Milli Eğitim Bakanı Sayın AVCI'nın en son yaptığı açıklama;
"Mahkemenin 'Yürütmeyi durdurma kararı' vermesi için maksimum 90 günlük bir süre varmış. Ancak burada mahkeme 6 ay sonra karar verdi. İtirazımıza bunu da ekleyeceğiz" dedi. Avcı, itiraz nedeniyle puanları yeniden hesaplattığını ve en fazla 45 öğrencinin puanının bir üst tercihine gidecek şekilde değişebileceğine açıkladı."
Şeklinde basına yansıdı.
Sayın bakan yanlış bilgilendiriliyor ve birileri sorumluluğunu üzerinden atmaya çalışıyor.
Sayın bakan "Vicdanım Rahat" diyor. Bunu kabul etmek mümkün değil. 45 ya da daha fazla öğrenci bilerek, kasıtla mağdur edilmişse halen vicdanlar rahatsa söyleyebileceğimiz başka bir şey yoktur.
Bu; ülkemizdeki eğitimi yöneten, ileriyi inşa eden anlayışı ortaya koymak bir yana bir tek çocuğun burnunun kanamasını dahi istemeyiz diyenlerin sözlerindeki samimiyeti de ortaya koymaktadır. 45 ya da daha fazla öğrencinin geleceğiyle, kaderiyle oynamak gerçekten küçük kusur kabul edilebiliyorsa ve vicdanlar rahatsa sözün bittiği yerdeyiz demektir.
Bakanın yanıltıldığı bir başka konu ise;
"Ve yeni öğreniyorum. Yürütmeyi durdurma talebiyle bir dava açılmışsa, mahkemenin buna 90 gün içerisinde karar vermesi gerekiyormuş. Gecikmesi sakıncalı hallerde yürütmeyi durdurma kararı veriliyor. Bu yüzden zaten kanun koyucu 90 gün gibi bir süre koydurmuş. Ve mahkeme 90 günlük süreye uymuyor, uyamamış."
Cümlelerinde.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununda böyle bir hüküm yok. Bu hüküm olmadığı gibi hatırlatmamız gerekir ki MEB aleyhine açılan bir çok davada da böyle bir süreye uyulmamış. Örneğin 04/08/2013 tarihli yönetici atama yönetmeliğinin;
- Sözlü sınavla atama,
- Disiplin Cezası ile ilgili hükümler işlemler
- Yeniden atamanın bulunmayışı
Gibi bir çok hükmüne dava açılmış ve üzerinden 6 ay geçtiği halde henüz yürütmeyi durdurma kararı verilmemiştir. Daha ileri gidelim 28/02/2013 tarihli yönetmelikle ilgili bir karar da yoktur.
Ayrıca;
MEB mahkemeye savunmayı 01 Ağustos 2013'te vermiştir.
Oysa ki sınav sonuçları 12.07.2013 tarihinde açıklanmış, bu konuda dava açıldığı 16/07/2013 tarihinde basında yer almıştı.
MEB bürokratları bile bile lades demişlerdir. Oysa ki dava açıldığı anlaşıldığı anda düzeltme yoluna gidilmiş olsa idi böyle bir durumla karşılaşmayacaktı. Aynı zamanda bakanlık savunmasını verdiği gün (01.08.2013'te) okullara yerleştirmeler henüz açıklanmamıştı. Bu durumda bile tedbir alınabilirdi.
Çünkü savunmasında;
"söz konusu işlemin öğrenci yerleştirmedeki etkisinin yok denecek kadar az olduğu, aynı puanı almış öğrencilerin olmasının yerleştirmede öğrencinin mağduriyetine sebep olması sonucunu doğurmayacağı, yeniden yapılan hesaplamanın mevcut sıralamaları ve yapılacak yerleştirme işlemlerini etkileyecek şekilde değişikliğe sebep olmayacağı halde yeniden yapılacak değerlendirmenin esasen bir milyondan fazla öğrencinin mağdur edilmesi sonucunu doğurabileceğinden davanın hakkaniyete aykırı olduğu ve reddedilmesi gerektiği"
Cümlelerini kullanarak yaptığı hatayı kabul etmiştir.
Bakanlık bürokratlarının kabul etmediği tek kişinin dahi etkilenmesinin ne kadar önemli olduğu noktasındadır. MEB gibi bir bakanlığın böyle bir savunma yapması bir yana böyle bir uygulamaya gitmesi kabul edilebilir değildir.
