Bizi kurtaracak erkeklik

Evlat acısı, arşa aladan duyulur, tariflere sığmaz, yüreklerimizi dağlar. Evlat bizim olmasa bile bu hepimiz için böyledir.

Evlat acısı, arşa aladan duyulur, tariflere sığmaz, yüreklerimizi dağlar. Evlat bizim olmasa bile bu hepimiz için böyledir. Ateş yine de düştüğü yeri yakar. Bunları hep biliyoruz, fazla söze hacet yok. Sözün manasız olduğu yerde susmak, kendimizi matem yaşantısına bırakmak gerekir. Milletçe Özgecan’ımızın matemini tutarken ben de susacak, bugünkü yazımda başka bir konudan bahsetmeye çalışacaktım. İki baba var ki, beni bu fikrimden caydırdı.

Babanın acısına pek dikkat edilmez. O da beceremez acısını anlatmayı, istemez de zaten. Babanın ıstırabı, evlat acısının büyüklüğünü görmek için en sahih yerlerdendir bakmasını bilene. Çocuklarına ekmek almak için ayırdığı son parasını cüzdanına yerleştirir gibi kimseler görmesin diye katladıkça katlar kalbinin en ücrasına sıkıştırmaya çalışır. Taş gibi acı kesilir. Acılı baba, o kadar hazin bir görüntüdür ki, bırakın anlamayı ona bakmak bile zordur. Bir an göz göze gelseniz dahi hemen gözünüzü kaçırırsınız acının dehşetinden. Bu bilgim, hem kendi yaşantım hem mesleki tecrübelerim nedeniyle sınanmıştır ama şimdi iki babayı anlatmak istememin nedeni acılarının büyüklüğü değil...

Özgecan’ımız için ağlıyoruz, aşağıların aşağısı hallerimize nasıl bir çare bulacağız diye düşünüyoruz... Bu iğrenç vahşetin erkeklikle uzaktan yakından alakası olmadığını esasen biz erkekler göstermek durumundayız. Gerçek erkeklik, iyi babalık timsallerini bulup çıkarmalı, “Bakmayın siz o melun alçaklara, biz aslında buyuz” demeliyiz. Şimdi anlatacağım iki erkek adam, iki baba, bize bu fırsatı sağlıyorlar.

Orhan Miroğlu, Star’da yazıyor. Tanıyanlarınız vardır, siyasi-ideolojik duruşunu onaylayanlarınız ya da onaylamayanlarınız. Şimdi bunlar zerre miskal umurumda değil. 15 Şubat tarihinde yazdığı yazıda sergilediği erkekliğin, babalığın yanında siyasetin, ideolojinin lafı bile olmaz. Bizim gibi Miroğlu ailesinin de engelli bir erkek çocukları var, Zerdeşt. Geçen yıl, Zerdeşt’in hastalıklarıyla boğuştu aile; anne de baba da perişan oldu. Sonunda çok şükür, hastanelerde sürünmekten kurtuldular, Zerdeşt, bakımı evde sürdürülebilecek kadar iyileşti. İşte 15 Şubat günkü “Sen bizim ortak sevdamızsın” yazısında Orhan Miroğlu, Zerdeşt’i anlatıyor: “Sevgililer Günü'nde senin sevdalarını dökmek kelimelere ne kadar zor, bunu bir kez daha anladım... İçine hapsettiğin, paylaşamadığın bütün sevdalarının şahitleriyiz biz. Her zaman hüzünlü, her zaman kahırlı şahitler. Küçük bir oda. Hayatın bu odada geçiyor. Yağmuru, karı bu odanın içinden seyrediyorsun. Güneşli günlerin keyfini ilk bu odada yaşıyor, rüzgârın gücünü bu odanın içinde duyuyorsun. Sokaklara yağan karı balkona çıkıp tekerlekli sandalyenin içinden seyre koyulduğun zamanlarda, gözlerini kar tanelerine dikiyor ve ıssız sokakların karla kaplanan aydınlığına bir anda karışıp gidiyorsun... Kar yağdığı vakitler... Ah, senin camlı balkondan sokaklara dalıp gittiğin zamanlar... Ruhunu zincirlerinden koparıp atmış gibisin sanki... İmkânsız sevdaların peşinden sonu belirsiz yolculuklara çıkmaya hazırlanan, sabırlı âşıklar gibisin. Bu yolculuklara çıkmak var, ama sonunda kavuşamamak da var... Ah be oğlum...” Bu nasıl yürek burkulması, bu ne güçlü bir duygudaşlık, ne coşturucu bir insaniyet...

Sayesinde erkekliğimizi kurtarma fırsatı bulabileceğimiz diğer kişi ise, Özgecan’ımızın babası Mehmet Aslan. Uzun ısrarlardan sonra nihayet bir açıklama yaptı. Biz Özgecan’ın maruz kaldığı vahşet nedeniyle matemimizin öfke safhasında birbirimize hücumlar ederken onu acısı çoktan bilgeleştirmişti: “Memleketimizin, hatta dünyanın aslında öncelikle barışa ve sevgiye ihtiyacı var. Ben öncelikle kendim için şunu söyleyeyim; ben günahkârların günahkârı, fakirlerin fakiri, acizlerin acizi bir garibim. Bu memlekette artık ikilik olmasın. Bu vahim olayı yapan insanlara da zulmedilmesin, adaletin karşısına çıkıp cezalarını çeksinler. Allah onların analarına, babalarına da yardımcı olsun. Sevmekten başka bir çıkar yolumuz yok. İnsanların barışta iken teslim olması gerekiyor. Savaş çıktıktan sonra bunun bir kıymeti olmayacak. Teslim olursak içimizdeki bütün güzellikler ortaya çıkacak. Savaşırsak, sonunda nefsimiz kazanacak ve analar, babalar ağlayacak, meleklerin kanatları koparılacak, meleklerin çığlıklarını kimse duymayacak...

Ben milletimizden çok şey bilmem ama, Ma’un Suresi’nin, Ali İmran Suresi’nin 103. ayetini ve Asr Suresi’ni okumalarını tavsiye ediyorum. Bu ayetler bana göre çok önemli. Doğru yolu bulmak, doğru yolu seçmek, doğru yolda yürümek çok zor. Malum, dünya geçimini sürdürmek için çalışıyoruz. Gözümüz körleşiyor, kulaklarımız sağırlaşıyor. Bütün dünyada Şahmaran'ın yavruları kol geziyor. Benim meleğimin kanadını kopardılar, yarın sizin meleğinizin kanadını koparmaya da gelecekler. Herkes kalbindeki sesi iyi dinlesin. Bana yıllarca neler olabileceğini anlattılar ama ben anlamadım. Gözlerim kör, kulaklarım sağır vaziyette dünyanın peşinde koştum durdum. Elbette ki çalışacağız, memleket için, ailemiz için, çocuklarımız için ama arada sırada da şöyle bir durup düşünmemiz lazım.”

Teşekkürler Orhan Miroğlu, Allah razı olsun Mehmet Aslan.

Prof.Dr.Erol GÖKA

Yeni Şafak

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

KAMU PERSONELİ Haberleri