Halkımız öğretmeni, ilim-irfan sahibi, oturmasını kalkmasını bilir. Söylediği söz ağzına yakışır, halden anlayan bir münevver kişi olarak tasavvur eder. Çağları aşıp gelen bir teşhistir bu. Yanılma payı sıfırdır. Hani ‘‘tecrübe konuşuyor’’ derler ya, işte bu o dur. Şaşmaz bir sağduyu. Engin bir deneyim ve ferasetli bir bakış açısı. Âlim olmayan ariflerin isabetli nazarları.
Malum, bundan önceki yazım, her şeye rağmen sayın “Dinçer Kalsın” başlığıyla çıkmıştı. Medyaya kimin tarafından servis edildiği belli olmayan bir haberi önce yadırgamış sonra da bir yazı yazma gereğini hissetmiştim. Yazımda özetle şöyle demiştim: Dinçer’le birlikte Türkiye Milli Eğitimi geçmişinde hiçbir zaman yaşamadığı bir değişim ve dönüşüm hamlesine girmiştir. Plan, esaslı olduğu için palyatif bir pansumandan ibaret değildir. Dolayısıyla süreç sıkıntılı, sancılı ve kırıcı olmaktadır.
Makaleme muhtelif tepkiler geldi. Gerek Türkiye Eğitim sitesinde gerekse Facebook ortamında farklı görüşler neşredildi. Söylediklerimi takdir edip makul bulanlar olduğu gibi, kimsin, kimlerin adına konuşuyorsun, Dinçer hangi konuda başarılı da gitmeyecekmiş, bir dakika bile durmasın diyen arkadaşlar oldu.
Meslektaşlarımdan gelen tepkileri basitçe üç guruba ayırdım.
Değişim ve dönüşümün özünde statükoyu tedirgin edici unsurlar vardır. Elinde olanı kaybetme veya daha dununda olana razı olma durumundaki bazı meslektaşlarımız, kendi pozisyonlarını geliştirici yeni tavırların içine giremediklerinden dolayı sürece hayırhah bir gözle bakmadıkları gibi, piramidin en tepesindeki bakana da çok fazla kızgınlar. Toplumsal faydaları öteleyip kişisel menfaatlerini ön planda tutanlardan bana göre zaten eğitimci olmaz. Yokluklarını varlıklarına yeğlerim.
İkinci bir grup eğitimci de, bir siyasi fikre angaje olduklarından anlamsız bir menfiyyet içerisindedirler. Onlara göre sayın bakan eğitimden ne anlar, o aslında eğitimci bile değildir.
Bu arkadaşlar, kafalarındaki öğretmen imajını yeniden oluşturmalılar. Herhangi bir siyasi partinin fikrini benimsemek ve o parti için çaba içerisinde olmak kadar, tabii birşey olamaz. Ancak “öğretmen” saygınlığını, ilim ve irfanını siyasi çalışmalarda da göstermeli, kesinlikle bir “siyasi amigo” edasına bürünmemeliler. Yoksa arif olan halkımız anlar. Anladığı zaman da icabatına bakar.
Son grup ise “haza eğitimci” diyebileceğimiz meslektaşlarımızdır. Gelişmeleri soylu bir maarif mensubu tarzıyla okurlar. Odak noktaları maarif merkezlidir. Eğitimi başka amaçlar uğruna araçsallaştırmazlar. İlkeleri vardır. Tepkilerini koyarlarken eğitimci kimlikleri daima ön plandadır. Hiç kimsenin veya grubun siyasi amigosu olamayacaklarından yağcılık yaparak bir şeyler elde etme gibi aşağılık pozisyonlara gelerek küçülmezler. Öğretmen onurunu her işte gözetirler. Basitleşmek, sıradan olmak onlara göre değildir. Böyle zamanlarda “onurlu susma” haklarınıkullanarak izzet ve şeref sahibi olduklarını ortaya koyarlar.
Bu satırları kaleme alan bendeniz üçüncü gruptan olmaya çalışıyorum. Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer kalsın derken, amacım mevzuya öğretmen bakış açısıyla bakmaktı. Sayın bakan hakkında başarılı veya başarısız hükmünü vermek için henüz vaktin erken olduğunu düşünüyor, görevden alındığı takdirde de başlayan ve yürümekte olan bazı büyük projelerin zarara uğrayacağını tahmin edebiliyorum. Bu arada cari olan uygulamalar hakkında da her fırsatta eleştirilerimi medeni bir üslup içinde dile getirmeye çalışıyorum.
Adil Gülmez
TurkiyeEgitim.Com