Eğitim, geçmiş, gelecek bağlantılarıyla bugünü, hayatı ve insanı her bakımdan donanımlı kılan en önemli üst yapı kurumudur. Bu niteliği ile kendine yüklenen milli mefkûreyi ihmal etmeksizin zihni yapıların ve yeteneklerin oluşumunu hazırlar. İyi işleyen bir eğitim sistemi ile toplumun yeni durumlara intibakı en verimli bir şekilde sağlanmış olur. İnsanın ve toplumun değişen olguları anlaması, kavraması, yeni bilgi ve beceriler üretmesi kolaylaşır. Toplum, dinamizmini eğitimle kazanır. Tersten söyleyişle, eğitim topluma dinamizm kazandırır, kazandırmalıdır. Bu sebeple eğitim, gelişmelere ilgisiz kalamaz. Hayatın değişen ilgi ve bilgi alanlarına göre kendisi de değişir, değişmelidir. Toplumsal gelişmelerin gerisinde kalan eğitim, işlevini, dinamizmini yitirir.
Bugün ülke ve millet olarak, etkileri her alanda çok net hissedilen tonda böyle bir değişim sürecinden geçiyoruz. Hayat yeni dinamiklerle canlılık kazanmaktadır. İçsel devinim ve dönüşümle hayatı canlandıran parametreler, sosyolojik, psikolojik, kültürel, siyasal anlamda tarihsel mahiyete sahiptir. Yaşanan süreç, kimi ilişki biçimlerini, yenilikleri, uyum ve geçişleri zorunlu kılmaktadır. Geçişler ve etkileşim, bütüncül gelişmenin rahat, verimli olmasını sağlar. Verimli, uyumlu bütünsellik, muhtemel aksaklıkları asgariye indirir veya ortadan kaldırır. Değilse buradaki bir aksama diğer taraftaki başarıyı olumsuz etkiler. Çelişkili, çatışmalı hayatıyla toplum, sıkıntı ve kaos üretir. Anlam dağılır, amaç uzaklaşır.
Millet olarak bütüncül bir başarı elde edeceksek her bir başarının diğer başarılarla uyum içinde olması gerekir. Bir yandan gaza basarken diğer yandan frene basmak bize bir mesafe aldırmaz, aksine sıkıntı verir. Santim santim, kademeli yaşanan değişim son kertede yeni bir anayasa talebiyle bütüncül değişimin tarihsel, kültürel temellerini atmak gibi doğru bir aşamada karar verme noktasına gelmiştir.
Tarih, kültür ve medeniyet değerleri itibarıyla zaten var olan olgunluğumuzu yeni bir anayasa ile taçlandırma, yeni heyecanlarla hayata ve harekete geçirme zamanı gelmiştir. Yeni, yerli, millî anayasa ile birlikte, bütün bir eğitim sisteminin ruh, felsefe ve işleyiş bakımından değişmesi, gerçek anlamda millîleşmesi hayati derecede önem arz etmektedir. Türkiye’nin hayatı biçimlendiren yeni dinamikleri, yeni anayasayla beraber Millî Eğitim müfredatında da köklü bir değişikliği zorunlu kılmaktadır. Günü kurtarma kaygısıyla yapılan eklektik, palyatif değişikliklerle, arzu edilen köklü iyileştirme sağlanamamaktadır. Göz boyama cinsinden yapılan sathi değişiklikle günümüze kadar süren bu müfredat, batıcı, maddeci niteliği ile çocuklarımızın körpe dimağını zehirlemekte, diğer yandan vesayetçi bir ruh halini özendirecek propaganda nitelikli bilgiler içermektedir. Çocuklarımızı kendi ellerimizle ruh ve mana kökümüzden uzak tutmakta, bu eğitim ve öğretimi de ‘millî’ diye vasıflandırmaktayız.
Daha kuruluş aşamasında millî olma vasfına sahip olmayan bu sistemle erdemli, bilgili, becerikli, ahlâklı insanlar yetiştirmede başarısız oluşumuz, suç oranlarının eğitimli insanlarda fazlasıyla artış göstermesinin önlenemeyişinden de anlaşılmaktadır. Amerikalı pedagog John Dewey’ye ısmarlanarak başlayan, Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç’la esas karakterini kazanan eğitim programının temel felsefesi, 18. yüzyıl aydınlanma felsefesine ve Fransız ihtilalinin pozitivist ilkelerine dayanmaktadır. Bu haliyle insanımızın kültür ve irfan iklimine, benliğinin doğasına uyum gösterememiştir. Bu müfredat, millet olarak ruh ve yeteneğimizde var olan potansiyeli harekete geçirememiş, pozitivist karakteri ağır basan ideolojik koşullandırmalarla insanımızı rejimin amaçlarına uyumlu sessiz, pasif, edilgen bireyler haline getirmiştir. Temel unsurlarıyla içerik ve işleyişi devam eden müfredat programları, daha ilk mektepten başlayan ‘uyu uyu, yat uyu’ felsefesiyle uyanışımızı geciktirmiştir. Millî Eğitim, Louis Althusser’in kavramsallaştırmasıyla, batıcı, pozitivist anlayış ve yaşama biçimini benimsetme amacıyla ‘devletin ideolojik aygıtı’na dönüştürülmüştür. Müfredat programlarımız inançlı, ahlâklı, kendi kültür ve medeniyet değerlerini bilen, düşünen, anlama kabiliyeti yüksek, bilgi üretebilen, yapılandırıcı bireyler üretmede başarısız olmuştur.
İnsanımız, devlet eliyle yürütülen her türlü engellemelere rağmen hayatın her alanında başarılı olmuşsa, bu bizim varoluş ve kültür dinamiklerimizin sağlamlığı, çevikliği sayesindedir.
2010 yılında yapılan 18. Millî Eğitim Şûrası’nda sendikamızın teklifleri doğrultusunda yeni eğitim sistemine geçiş istikametinde önemli açılımlar oldu. Milli Güvenlik Dersi’nin ve ‘Andımız’ uygulamasının kaldırılması, sistemi daha sivil bir düzlemde restore etme iradesinin hayata geçmesiydi. Kur’an-ı Kerim, Siyer ve Temel Dini Bilgiler derslerinin müfredata girmesi gibi önemli kararlar, müfredatın millî, manevî evrilmesinde önemli aşamalardır.
19. Millî Eğitim Şûrası’nda da, ilkokul 1, 2 ve 3. sınıflara da Din kültürü ve Ahlâk Bilgisi dersinin konulması, sarmallık anlayışıyla değerler eğitimine öğretim programlarında etkin bir şekilde yer verilmesi, Osmanlı Türkçesinin Anadolu imam hatip liseleri ve sosyal bilimler liselerinde zorunlu, diğerler liselerde ise seçmeli ders olarak okutulması, ortaokullarda 5, 6 ve 7. sınıflarda birer saat rehberlik dersinin konulması gibi önemli kararlar alındı.
Geldiğimiz noktada, yeni anayasayla birlikte, Millî Eğitim müfredatının köklü değişiklikle millî bünyemize uygun hale getirilmesi, ileri hedefler için mecburiyete dönüşmüştür. Eğitim-Bir-Sen olarak, taşıdığı hayatî öneme binaen konuyu her düzlemde takip edeceğiz. Çünkü eğitim, ruh ve maneviyat dünyamıza ilgisiz anlayışların yönlendirmesine terk edilemeyecek kadar önemlidir.
Atilla Olçum
Eğitim-Bir-Sen Genel Başkan Yardımcısı