bütün YHS çalışanlarının ise GİH sınıfına geçirilmesi sağlanmalıdır.
Yönetim hizmetleri kadro grubuna, görev, yetki ve sorumluluklarının genişliğiyle uyumlu olmayan, yetersiz özlük hakları verilmiştir. Şube müdürlerinin ve şeflerin özlük hakları, sorumlulukları ekseninde iyileştirilmelidir. Millî eğitim uzmanı, Bakanlık müfettişi ve yardımcısı, il millî eğitim müdür yardımcısı, ilçe millî eğitim müdürü, araştırmacı, şube müdürü, eğitim müfettişi ve yardımcısı ile eğitim uzmanı kadrolarında görev yapanlardan, aranan hizmet süresini tamamlayanlara da uzman öğretmenlik, başöğretmenlik ünvanına dayalı haklar tanınmalıdır.
Deprem bölgesindeki konut ihtiyacı, hayat kalitesinin bozulması ve zorunlu yer değişikliği gibi etmenler, eğitim ve öğretim üzerindeki olumsuz etkilerini hâlâ hissettirmektedir. Bölgedeki eğitim ve öğretimi etkileyecek en önemli unsurlar arasında bulunan öğretmenlerin psikolojik iyi olma hâlleri, barınma ve hayat şartlarının niteliği ve mevcut desteklerin devamlılığı, yeni atanacak öğretmenlerin nerelerde görevlendirileceği ve barınma şartları ile ilgili sorunlar hızla çözüme kavuşturulmalıdır.
Yükseköğretimde reform yapılmasının gerekliliği konusunda toplumun tüm kesimleri mutabıktır. Reform ve değişim beklentileri, YÖK’ün yapısı ve rektör seçimleriyle sınırlı kalan kısır tartışmalardan kurtarılarak küresel siyasi, sosyal, toplumsal ve iktisadi değişim ve dönüşümlere, talep ve beklentilere cevap verebilecek bir yükseköğretim sisteminin inşası için somut adımlar atılmalıdır.
2547 sayılı Kanun’un 13/b-4 maddesinin, üniversite rektörlerince sınırları çizilmemiş yetkiye dayanılarak bir baskı, sürgün, mobbing, hukuksuzluk, sendikal ayrımcılık aracı olarak kullanılmasına son verilmelidir.
Zamanlarını araştırma ve bilgi üretmeye ayırabilmeleri, bilimsel bilgi ve toplumsal hizmet üretebilmeleri; ülkemizin sorunlarının çözümünde öncülük edecek nitelikli, lider insanların yetiştirilmesi için akademisyenlerin mali haklarında, çalışma şartlarında iyileştirme yapılmalı ve iş güvenceleri sağlanmalıdır.
Deprem bölgelerinde bulunan üniversitelerimizin akademisyen adaylarınca ve akademisyenlerce tekrar tercih edilebilmesini sağlamak ve buradaki akademik göçün önlenmesi açısından geç kalınmadan iyileştirmeler yapılmalıdır. Söz konusu bölgelerde bulunan üniversiteler için ödenmekte olan geliştirme ödeneği oranı artırılmalıdır.
