ARAP BAHARI TÜRK KIŞINA DÖNMESİN

ARAP BAHARI TÜRK KIŞINA DÖNMESİN

Özellikle son 10 yıldır uluslararası alanda Büyük Ortadoğu Projesi tartışılıyor. Basına deklare edilen, dünya kamuoyuna açıklanan hali ile Büyük Ortadoğu Projesi, Ortadoğu ve yakın çevresi coğrafyasında yer alan ülkelerde Batılı anlamda demokrasinin sağlanması, terörizmin ortadan kaldırılması, ekonomik ilişkilerin arttırılması ve ekonomik işbirlikleri sağlanarak bölgenin istikrara kavuşturulmasını amaçlı

Oysa Büyük Ortadoğu Projesi gerçekte, dünyanın jeopolitik merkezi olan Ortadoğu’nun, İsrail lobilerinin güdümündeki Amerikan merkezli bir yapılanma yoluyla Asyacı güçlerin eline geçmesini engellemek amacı taşıyor. ABD Temsilciler Meclisi üyesi Hyde’ın hazırladığı programa göre 2. Dünya Savaşı sonrası Avrupa’yı Marshall Planı ile hegemonyasına alan ABD, yeni plan ile de Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Türkistan’ı ele geçirmeyi planlıyor. Amacı ne olursa olsun bu proje, Ortadoğu coğrafyasında yaşayan devletlere ve halklara, dışarıdan bir müdahaleyi öngörüyor.

Özellikle şahinlerin yönetiminde olduğundan beri ABD, dünya hâkimiyetine dönük girişimlerde bulunuyor. Bu yolda başarı temin etmek için de farklı hareket modellerini yürürlüğe koyuyor. Şekli ne olursa olsun Ortadoğu’daki bu operasyonların temelinde üç gaye yatıyor.

Uygulamaya konan bu modellerin birinci gayesi, ABD’nin dış gücünü kullanarak ve bir süper devlet olarak, içindeki değişik kuruluşlara, sanayisine, silah tüccarlarına, kimya ve ilaç imalatı ile tüm büyük teknolojisine yeni pazarlar açmak.

İkinci gaye ise dünyadaki dengelerin daha henüz aleyhlerine dönüşmeden, tüm yeraltı ve yerüstü zenginliklere ve stratejik maddelere el koymak suretiyle, gelecek için ABD’nin gücünü ve hâkimiyetini garantiye almak.

Üçüncü gaye de, ABD’nin mutlak güvenliğinin sağlanması! Kendi çoğalttığı ve adeta ektiği “Dünya Terörünü” kontrol altına almak ve dünyayı istediği gibi istismar etmek… Kısacası yaptığı ve yapacağı istismarın güvenliğini sağlamak…

Aslında Büyük Ortadoğu Projesi, emperyalizmin Osmanlı İmparatorluğu geri çekildikten sonra Ortadoğu’ya hâkim olma adına ürettiği bir planın adıdır. Birinci Dünya Savaşı sonrasında bu projenin İngiliz – Fransız ortaklığıyla devreye girdiğini görüyoruz. İkinci Dünya Savaşı sonrasında ise Fransa ve İngiltere’nin yollarının ayrıldığı bir noktada, Amerika ve İngiltere’nin Ortadoğu’ya girdiğini ve Bağdat Paktı, CENTO, RCD gibi bölgesel işbirliği antlaşmasıyla bölge ülkelerinin bir araya gelmesi noktasındaki bölgesel paktlara Amerika ile İngiltere’nin de müdahil olduğunu ve Anglo-Saksonların Atlantik İttifakı’nın bölgede yeni kurulan devlet olan İsrail’e bir şemsiye kurduklarını görüyoruz.

Ortadoğu’da Osmanlı İmparatorluğu’nun geri çekilmesinden sonra meydana gelen otorite boşluğu II. Dünya Savaşı sonrasında soğuk savaş gerginliği ortamında Sovyet Bloku ile Batı Bloku arasında dengelenmişti. Bu aşamada Türkiye bir NATO ülkesi olarak batı bloğu ile beraber hareket ederek Ortadoğu’da Sovyetlerin hâkimiyetine karşı bir denge unsuru olmaya çalıştı. Ama küreselleşme sürecine girildikten sonra Sovyetler Birliği’nin geri çekilmesiyle meydana gelen otorite boşluğu noktasında Amerika, ürettiği politikalarla, Irak’ın önce Kuveyt’i işgal etmesini sağladı daha sonra da Kuveyt’in işgalini bahane ederek 1. Körfez Savaşı’nda bölgeye askeri bir varlık olarak girmeyi başardı. 1. Körfez Savaşı sonrasında özellikle Kuzey Irak istikrarsızlığa sevk edildi ve böylece bölgesel bir yeniden yapılanmanın önü, bölgedeki istikrar düzeni yıkılarak açılmış oldu.

