Aslında bu sorunun cevabı “ kesinlikle hayır”dır. Ama bir kelimelik yazı olmayacağı için en azından neden kapatılamayacağını açıklamaya çalışalım. Eğitim camiasında son bir senedir, “Dershaneleri kapatabilir miyiz, ya da kapatırsak nasıl kapatırız?” şeklinde tartışmalar var. Kapansın ya da kapanmasın diyen herkes kendi düşüncesini destekleyecek çeşitli argümanları da bizlere sunarak fikir dünyamıza katkıda bulundular.
Dershaneler, eğitim sistemimizde çok önemli bir boşluğu dolduruyor. Bugün dershaneler 100 bine yakın insanı istihdam ederken vergi veriyor, yüz binlerce gencimize sahip çıkıyor. Dershanelerin çevresindeki çaycıları, börekçileri de düşünürsek bu rakam daha da büyüyecektir. Ayrıca, toplumda ihtiyaç olan bir şey yasaklanırsa ihtiyaç olmaktan çıkmaz aksine yer altına iner. Dershane sektöründe de bu risk var.
Bizim dershanelerle ilgili en önemli sorunumuz, dershanelerin asıl eğitimin önüne geçmesidir. Biz eğitim sistemimizdeki yanlışlıkları düzeltebilirsek dershanelere olan ihtiyacı azaltmış oluruz ama tamamen bitiremeyiz. “Dershanelere eğitimimizdeki çarpıklıktan doğuyor.” yanılgısı şehir efsanesi olmaktan öteye gitmemektedir. Dershanelere olan ihtiyacımız eğitimdeki çarpıklıklardan doğmuyor ama bu çarpıklıktan beslendiği de bir gerçek. Bugün eğitim sistemimizde hiçbir eksiklik olmasa dahi dershanelere ihtiyaç yine olacaktır.
Bugün liseli gençlerimiz üniversitelerin gözde bölümlerine girmek isterken ortaokuldaki çocuklarımız da Anadolu ve Fen Liseleri için ter dökmektedirler. Okullar kontenjanlarla sınırlı olduğu için çocuklarımız hepsi birbirleri ile yarışmaktadır. Biz öğrencilerimize “ Şu puanı alırsan ya da falanca yeteneğini ispatlarsan bu okula kesin girebilirsin.” garantisini veremiyoruz. Peki, ne diyebiliyoruz? “ Diğerlerini geçmelisin!” İşte bizim sorunumuz tam da budur.
Sistem öğrencilerin öğrenim hayatını devam ettirebilmesi için diğerinin öğrenim hayatını bitirme üzerine kuruludur. Çünkü gözde bölümlere girebilmek için öğrenciler arasında kıyasıya bir yarış yaşanmaktadır. Dershanelerin ihtiyaç duyma sebebi öğrencilerin kıyasıya yarışın en önünde olmak istemelerinden kaynaklanmaktadır. Yani artık iyi olmak yetmiyor en iyi olmak gerekiyor. Bugün öyle aileler var ki takviye eğitimi için ilköğretim öğrencisi olan çocuğunu hem okul kursuna ya da dershaneye gönderdikten sonra üstüne özel ders aldırıyor. Şu anki eleme sisteminde öğrenciler en iyi olmaları için takviye eğitim almaları zorunluluk gibi görünüyor. Kısacası, sınav varsa rekabet var; rekabet varsa dershaneler kaçınılmaz olacaktır.
Peki, MEB dershanelerin öğrenciye sunduklarını aynı şekilde sunabilir mi?
Bu sorunun da cevabı “ kesinlikle hayır.”dır.