Hukuki bir dayanağı olmaksızın meslek yüksekokullarına öğretim üyesi kadrosu verilmemesi, bu kurumlarda çalışan ve doktorasını tamamlayan öğretim görevlilerine doktor öğretim üyesi kadrosu, doktor öğretim üyesi kadrosunda bulunanlara da doçentlik kadrosu tahsisi konusunda bir ilke kararı alındığı, rektörlere şifahi bir talimat verildiği ve bu yönde uygulama olduğu, bu hususun üniversite yönetimlerince ifade edildiği; bu konunun sosyal medya ve basında da gündeme gelmesi, bir vakıa olarak karşımızda durmaktadır. Sadece lisans ve lisansüstü eğitim düzeyinde değil, ülkenin ara eleman ihtiyacını karşılayan ve kamuda/özel sektörde memurluk için de bir altyapı ve kaynak olarak varlığını sürdüren meslek yüksekokullarında görev yapan öğretim elemanlarının, yasal bir mecburiyet olmadığı hâlde kendilerini yetiştirmeleri, geliştirmeleri, görevlerini aksatmamak kaydıyla doktora yapmaları, doçentliğe hazırlanmaları takdir ve teşvik edilmesi gerekirken, tam tersine bir uygulama ve tavır sergilenmesi eğitim hayatına bırakınız katkıda bulunmayı, çalışma atmosferini, aşk ve şevk içerisinde işini yapmayı etkileyecek, neticede bu kurumlarda performans kaybına ve kalitede düşüşe neden olacaktır. Ön lisans programlarında öğrenim gören öğrencilerin, uygulamanın içinden gelen meslekte uzman öğretim görevlilerinden olduğu kadar, bütün derslerden değilse bile en azından bazı derslerde, alanında doktoralı, doçentlik ünvanına sahip öğretim üyelerinden de ders almaya hakları olduğu hususu da izahtan varestedir. Bu konuda yazılı bir talimat olmasa da alınan bir ilke kararı varsa meslek yüksekokullarının bugünü ve geleceği açısından yeniden gözden geçirilmelidir.
Akademik yükselme süreci, objektif, adil ve fırsat eşitliği temelinde yürütülmeli; akademik yükselmelerde bir üst ünvan için aranan şartları taşıyan akademisyenlere kadro tahsisi yapılmalı, keyfî ve ayrımcı atamalar önlenmelidir.
Doçentlik kadrosuna atanabilmede, Üniversitelerarası Kurul tarafından alınan/verilen doçentlik ünvanı ve belgesi yeterli olmalı, üniversitelerin yüzde 90’ından fazlasında zaten bu şekilde olan uygulamaya bütün yükseköğretim kurumları da katılmalı, bu hususta uygulama birliğine gidilmelidir. Doçent ünvanını alan öğretim üyelerinin/elemanlarının, kadroya atanıp atanmadıklarına bakılmaksızın, mali açıdan bütün doçentlik haklarından yararlanabilmeleri sağlanmalıdır.
Uluslararası literatürde “üniversite personeli” kavramı içinde idari personelin akademik personelden ayrı düşünülmediği gerçeğinden hareketle, akademisyenlere tanınan geliştirme ödeneği, yükseköğretim tazminatı, döner sermaye katkı payı gibi temel mali ve sosyal haklar idari personele de tanınmalıdır.
Toplu sözleşmede karar altına aldırdığımız ‘üniversite idari personelinin üniversiteler arası merkezî yer değişikliği’ talebiyle ilgili kurumlarca çalışma gerçekleştirilerek düzenleme yapılması konusunda somut adımlar atılmalı ve idari personelin üniversiteler arası merkezî yer değişikliğini sağlayacak bir sistem bir an evvel kurulmalı; sorunun çözümünü sürüncemede bırakan oyalama taktiklerine son verilmelidir.
Yazar ve akademisyenler Türkiye ve dünya gündemine ilişkin değerlendirmelerde bulundu
Toplantıda, Araştırmacı-Yazar Abdullah Çiftçi “Uluslararası Gelişmelerin Yönü ve Türkiye’nin Geleceği”, Gazeteci-Yazar Aydın Ünal “Siyasette ve Sivil Toplumda Yeni Vizyon Arayışı”, Talim ve Terbiye Kurulu Başkanı Prof. Dr. Cihad Demirli “Müfredat Değişikliğinin Eğitim Sistemimize Etkisi”, Araştırmacı-Yazar İhsan Aktaş “Türkiye’nin Sosyolojisi, Sivil Toplumun Öncü Rolü”, YÖK Yürütme Kurulu Üyesi Prof. Dr. Erol Arcaklıoğlu ise “2030’a Doğru Yükseköğretim Vizyonu” konularında birer konuşma yaptılar.