Geleneksel aile yapımızdan uzaklaşıp çekirdek aile olarak hayatımızı sürdürmeye başlamamızla birlikte çocuk yetiştirmedeki tecrübeleri ve alışkanlıkları da terk ettik. Gelişmiş ülkelerin yüz-iki yüz yılda yaşadıkları tarım toplumundan sanayi toplumuna geçiş sürecini biz bir iki kuşakta tamamlamak zorunda kaldık. Yaşadığımız süreç aslında tarım toplumundan sanayi toplumuna geçiş değil de köyden kente bilinçsizce ve kontrolsüzce bir göç gerçeğidir. Bu göç gerçeğinin sosyolojik, ekonomik ve siyasi nedenleriyle sonuçları ayrı bir konu olduğundan bu yazımda anne babaların ve eğitimcilerin çocuk yetiştirmede karşılaştığı sıkıntılara ve bu sıkıntılara getirilen çözüm önerilerine değinmeye çalışacağım.
Her çocuk ayrı bir dünyadır. Anne babalar çocuklarını sağlıklı, mutlu ve başarılı bir birey olarak hayata hazırlamakla yükümlüdür. Daha doğru olan ise anne babanın çocuk yapmaya karar verdikten sonra sosyal ve psikolojik olarak çocuk yetiştirmenin uzun ve yorucu yolculuğuna kendilerini hazırlamasıdır.
Çocuk, doğumundan itibaren annesiyle; daha sonraları en yakın çevresiyle iletişime geçer. Doğumla beraber çocuğun öğrenme süreci de başlamış demektir. İlk kez bir çocuğa sahip olan ebeveynler yakın çevreden gördükleriyle, okuduklarıyla, izledikleriyle şanslı olanlar aldıkları eğitimlerle çocuklarını büyütmeye başlıyorlar. Birçok ebeveyn duygusal gelişimin zihinsel gelişimin anahtarı olduğunu bilmediğinden önceliği çocukların fiziksel ihtiyaçlarını karşılamaya veriyor. Televizyonlardan öğrenilen anne babalığın bir sonucu olarak ilk hatamız çocuklara hitaplarımızda başlıyor “aşkım, sevgilim, annem, babam, ablam vb.” Daha sonra kendi çocukluğumuzdaki sağlıksız anıların gölgesi düşüyor çabalarımızın üzerine “Ben yapamadım o yapsın, ben yiyemedim o yesin, ben göremedim o görsün.” gibi.
Oysa çocuğumuzun mizacını tanıyıp mizaçlarına uygun gelişmelerini sağlamak her anne babanın öncelikli sorumluluğudur. Her çocuğun gelişim süreci farklıdır. Bu gelişim sürecine uygun olarak çocuklara belirli sorumluluklar vermek, çocuğun tercih yapmasına fırsat tanımak doğru bir davranıştır. Yardımsız oturabilen bebeklerin önlerine konulan sağlıklı yiyeceklerden istedikleri sürede istedikleri kadar yemelerine imkân sağlamak, onlara doyumsuz bir haz ve tartışmasız özgüven verecektir. Çocukları, bir şeye sahip olmaktan daha fazla mutlu eden, bir şeyleri başarmış olmanın onlara yaşattığı duygudur. Ayakta durmaya başlayan ilk adımlarını atan yavrularımıza yapabileceğimiz en olumlu katkı düştüklerinde onlara zarar verecek objeleri ortadan kaldırarak yürüme deneyimlerini istedikleri kadar gerçekleştirme şansını sunmaktır. Doğru olan davranış çocukların düşmelerini engellemek değil ne kadar düşerse düşsün ayağa kalkmanın mümkün olduğunu öğrenmelerini sağlamaktır.
Anne babalara düşen en büyük sorumluluklardan birisi de çocuğun hayatına giren yetişkinlerin sık değişmesine engel olmaktır. İmkânlar ölçüsünde çocukların anne babaları tarafından büyütülmesi, bakıcıya ya da kreşe emanet edilecek çocuklarımızın bakıcı ve kreş seçiminde hassas davranılması son derece önemlidir. Sık değişen bakıcı ve kreş öğretmenleri çocuklarımızın gelişim süreçlerine olumsuz etkilemektedir. Unutulmamalıdır ki, hayatımız tercihlerimizden ibarettir.
Ebeveynler ve eğitimciler olarak bizlerin söylemleri ile eylemleri arasındaki tutarlılık da çocuk üzerindeki etkimizi belirler. Anne, baba ve eğitimcilerin çocuklara doğru bir rehberlik yapabilmeleri için önce çocuğu çok iyi tanımaları gerekir.
İlgi, merak, çaba ve motivasyon olmadan öğrenmenin olmayacağı, çocuklarımızın sözlerimizden ve davranışlarımızdan etkilenerek öğrendiklerini ama daha çok davranışlarımızın etkili olduğu ve bizleri taklit ettikleri unutulmamalıdır.
Bebeklikten itibaren çocuklar anne babalarının sınırlarını test etmeye başlarlar. Sınırlar anne baba arasındaki ilişkileri de belirler. Bebekliklerinden itibaren anne babalarını avuçlarının içine almaya çalışan çocuklar bunu bir kez başardıkları zaman asla bırakmak istemezler. Bu süreç doğru zamanda doğru şekilde olumluya döndürülemezse en değerli varlıklarımız olan çocuklarımız kâbusumuz oluverir.
