Gün geçmiyor ki yazılı ve görsel basında okullarımızda yaşanan fiziksel ya da psikolojik şiddet olayına tanık olmayalım.
CİMER üzerinden her gün yüzlerce şikâyet yapılmakta.
Çocukların iyi bir eğitim alması üzerinde ittifak yapması gereken tüm paydaşların arasındaki bu çatışmaların nedeni nedir?
Hırslarımız, egolarımız, kibrimiz ya da cehaletimiz mi?
Okullardaki şiddetin nedeni, özgüvenli cehaletin esir ettiği bazı veliler mi, işinin hakkını veremeyen-vermeyen öğretmenler mi, yoksa liyakat sahibi olmayan yöneticiler mi?
Çözümün parçası olabilme makamında olanlar, egolarının esir olmuşlarsa, adil değillerse etik değerlere ve ilkelere sadık kalamıyorlarsa okullarda meydana gelen şiddet olaylarının müsebbibi değiller midir?
Çocuğu için en iyisini isteyen ebeveynlerin öğretmenlerle, okul yönetimiyle bazen de diğer velilerle yaşadığı fikir ayrılıklarının-çatışmaların temelinde bilgi eksikliği ya da doğru zamanda doğru şekilde kurulamayan iletişimler mi yatmaktadır?
Çatışmalar, yönetimden anlamayan “idarecilerden” mi, yoksa ergenliği bitmemiş anne babaların oluşturduğu bazı velilerden mi kaynaklanmaktadır?
Yönetimde asıl maharet yöneticinin ve çalışanın haddini bilmesi, kendini bilmesi, kendi değer ve yeteneklerini, sınırlarını çok iyi tanıması değil midir?
Haddini bilmek insanın ulaşabileceği önemli bir erdemdir. Çatışmaların bir nedeni de “haddimizi bilmemek” mi, işimizin hakkını verememek mi?
Velilerimizin, öğretmenlerimizin ve de yöneticilerimizin haddini bilmesi kendi yetenek ve değerinin farkında olması gerekmez mi?
Veli olmadığı halde okula gelip torunu, yeğeni, kuzeni, kardeşi hakkında bilgi almaya çalışan kişiler midir çıkan krizlerin sebebi?
Oysa bizim mevzuatlarımızda velinin kim ya da kimler olduğu açıkça belirtilmektedir. Öğrenci velisi; öğrencinin anne, baba veya yasal sorumluluğunu üstlenip eğitimiyle ilgilenen kişidir. Bu nedenle öğrenciler ile ilgili bilgiler sadece velilerle paylaşılabilir.
Öğretmen, veli ya da okul yöneticileri arasında yaşanan görüş ayrılıklarından sonra yapılan ve büyük bir çoğunluğu asılsız olup sıradan bir işlemle kapatılan, inceleme-soruşturmaya konu olanların da geneli daha inceleme aşamasında dosyanın işlemden kaldırılmasıyla neticelenmekte.
Şikâyet edilen eğer bir öğretmen ise asılsız şikâyetlerde en büyük mağduriyeti şikâyet edilen öğretmenin öğrencileri yaşamaktadır.
Haksız yere şikâyet edilen öğretmen kendini kötü ve değersiz hissetmekte, bunun etkisi ile çalışma performansı olumsuz etkilenmektedir.
Oysa şikâyetçiler; asılsız şikâyetin iftira olduğunu, iftiranın kötü bir davranış ve kanunlarımızca da suç sayıldığını bilseler asılsız bir şikâyette yine de bulunabilirler miydi?
Şikâyet etme hakkını fütursuzca kullananlar; Devlet memurlarının iftiralara karşı kanunlarca korunduğunu, basit iftira suçunun cezasının, 1 yıldan 4 yıla kadar hapis cezası olduğunu, nitelikli iftira suçunda cezanın yarı oranında arttığını bilselerdi kolaylıkla başkalarına iftira atabilirler miydi?
İftira suçunun Türk Ceza Kanunundaki karşılığı hakkında yeterli bilgiye sahip olan veliler bu suçu kolayca işleyebilirler miydi?
Devlet Memurlarını iftiralara karşı koruyan kanunları uygulama makamında olanlar bu kanunları emredildiği şekilde (Danıştay İkinci Dairesi E:2004/2624, K:2004/1641) uygulamış olsalardı şikâyetler bu denli fütursuzca yapılabilir miydi?
Sendikalar “sosyal medya sendikacılığını bırakıp” eylem sahasında daha fazla yer alarak kanunu uygulamakla görevli atamaya yetkili amirler üzerinde gerçek bir baskı oluştursalar sanırım aklına esen, klavye başına geçen “had bildiriciler, ders vericiler” kamu çalışanlarına iftira atarken bir kez daha düşünmezler miydi?
Öğretmenlerin itibar sahibi olmadığı toplumlarda hangi tedbir alınırsa alınsın, hangi reform yapılırsa yapılsın eğitimde istenilen hedeflere ulaşmak pek de mümkün olmayacaktır.
Unutulmaması gerekir ki; eğitimin çöküşü milletin çöküşü demektir…