Hayatta her şeyin bir başlangıcı olduğu gibi bir de sonu vardır. Yaşadığımız hayatın içerisinde sonsuz olan yegâne şey, vasıflar ve kavramlardır. Onlar dahi hayatın sonlanması ile sahneden çekileceklerdir. Dolayısıyla insanoğlu, sonlu olan hayatın içinde yaşadığı sevinçlerini, üzüntülerini, kavgalarını ve sair tüm hayat gailesini terk edip göç edecektir.
Sonsuz olduğunu söylediğimiz vasıf ve kavramların sonsuzluğunun kaynağı ilahî olduğundandır ki ‘Hay’ ismiyle kaim ‘hayat’ ile birlikte yok olmayacak, sadece sahneden çekilecek, çıkış noktasına, kaynağına dönecektir.
Öyleyse diyebiliriz ki: Olgular evreninde yaşayan biz insanlar, hak, adalet, vicdan; ihlâs, ihsan, tevazu, şükür, rıza, kanaat ve hayâ gibi vasıfları, olguları anlamak ve yönetmek için kullanmadığımız müddetçe ‘ziyan’ın uçurumuna yuvarlanmaya devam edeceğiz sonlu hayatın mektebinde.
Bundan iki üç yıl önce demişiz ki:
“…‘En zorlu hapishane insanın kendi kafasının içine kurduğu hapishanedir.’ diyor Şeyh Bedrettin.
Evrensel insanî değerlerin koca bir hiç mesabesine indiği bir dönemi yaşıyoruz. Kendisini, çevresini, bağlı olduklarını, hiç bağlanmadıklarını sorgulamayan bir insan nesliyle karşı karşıya oluşumuz, değerlerin çöküşünün en bariz göstergesidir. …”
Ve devamında şu cümleleri kurmuşuz:
“Akı karadan ayıramayan gözün; doğru ile yanlışı, haklı ile haksızı, ahlaklı ile ahlaksızı ayırt edebilecek zihni melekelerini derdest edip vicdanının çeperinde çarmıha germesi, hakikati, Yusuf’un kardeşleri gibi, zanlarının kör kuyusunda hapsetmesinden başka nedir ki? ...”
Sonunu da şöyle bağlamışız sözlerimizin:
“… Yusuf’un kardeşi olma hâli, ışığın zulmeti ta kalbinden delip hakikatin güneşini ifşa ederek buzdan dogmalarınızı (iktidarlarınızı) damla damla eritmesinden mi doğmaktadır? ...”
Ahlakın istiklalini mahdumun istikbalinde dara çeken vicdan Hakk’ın yerine ikame ettiği metaın bizatihi kendisi olarak mahv olacaktır. Bu türlü vicdanın dünya esaretine alkış ve sitayiş ile mukabele edenlerin “buğz-ı fillah” olmayıp da mazluma buğz etmeleri önce ahlakı ardından İslâm’ı kirletmenin hadsizliğidir.
Kabuğunda İslâm boyası, içinde riya çukuru ile cansiperane, cazgır gibi hakkı ve adaleti meydan meydan, sokak sokak “Allah” adı ile örtme kepazeliğiniz aştığınız haddin ardındaki ateşi müjdeler mazluma.
Çünkü “…innallâhe lâ yuhibbul mu’tedîne.” ‘Allah haddi aşanları sevmez.’
ÜNSAL ERKAN