Bu bir skandaldır ve bu skandalda imzası ya da talimatı olanlar derhal gereğini yapmalıdırlar.
Savunmayı da ele aldığımızda karar yerindedir. Kararın geç verilmiş olmasında bahane arayanların yaptıkları hatayı kabul edip çözüm yoluna kafa yormaları daha hayırlıdır.
Mahkeme kararı açık ve net: hesabı yanlış yaptınız bu nedenle yürütmeyi durduruyorum.
Bakan Avcı yine yanıltılıyor bunu da;
"En fazla 45 öğrencinin de puanı artarak bir üst tercihine yerleşme ihtimali var. Bu durumda da o öğrenciler eğer ek kontenjanla üst tercihine yerleşmediyse o öğrencilere teklifte bulunulacak. Hiçbir mağduriyetleri olmayacak."
Cümlelerinden anlıyoruz.
Buradan anladığımız bakanlık ilk yerleştirmeye göre öğrenci üst tercihine gidebiliyorsa ona şans verilecek. Oysa ki diğer tercihler söz konusu.
Ayrıca yeni değerlendirmeye göre puanı düşük olduğu halde bu okulda okuyan öğrenciler olacak. Onların hakkı tabii ki korunsun fakat bakanlık şu anda okuyanların yeni hesaplamaya göre puanlarını baz alarak değerlendirme yapmalıdır.
Aksi halde aynı okula mahkeme kararına rağmen daha düşük puanlı olan okurken daha yüksek puanlı olanın okuyamaması ile karşılaşılır. Bunu kabul etmek mümkün değildir.
Şimdi yapılması gereken nedir? Öneri sunalım.
- MEB yaptığı hatayı kabul ederek kamuoyundan özür dilemelidir.
- Bakanlıkta bu işin ucu kime dayanırsa dayansın (ki böyle bir kararı kimlerin verebileceği açıktır) gereğini yerine getirmelidir.
- MEB öğrencilerin puanlarını yeni duruma göre hesaplamalıdır. Yeni puanlar bakanlık tarafından özür mektubunun içesinde adreslere gönderilmelidir.
- Sınavla öğrenci alan okullarda şu anda okumakta olan öğrenciler (2013 kayıtlılar) içerisinde yeni hesaplanan puanlara göre en düşük puana sahip kişinin puanı taban puan kabul edilmelidir.
- Zarfın içerisinde bugün itibariyle okullara ait bu taban puanları da yer almalıdır.
- Bakanlık öğrencilere istemeleri halinde yeni puanlarına göre girebilecekleri okullara kaydolabileceklerini mektupta belirtmelidir.
- Bu şekilde e-okul üzerinden başvuruları almalı ve yerleştirmeleri yapmalıdır.
- Derslik ihtiyacı çıkarsa bir şekilde karşılanmalıdır.
- Öğrencilerin oluşacak ders farkı telafileri için tedbirler alınmalıdır.
Mektup yerine SMS, mail ve diğer yollarla duyurma yöntemi uygulanabilir. Ayrıca öğrencilerin yerleştirmelerdeki tercihleri de göz önüne alınabilir.
Bu öneriler ışığında hareket edecek olan MEB hem hatayı düzeltmiş hem vatandaşın gönlünü bir nebze olsun almış hem de mahkeme kararını uygulamış olur.
Tekrar söyleyelim ki bakanlığın kendi savunmasında kabul ettiği bir hatayı savunmak, dava açtığı hataya dur dediği için insanları suçlamak, yargı geç karar verdi şeklinde bahanelere sığınmak, manidar bulmak yerine;
- Hatayı kabul etmesi,
- Kamuoyundan özür dilenmesi,
- Sorumluların derhal gereğini yapması,
Yolunu seçmesi daha yerinde bir karar olacaktır.
MEB mutlak bir günah keçisi arıyorsa sorumluların aynaya bakmaları yeterli olacaktır.
Ayrıca hükümet üyelerinin yargının geç tecellisinden şikayetçi olmaya hakkı yoktur. Çünkü çözüm noktasındadırlar. Bu kararın Danıştay kanununda yapılacak değişiklikte erken karar alınması noktasında düzenleme yapılmasına vesile olmasını ümit ediyoruz. MEB'in kendi uygulamalarındaki gecikmelere de el atması gerektiğini de hatırlatalım. (Örneğin: Yüksek Disiplin Kurulu kararları yönetmeliğin emri olan bir ay içerisinde tamamlanmakta mıdır?)
Maksut BALMUK