Eğitim alanını ilgilendiren bir sorun olmaktan çıkan ve sosyal-siyasal bir problem olmaya başlayan "atanamayan öğretmenler" sorunu gittikçe içinden çıkılmaz bir hal alıyor. Yükseköğretim yapılanması ile işgücü piyasası ve kamu yönetimi personel gereksinimi arasında makul bir eşleştirme yapılmadığı için önümüzdeki süreçte sorunun daha da büyümesi kaçınılmaz görünüyor YÖK, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Maliye Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, Ekonomi Bakanlığı, İŞKUR, Devlet Personel Başkanlığı gibi pek çok kurumun ülkenin kısa, orta ve uzun vadede işgücü talebine ilişkin eşgüdümlü şekilde geliştirmeleri gereken bir projeksiyondan yoksunuz. Bütünlüksüz, gelecek vizyonundan uzak ve anlık gelişmelerin tetiklediği yüzeysel politikalara indirgenen çözümler sorun çözücü olmaktan ziyade problemi derinleştiren etkilerle gün yüzüne çıkıyorlar.
İşgücü piyasasının gereksinimleri, bürokrasinin istihdam kapasitesi gibi hayati koşullar dikkate alınmaksızın keyfe keder yürütülen Yüksek Öğretim Yapılanması hem beşeri sermayenin israfına hem de yeni bir sorun olarak belirmesine neden oluyor. Özellikle yeni açılan üniversitelerin ülke, bölge, bürokrasi ve özel sektör ihtiyaçları yerine herhangi bir kriterin olmadığı keyfilik temelinde faaliyet sürdürmeleri de sorunu derinleştirmekte hem bir nitelik açığı hem de sayıları yüz binleri bulan yanlış yönlendirilmiş gençlik problemini doğurmaktadır.
Örneğin diğer alanlarda olduğu gibi Kimya Öğretmenlerinin yaşadığı atanamama sorunu. Alan mezunları sistem içerisinde eritilemediği gibi bu bölümlerin öğrenci alımları aynı şekilde devam etmektedir. Kimya Öğretmeni açığı aşırı derecede artmış diğer taraftan binlerce Kimya öğretmeni yüksek puanlarla atanmayı beklemektedir. Milli Eğitim Bakanlığı, ücretli öğretmenlik sitemi ile ve farklı branş öğretmenlerini kullanarak açığı kapatmaya çalışmakta diğer taraftan dershane sistemine ilişkin düzenlemesiyle özelde çalışma alanlarını daraltmaktadır. Bir taraftan planlamadan yoksun şekilde bu bölümlere öğrenci alınmakta diğer tarafta bu öğrencileri istihdam edecek alanları organize etmemekte. Bir tarafta sistemde ihtiyaç olan kadroları açmamakta diğer tarafta bu açığı ilgisiz insanlar veya nevzuhur bir sömürü formu olan "ücretli öğretmenlik" üzerinden kapatmakta.
Ayrıca yıllarca emek verilerek belirli alanlarda formasyon edinen insanlardan serbest piyasa içerisinde kendi başlarının çarelerine bakmaları istenmektedir. Mezun olunan alanın iş piyasasındaki muhtemel karşılığını kestirmesi ve buna göre planlama yapması gerekenler, neden oldukları mağduriyetlere derman olmadıkları gibi işi oluruna bırakmakta ve herkesin boğuştuğu sorunları bireysel olarak halletmesi istemektedir. Halbuki herkesin kendi sorununu çözmek zorunda kaldığı yerde devletin varlığının ne anlamı olacak? Kamusal sorunların çözümünde aktif rol almayacak, sorumluluk üstlenmeyecek bir devlet hangi sorunların çözümünde rol alacaktır? Vatandaşlarını yaşadıkları problemler ile baş başa bırakan bir devletin var olmasının anlamı nedir?
Yanlış programlarla, yönlendirmelerle mağdur edilen, iş piyasasında istihdam edilmek için bekleyen yüz binlerce insan sorunlarının çözülmesi için kahredici bir şekilde beklemektedir. Bin bir emek, cefa, hayal ve umutla okunan bölümlerin ardından bu ülkenin gençleri umutları tükenmiş, hayalleri kırılmış bir şekilde can sıkıcı bir boşluğa itilmektedir.
Dolayısıyla mevcut şartlar içerisinde devletin yaptığı düzenlemeler üzerinden açılmış olan bölümlere yerleşmiş gençler uygun şartlarda istihdam edilmeyi beklemektedirler. Aksi taktirde sürekli biriken ve mağdur edilen bu genç insanlar devasa bir sorun alanı olarak karşımıza çıkacaklar. Bunun temel müsebbibi de plansız, öngörüsüz politikaları devam ettiren Hükümet'in bu kronik soruna el atmamasıdır. Özgür Eğitim-Sen olarak Hükümet başta olmak üzere tüm ilgilileri bu soruna behemehal eğilmeye, sorumluluklarını ifa etmeye çağırıyoruz.
Abdulbaki DEĞER
Özgür Eğitim-Sen Genel Sekreteri