Çocuklar güç kontrol ve otorite konusunda evdeki ve okuldaki durumu iyi gözlemler ve davranışlarını ona göre ayarlarlar. İlk kez okulla tanışan çocuklarda gözlemlediğimiz okul korkusunun temelinde de evde kurduğu hâkimiyet alanının okulda kurulamayacağı endişesi yatmaktadır. Çocuklar anne babalarının anne baba gibi davranmalarını güçlü ve kararlı olmalarını beklerler. Çocuklar “Güç ve kontrol kimde?” sorusunu sorarlar, güç ve kontrolün anne babada olmadığı durumlarda çocuklar anne babalarını avuçlarının içine almaya çalışırlar ve genellikle de bunu başarırlar.
Bebekliklerinden itibaren çocuklarımıza koyacağımız doğru sınırlar, onların hem kendilerini hem de yaşadıkları ortamı tanımalarını sağlar; onlara keşfetme ve öğrenme fırsatı sunar. Doğru çizilen sınır, çocuklara hazır olmadıkları şeyleri gösterme açısından önemlidir. Aşırı kontrollü ya da kontrolsüz ve tutarsız sınırlandırmalar öğrenme ve gelişme süreci için son derece olumsuz bir davranış şeklidir.
Anne, baba ve eğitimcilerin sözleri davranışlarıyla desteklenmelidir. Söz ve davranışların tutarsızlığı öğrenme sürecini olumsuz etkilemektedir.
Net olmayan ucu açık yönlendirmeler çocukların sınırları zorlamasına davetiye çıkarmaktadır. Küçük yaşlardan itibaren hataların görmezden gelinmesi olumsuz davranışın onaylandığı anlamına geleceğinden hataların düzeltilmesini davranışların olumluya döndürülmesini imkânsız hale getirmektedir. Annelerin aşırı korumacılığı yanında babaların çocuk yetiştirme sorumluluğundan kaçarak bütün yükü annelerin üzerine yıkmaları çocuk eğitimindeki en büyük problemi oluşturmaktadır. Bunun üzerine bir de kendini yenileyip geliştiremeyen öğretmenlerin daha çocuğu tanımadan, öğrenme hızı yavaş ya da farklı olan her öğrencide öğrenme güçlüğü olduğu fikrine kapılması problemin büyümesine neden olmaktadır. Öğretmenlere öğrenme hazzı için motivasyon görevi bulunan eğitim kurumu yöneticilerinin veli eğitimi de aldığı sorumluluklardan birisidir. Bu bağlamda yöneticilerin işlerini eksik yapmaları problemleri çözümsüz kılmaktadır.
Çocuklara önce sorumlu oldukları işi yapma, sonra oyun ve eğlence anlayışını kazandırmak çocuk yetiştirme ve eğitimde karşılaşacağımız birçok problemin çözüm anahtarıdır. Her çocuk anne babasının ve öğretmenlerinin beklenti ve kurallarını öğrenmek ister ve mutlaka onların sınırlarını test eder. Anne, baba ve eğitimcilerin en önemli görevlerinden birisi de çocukların hatalarıyla yüzleşmelerine ve sonucuna katlanmalarına engel olmamaktır. Hatalarıyla yüzleşmeyen çocukların öğrenmeleri de zor olmaktadır.
Bizlere düşen, “Bu çocuk bu davranışı niye yaptı?” diye çocuğu sorgulamak yerine olumsuz davranışı olumluya değiştirmek için neler yapabileceğimize odaklanmaktır. Davranışın nedenini bulmak çözüm için gereklidir. Bu süreçteki en büyük hatalardan birisi belki de birincisi çocuğu suçlama/kayırma tavrıdır.
Bizim okul sistemimiz öğrencilere temel becerileri kazandırmak üzerine kurulmuştur. Okullarımızda çocuklara temel becerileri kazandırmanın yanında; psikolojik olarak dayanıklı, yetenekleri keşfedilmiş ya da yeteneklerinin farkında olan çocuklar yetiştirmeliyiz. Öğrencilerimize, çevreye ve velilere doğru rehberlik yapılan okul iklimlerini oluşturmalıyız.
Anne, baba ve eğitimciler olarak çocuklarımıza küçük yaşlardan itibaren karar verme fırsatı sunmalıyız. Seçimler yaparken onlara yardımcı olup yol göstereceğiz. Ama onların yerine karar vermeyeceğiz. Hangi seçimin sonunda ne ile karşılaşacağından haberdar etmek seçim yapmalarını kolaylaştırabilir. Bu tavır çocukla ebeveyn ve öğretmen arasında güven ilişkisinin kurulmasını da sağlar. İnsanı en çok yoran süreç karar verme sürecidir. Bir karar alırken güvendiği birinden yardım almak kadar değerli bir şey yoktur. Çocuğunuzun güvendiği kişi olmanız zor değil. Karar vermek zihinsel bir enerji harcayarak seçenekleri gözden geçirmek ve belli sorumlulukları almak demektir. Karar verebilen, verdiği kararın sonucuna katlanan çocuklar hayata atıldıklarında bu süreci yaşamayanlara göre daha başarılı ve daha mutlu olmaktadırlar.
Çocuklarımızın olağanüstü işlere imza atmasını istiyorsak onlara herkesten daha fazla çalışmaları gerektiğini, mesleklerin kutsallığını değil emeğin kutsallığını öğretmeliyiz. Unutmamalıyız ki kolay para kazanmanın şehvetine kapılmış ebeveynler ve eğitimciler bu değerleri çocuklarına öğretemezler.