Suriye iç savaşında milyon ile ifade edilen bir göç dalgası, kuzeye doğru, Türkiye’ye yöneldi. Türkiye Cumhuriyeti yöneticileri, geçici prefabrik evlerde bu sığınmacıları misafir etti. Daha sonra sığınmacıların bir kısmı ülkenin değişik yerlerine göçmeye ve ticaretle uğraşmaya başladı. Hızlı nüfus artışı, özellikle doğurganlık oranlarının yerleşik nüfusa göre fazla olması, yaklaşık 1 milyon Suriyeli çocuğun Türkiye’de doğmuş olması, bazı çevrelerde tehlike ve tehdit olarak algılanırken ensar-muhacir politikalarını benimseyen çevrelerde olumlu karşılandı. Suriyelilerin yaklaşık 250 binine 240 bin dolar karşılığı vatandaşlık verilmesi, daha sonra 13 Haziran 2022 tarihi itibariyle 400 bin dolar karşılığı konut alana vatandaşlık verileceği ve BES (Bireysel Emeklilik Sigortası) ile ilgili düzenlemenin yayımlanmış olması kamuoyunda tartışılmaya başlandı. Vatandaşlık karşılığı yerleşik hayata geçilmesi, seçimlerde oy kullanma ve adaylık gibi hakları da beraberinde getireceğinden, siyasi çevrelerde kaygı durumu ortaya çıktı. Kamuoyu Suriyeli sığınmacıları tartışırken Afganistan, Pakistan hatta Somali’den de sığınmacıların geldiği yönünde sosyal medyada haberlerin paylaşılması, tartışma konusu oldu.
Öncelikle kamuoyunun tartıştığı konuların başında savaştan kaçan sığınmacılara vatandaşlık verilir mi? Konu hakkında hukukçu Prof. Dr. Ersan Şen’in de belirttiği gibi, ülkelerinde savaş bitip sulh ortamı sağlandığında, sığınmacıların ülkelerine gönderilmeleri gerekir. Türkiye bu kişilere uluslararası yasal düzenlemelere göre vatandaşlık vermek zorunda değildir.
Sığınmacılar, geldikleri ülkelere uyum sorunu yaşar mı? Kıta Avrupası ve Amerika’da akademik düzeyde sığınmacılar üzerine yüzlerce kitap basılmış, makale yazılmış, tez hazırlanmıştır. Sığınmacılar geldiklerinde yetişkin oldukları için, yerleşik toplumuna kolay kolay uyum sağlayamazlar. Sığınmacıların eğitim düzeyi ve gelir düzeyi düştükçe bu tür uyum sorunları daha da artar. Yetişkinler yeterince eğitilmediğinde ise, çocuklarının da uyum sorunlarında belirgin oranda artış görülür. Türkiye eğitim sisteminde vatandaş yetiştirme politikaları bağlamında, okulda pek çok beceri kazandırılır. Sığınmacı bu eğitimden geçmediği için metroda sigara içmeye, çöpü oturduğu evin penceresinden atmaya, yere tükürmeye, yüksek sesle müzik dinlemeye başlayabilir. Bu ve benzeri davranışlarını yerleşik kültüre dayatır. Ayrıca sorunlarını hukuki yollarla değil, şiddete dayalı çözmeye, hırsızlık, gasp, dolandırıcılık ve taciz vakalarında da artışa neden olabilir. Bu tür şikâyetlerin bir kısmı, işçi statüsünde Almanya, Fransa ve Hollanda’ya giden Türk kökenliler için de yapılmıştır. Danimarka başbakanı Mette Frederiksen: “Ülkelerine gelen sığınmacıların ciddi uyum sorunu yaşadığını, mafyalaşma ve suç işleme oranlarında artış görüldüğünü.” Basına çıkladı. Danimarka Türkiye gibi milyonla ifade edilen sığınmacı almadı. Maksimum 700-800 sığınmacı da bu sorunu yaşıyorsa, Türkiye’nin durumunu siz düşünün…
Sığınmacılar ülkelerin ekonomisine katkı sunar mı? Aslında doğrudan olmasa da dolaylı yoldan katkı sağlarlar. Ancak, yerleşik kültürün kazanılmış değerlerini de tehdit ederler. Şöyle ki: “Sığınmacılar genellikle ucuz iş gücüdür. Sigortasız ve herhangi bir sosyal güvencesi olmadan çalışırlar. Patron sinirlendiğinde işten atar ve tazminat ödemek zorunda kalmaz.” Bu durum, küçük ve orta ölçekli sanayinin, köy ağalarının iştahını kabartır. Türk vatandaşı 5 bin TL’den aşağı çobanlık yapmazken, hatta sigorta yapmasını isterken sığınmacı ayda 1000 TL’ye boğazı tokluğuna çalıştırabilir. Günün 24 saati emek sömürüsü yapılabilir. Bu durumda et ve süt fiyatları düşer mi? Tabi ki hayır. Ucuz iş gücü ve emek sömürüsünden nemalanan patron ve ağa olur. Ayrıca sigortasız işçi çalıştırmak, emek sömürüsü yapmak yasalara göre suçtur. Sığınmacı kaçak çalıştığı için hiçbir hak iddiasında bulunamaz. Yerleşin toplumun vatandaşları bu durumda işsiz kalır. Sığınmacıların yoğunlukta olduğu yerlerde işsizlik oranında artış görülür. 400 bin dolar karşılığı konut alan ya da BES alanlara vatandaşlık verdiğinizde, ülkenin gayrimenkullerinde fiyat artışları görülür. Bu durum kiraların artmasına da neden olur. Ülkenin yerli halkı, kendi ülkesinde evsiz kalır ve makul kiraya konut bulamaz hale gelir. Ülkeler cari açıklarını vatandaşlık vererek, konut satarak değil, katma değeri yüksek, AR-GE merkezli ürünleri üretip satarak elde edebilir.
