Başlıktaki tamlamaların çıkış hikâyesi ve anlamlarına girmeden, Türkiye'de camiamıza yönelik niyet, taarruz ve operasyonları anlatarak duruşumuzun ne olması gerektiğini anlatmaya çalışacağım.
Her dönemin bir günah keçisi vardır. Konjonktür değiştikçe günah keçisi de değişir. Ne kadar sıkıntı, olumsuzluk, başarısızlık varsa günah keçisine yüklenir. Sanki bütün sorunların kaynağı günah keçisidir. Eğer o büyük bir darbe alır ya da yok edilirse bütün sorunlar çözülecek, her şey düze çıkacakmış gibi bir hava estirilir.
Ak Parti öncesinin günah keçisi dindarlıktı, dini bütün insanlardı; bütün geri kalmışlığın faturası dindar insanlara çıkarılır, mürteci olarak yaftalanırlardı. Bu yüzden yönetici azgın azınlık bütün gücüyle dindar insanlara, dine, dinle oluşan geleneğe saldırır, mütedeyyin insanlar her türlü kötü muameleye maruz kalır, her vesileyle aşağılanırlardı.
Ak Parti iktidarının belli bir döneminden sonra artık irtica-mürteci kavramları miadını doldurdu, devlet eliyle yapılan irtica-mürteci şeklindeki sınıflamalar terk edildi.
Yeni dönemin modası, belli kesimleri hedef almak, belli kesimleri günah keçisi ilan etmek şeklinde kendini gösteriyor. İktidarı bütünüyle karşılarına almaktan vazgeçip iktidarla yakınlığı olduğunu düşündükleri bazı oluşumların, bazı sembol kişilerin üstüne gitmeye, oradan iktidarı yıpratmaya başladılar. Münferit olaylar genelleştirilerek bazı yapıların üzerine gidildi. Kanaat önderi konumundaki bazı kişilerin sözleri bağlamından kopartılarak, hedef tahtasına oturtuldu.
Yapılan çirkeflikler bazı noktalarda amacına ulaştı. Bunun neticesinde bazı kişi ve oluşumlar geri plana çekilirken saldıran taraflar küçük küçük mezvi kazanmaya başladılar. Bir süre sonra baktılar ki taktikleri tutuyor, cephe genişletmeye başladılar. Saldırdıkları kişi ve yapıların sayısında artış oldu.
Son dönemde eğitim, eğitimciler, bazı okul türleri ve eğitim örgütleri hedef alınır oldu. Bütün güçleriyle saldırıyorlar. Eğitim alanında yaşanan bütün olumsuzluklar belli bir kesime mal edilmeye çalışılıyor. Her olumsuzluk izah edilirken imam hatipler, okul yöneticileri, eğitim bürokratları mutlaka araya sıkıştırılıyor. Hızlarını alamıyorlar sendika ile birlikte camianın eğitimle ilgilenen tüm STK'larını işin içine katıyorlar. Eğitim düzelecekse bütün mevcut yönetici ve yapılar tasfiye edilmelidir diye sık sık tekrar ediyorlar.
Bu ara okul yöneticilerine fena halde takmış durumdalar, var güçleriyle saldırıyorlar. Kendilerinin vaktiyle nasıl yönetici olduklarını hiç gündeme getirmeden, mevcut yöneticilerden binlercesinin sınavla yönetici olduğu gerçeğini görmezden gelerek, hepsini görevden alın diye aşındırmadık kapı bırakmıyorlar. Taleplerinin karşılanması, hele de boşalan koltuklara kendilerinin oturması durumunda her şeyin düzelivereceğini anlatmaktan da geri durmuyorlar. Bunları tanımasak, neredeyse biz bile inanacağız.
Beyler, herkes herkesi tanıyor. Biz sizin cemaziyel evvelinizi biliyoruz, ahirinizin de ne olacağının gayet farkındayız. Okulların sizin zamanınızda ne halde olduğu unutulmuş değil. 94 öncesi İstanbul nasılsa, sizin yönettiğiniz okullar da aynen onun gibiydi. Dikensiz gül bahçesi hiçbir zaman olmadı, olmayacak. Ancak hiçbir şey, birilerinin göstermeye çalıştığı gibi hiç değil. Taşra eğitim bürokrasisi, okul yöneticileri bağlamında her şeyin eskisinden çok daha iyi olduğu net görülüyor. Tekil olumsuz örnekler her zaman olacak. Onlara da gereken yapılır, yapılıyor. Olumsuz örnekleri genelleyerek topyekûn karalama kampanyası yürüterek hedefinize ulaşacağınızı düşünüyorsanız, buyurun devam edin.
Bu deli saçması taleplerin bazı mahfillerde konuşulduğu kulağımıza geliyor. Bu türden taleplere kulak vermek bile ciddî güven bunalımına sebep olur. Yeni bakanla birlikte eğitim dünyasında oluşan olumlu hava, tam tersine döner; işlerin iyice çıkmaza girmesine yol açar.
Sürekli eğitim yöneticilerinin kendini geliştirmesinden bahsediliyor. Öğretmenler için yüksek lisans düşüncesi dile getiriliyor. Daha fazla bilgilenmeyi elbette hepimiz istiyoruz. Ancak eğitim yöneticilerinin çoğunluğunun yüksek lisans yaptığı ya da yapmakta olduğu acaba bilinmiyor mu? Herkes aslında şunu çok iyi biliyor: Eğitimde sorunların asıl kaynağı öğretmen ve yöneticiler değil. Sorunun çözümü, Ali'nin yerine Veli'yi oturtmak hiç değil. Onun için birileri kâh öğretmenle kâh eğitim yöneticileriyle uğraşmayı bıraksın.
MEB'de, fazla ses çıkarananın haklı olduğu düşünülmeye başlanmışsa, gereği yapılır. Ancak şunun bilinmesini isteriz: Bütün okul yöneticileri günah keçisi olarak görülüyor, müktesep haklar hiçe sayılarak hepsinin havuza alınıp sıfırdan başlatılması düşünülüyorsa, bu mesele bizim için Aşil Tendonu'dur.
Erol ERMİŞ
Eğitim-Bir-Sen İstanbul 3 No'lu Şube Başkanı