Bunun birkaç sebebi var:
Sınıf Kültürü: Aynı sınıf içerisinde bulunup farklı ideallere, farklı beklentilere ve farklı pozisyonlara sahip çocuklar var. Lisede aynı sınıf içerisinde ileriye dönük üniversite planları olan var, olmayan var. Örneğin: Kimisinin ailesi çocuğunu üniversitede okutmak yerine kendi iş yerinde çalıştırmak isteyebilir, kimisinin maddi durumu yoktur ya da kimisi de eğitim hayatına devam etmek istemiyordur. Şimdi bu farklı durumdaki çocukların hepsinin bulunduğu bir sınıf düşünelim: Üniversite planları olan öğrenciler dersi daha bir can-ı gönülden dinlerken lise sonrası için farklı planları olanlar –doğal olarak - biraz daha rahat davranabilirler. Hatta üniversite planı olmayanlar kendi aralarında daha rahat davranacakları için “ders için gerekli ortam” biraz sekteye uğrayacaktır. Hatta ailesinin zoru ile okula gelen çocukların çoğunlukta olduğu bir sınıf ise orada “öss’ye dönük proje” tamamen ortadan kaybolacaktır.
Peki, üniversite planı olan öğrencileri belli sınıflarda toplayabilir miyiz? Zaten MEB’in derslik sayısı yetersizken bu şekildeki bir çeşitliliği MEB’in alt yapısı kaldırmayacaktır.
Müfredat ve Sınav şekli: Liselerde ve ortaokullarda öğrencilerimiz, klasik yazılı dediğimiz açık uçlu soru teknikleri ile hazırlanırken üniversite ve liselere hazırlık sınavlarında çoktan seçmeli test tekniği uygulanmaktadır. Bu sorunu aşmak için lise ve ortaokullardaki sınavları çoktan seçmeli sınava dönüştüremeyiz. Çünkü çoktan seçmeli sınav sistemi çocukların kendilerini ifade gücünü zayıflatmaktadır. Ayrıca, MEB’in müfredatı her ne kadar ÖSS ile içerik olarak örtüşse bile dizayn ve sıralama olarak örtüşmemektedir. Örneğin: Çok önemli ve soru sayısı çok olan bir konu Lise 1 müfredatında bulunabilmektedir. Öğrenci lise 1’de gördüğü bu konuyu lise sonda çoktan unutmuş olacaktır.
Öğretmen yapısı: Öğretmenlerin ÖSS’ye dönük eksiklikleri hizmet içi programlarla aşılabilir. Fakat şu da bir gerçektir ki “Öğretmen bir devlet memurudur.” Öğretmenlerimizin geneli zaten MEB’in amaç ve ilkelerine uygun bir şekilde öğrencilerine eğitim vermekle görevli iken bu yeni görevleri ile tamamen bir çelişkiye düşeceklerdir. Örneğin; MEB’in müfredatına mı yoksa sınava hazırlık çalışmalarına mı ağırlık verecektir?
Özgürlük Sorunu: Çoğu kimsenin dikkatinden kaçan ama en önemli sorunlardan biri budur. Gerek ortaokul gerek lise öğrencileri okullardan ziyade dershanelerde özgür olabiliyorlar. İstedikleri gibi giyip istedikleri rahat dolaşabiliyorlar. Okulun kapısındaki “askeri düzen” ile bekletilmeden dershanelere girebiliyorlar. Biz halen okullarda çocukların saçlarını, kıyafetlerini kontrol ediyoruz. Sırf jöle sürdü diye çocuklarımızı incitiyoruz. Eğer, bugün dershanelerin öğrencilere sunduğu bu özgürlüğü MEB okulları sağlayabilirse dershaneye giden öğrenci sayısı % 20 azalır.
Yukarıda saymış olduğumuz maddeler çoğaltılabilir. Zaten asıl sorunumuz bu değil. Bizim asıl sorunumuz “ başta da söylediğimiz gibi dershanelerin asıl eğitimin önüne geçmesidir. Hamburger yemeyi yasaklayarak köfteyi cazip hale getiremediğimiz gibi dershaneleri kapatarak okulu cazibe merkezi haline getiremeyiz. Biz bu noktada eğitim sistemimizdeki eksikliklere odaklanmalıyız ve onlara çözüm bulmalıyız. Belki dershaneleri kapatamayız ama MEB eğitimini merkeze yerleştirmeyi başarabiliriz.
Mesut Kaymakçı
Eğitimci Yazar