Sığınmacılar olmasa kas gücü yoğun işlerde çalışacak insan bulamayız, ifadesi doğru mu? Bu ifade kısmen doğru fakat doğru şekilde ifade edilmemiş, eksik bir ifadedir. Bir ülkenin nüfusu gittikçe yaşlanabilir ve genç nüfusa ihtiyaç duyabilir. Bu ihtiyacı karşılamanın yolu, ne olduğu belirsiz insanları, özellikle 18-30 yaş arasındaki tamamı erkek olan kişileri, ülke sınırından kaçak geçip gelenleri kabul edip istihdam etmek değildir. Ülkenin İş ve İşçi Bulma Kurumu çoban, tarım işçisi, marangoz, aşçı, duvar ustası vb. ihtiyacını belirler. Başka ülkelerin İş ve İşçi Bulma Kurumu’na bildirir. Türkçe bilenler, sabıkası olmayan, genetik ve sürekli hastalığı olmayan, referansları iyi olanlara çalışma izni verilir. Oturum ve vatandaşlıktan söz edilmez. İş gücü ihtiyacı bitince gider. Bu arada sosyal güvenceye sahip olduğu için emekli olabilir. Bizim Almanya, Fransa ve Hollanda’dan emekli olan vatandaşlarımız gibi…
Düzensiz göç ve sığınmacılar, ülkelerin iç güvenliğini tehdit eder mi? 1970’li yıllarda Beyrut, Ortadoğu’nun Paris’i idi. Hem zenginlik hem de demokrasi açısından refah ülkesiydi. Arap-İsrail savaşından sonra 4,5 milyon Filistinli, Beyrut’a geldi. Çoğu radikal İslamcı ve savaş yanlısıydı. Dürziler, Hristiyanlar sizi nasıl yönetir? Bunlar neden bu kadar zengin? Gibi söylemlerle iç savaş başlattılar. Sonuçta 300 bin insan iç savaşta öldü. Topraklarının bir kısmını Suriye, bir kısmını da İsrail işgal etti. Batı Roma İmparatorluğunun yıkılışı kavimler göçü neticesinde ikiye bölünmüş, Doğu Roma İmparatorluğu ortaya çıkmıştı. 1980’li yıllarda Pakistan nükleer araştırmalarda Hindistan ile rekabet ediyordu. 1979 yılında SSCB Afganistan’ı işgal ettiğinde yaklaşık 5 milyon Afgan Pakistan’a geçti. Halen daha Pakistan’da yaşıyorlar. İç kargaşa, kaos, mafya ve terörün kaynağını sığınmacılar oluşturdular.
Çanakkale’de ve Kurtuluş savaşına Suriyelilerin, Iraklıların katılmış olması Türkiye Cumhuriyeti devletinde hak iddia etmelerini gerektirir mi? Bazı siyasiler: “Çanakkale savaşında Suriyeliler, Iraklılar da vardı. Onları yok sayamayız.” İfadesini kullanıyorlar. Öncelikle savaşın olduğu yıllarda bu topraklar Osmanlı Devleti’ne aitti. Bu bölgede yaşayan Türkmen nüfusu vardı. Osmanlı askerleri nasıl Yemen’de, Arabistan’da, Trablusgarp’ta savaşıyorsa, bazı Suriyeliler de hasbelkader Çanakkale’de savaşmış olabilir. Bu mantıkla hareket ederseniz, Biz de Mısır, Arabistan, Kuveyt, Yemen’den aynı iddialarla toprak ve vatandaşlık talebinde bulunabiliriz. SSCB ordusunda binlerce Özbek, Tatar, Kırgız, Azeri vardı. Şimdi SSCB yıkıldı. Özbekler, Azeriler gidip biz de Sovyetler Birliği vatandaşı olmak istiyoruz. Siz Almanya’da savaşırken biz de sizin ordunuzda idik, diyebilirler. Çanakkale savaşı için gelen Anzaklar Büyük Britanya’dan aynı gerekçeyle vatandaşlık isteyebilirler. Türkler de göçmendi. Bunlar da göçmen benzetmesi, doğru değildir. Türkler savaştan kaçıp Anadolu’ya gelmedi. Ellerinde kılıç, kalkan, ok ve yay ile geldi. Bizans ile savaştı. 1071’de, Miryakefalon’da, 1453’te, 1922’de defalarca Anadolu’nun tapusunu aldı. Bu benzetme 10 bin yıllık insanlık tarihinin, 5 bin yıllık Türk tarihinin ve 1400 yıllık İslam tarihinin her aşamasında yer almış olan Türk milletine alenen hakaret etmekten başka bir şey değildir.
Ülkelerin düzensiz göç alması ile çağdaşlık açısından sorun olur mu? Düzensiz sığınmacılar ellerinde akıllı telefonları ile şehirlerin yaşam alanlarını gasp edebilirler. Gruplar halinde metroya, vapura, otobüse biner, park ve mesire alanlarına yayılarak oturur, nargilelerini toplu yaşam alanlarında içebilirler. Kaldırımın ortasına sandalye atar, gelip geçene küfür eder, pedofili hastası olanlar çocukları taciz edebilir. İngiliz kadın, Antalyalı erkek sevgilisini, Suriyeli paralı katile öldürtür, Afgan sığınmacı, Afrikalı sığınmacıyı bıçaklayarak cep telefonunu gasp eder, sığınmacılar patronu rehin alarak fidye isteyebilir. Bu haberler her gün gazetelerin üçüncü sayfasında, adi vakalar bölümünde yayımlanır. Belirli bir aşamadan sonra toplum bunu kanıksar. Hava kararmadan evine girmeye, ara sokaklardan geçmemeye, haklarını korumamaya, korkmaya ve sinmeye başlar. Böylece demokrasi, insan hakları ve adalet ortadan kalkar. Niteliksiz insan nitelikli insanı kovar. Türk vatandaşlarının vergileriyle nitelikli üniversitelerde okutup doktor, mühendis yaptığımız parlak beyinlerimiz yurtdışına giderken, kalitesi tartışılan üniversitelerden mezun olmuş doktorların ülkemize göç etmesi, ayrı bir tartışma konusu olarak ortaya çıkar.
Sonuç olarak yapılan araştırmalar sığınmacıların %75’inin ülkesine dönmediğini gösteriyor. Suriyeli sığınmacıların çoğunluğu ülkesine dönmek niyetinde görünmüyor. Türkiye Kuzey Suriye’de 1 milyon sığınmacı için ev yapmış olmasına rağmen, ne kadarının gideceği henüz kestirilemiyor. Türkiye 11 milyon işsizin olduğu bir ülke olduğu kabul edilirse, sığınmacılarla birlikte bu nüfus 20 milyonu bulabilir. Sanayisi gelişmemiş, tarımı zor durumda, can çekişen bir ülkenin düzensiz sığınmacı alma politikasından vaz geçmesi gerekir. Bu durum aynı zamanda yerleşik kültürün demografik yapısının değişmesi anlamına gelir ki, ileride yaşanabilecek birçok sorunun ortaya çıkma tehlikesi vardır. Türkiye savaştan kaçanları değil, iş gücü olarak nitelikli olanları kabul etmelidir. M. Kemal Atatürk 1935 yılında Albert Einstein’i Türkiye’ye davet etmiş, pek çok bilim insanını kabul edip İstanbul Üniversitesi’ni güçlendirmiştir. Amerika 1950’lilerden sonra Avrupa’dan göç eden seçkin göçmenler sayesinde bilimde, sanatta ve sporda gelişme olanağı yakalanmıştır. Suriyeliler, ülkelerine dönmeli ve ülkelerinde bağımsız, hür ve refah içerisinde yaşamalıdır. Kenar mahallerde kâğıt toplayıcılığı yapan, üçüncü sınıf pis işlerde çalıştırılıp emek sömürüsüne maruz kalan sığınmacıların bu hallerini savunmak doğru değildir. Aynı zamanda düzensiz sığınmacı olarak adlandırılanların da yurda girişleri engellenmeli, sınır dışı edilmelidir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti yetkilileri, Suriye devlet başkanı Esad ile görüşmeli, sığınmacı sorununu kökten çözülmelidir. Aksi taktirde göçmenlerin arazisine çöken YPG ve PKK, yerli güçler, göçmenlerin geri dönmesine engel olacakları gibi, döndüklerinde can ve mal güvenliklerini de tehdit edebilirler. Suriye’nin üçe bölünme, üniter yapısından uzaklaşma tehlikesi vardır. Yetkililerin bu durumları değerlendirdiği, yeni politika kararları aldığı umulmaktadır.
Prof. Dr. Necati Cemaloğlu