Büyük Ortadoğu Projesi uzun yıllar önce planlanmıştı ancak harekete geçilmesi için bir nedene ihtiyaç vardı. Bu neden de 11 Eylül 2001 yılında bulundu! Bugün Ortadoğu coğrafyasında yaşadığımız büyük değişim sürecinin tohumları ABD’ye yapılan 11 Eylül saldırılarıyla atıldı. İkiz Kulelere yapılan saldırılar, dünya için son derece önemli gelişmelerin miladı oldu. Ancak bu saldırının sonrasında terör örgütlerinin peşinden Afganistan’a saldıran emperyalist güçlerin asıl amaçlarının farklı olduğu kısa zaman içerisinde görüldü.

Afganistan’dan sonraki durak ise Irak’tı. ABD’nin Irak’a gelirken asıl amacının petrol ve enerji kaynaklarının üzerine oturmak olduğunu, pek çok otorite açıkça itiraf etti. Nitekim mevcut durum ortadadır.

Öte yandan teröristlere karşı 11 Eylül sonrasında tutum değiştiren ABD, terörizmi yok etmek için girdiği Irak’ın Kuzeyine konuşlanmış olan PKK militanlarına karşı hiçbir harekât yapmadı. Terörizme bu denli karşı olan bir ülkenin Türkiye gibi bir müttefikine saldırmaya can atan teröristlere karşı bu kadar sessiz kalması, üstelik CIA yetkililerinin PKK’lılarla toplantı üstüne toplantı yapmaları, ABD’nin Türkiye ile ilgili farklı planları olduğunu açıkça gösteriyordu.

Burada iki noktaya dikkat çekmek istiyorum: Bunlardan birincisi, Irak’ın Kuzeyi’ni istikrarsızlaştırma politikası; ikincisi de terörü yok etmek üzere Irak’a giren ABD’nin PKK terörüne sessiz kalışı. Bu iki politika, ABD’nin aslında Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında, Türkiye politikasını da ortaya koyuyor.

Bu politikalarda hedef; Ortadoğu’da İsrail’in önünü açmak, İsrail merkezli bir büyük yapıyı oluşturmak ve Büyük Ortadoğu’yu gerçekleştirerek Ortadoğu üzerinden Kafkasya’ya ve Orta Asya’ya yönelen petrol coğrafyasını, Kuzey Atlantik İttifakı’nı, Anglo-Saksonlarla Yahudilerin ortaklığından meydana gelen ittifakın hâkimiyet alanına sokmaktır. Kısacası hedef; “Büyük İsrail” hayalini gerçekleştirmektir. Bağımsız, üniter ve güçlü bir Türkiye’nin bölgesinde böyle bir oluşuma izin vermeyeceği açıktır ve bu nedenle Türkiye de istikrarsızlaştırılacak ülkeler kapsamında ele alınmalıdır.

Bu planlar içerisinde Türkiye’deki devlet yapılanmasını değiştirerek projeye uygun şekilde yeniden yapılandırma ve Türkiye’yi Ortadoğu’da kurulması düşünülen çok uluslu, çok dinli, çok kültürlü, kozmopolit bir bölgesel federasyonun arazisi haline dönüştürme hedefi de vardır. Türkiye’de kamu yönetimi, kamu personel rejimi ve yerel yönetimler alanında yapılmak istenilen düzenlemelere de bu planın bir parçası olarak bakılmalıdır. Nitekim geçtiğimiz aylarda iktidara mensup bazı milletvekilleri tarafından “Yerel Yönetim Paketi” adı altında hazırlanan bir çalışma; özellikle öğretmen ve doktorların yerel idareler tarafından atanması, iş güvencelerinin yalnızca görev yaptığı ille sınırlandırılması ve memurların başka ile tayin haklarının ellerinden alınması gibi önerileri içermektedir. Bu durum, tam anlamıyla yerel yönetimlere özerklik verilmesi ve kamu çalışanlarının iş güvencesinin yok edilmesi anlamı taşımaktadır. Eğitim, sağlık gibi temel kamu hizmetlerinin yerel yönetimler tarafından götürülmesi, kamu hizmetlerinin gördürülmesinde aranan “kamu yararı” ve “idarenin kuruluş ve görevleriyle bir bütün” olduğu ilkelerini ortadan kaldırmayı amaçlayan ve yeni dünya düzeni içinde Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında öngörülen Federal Türkiye’nin kurulması adımlarından biri olarak görülebilir.

Haritasını bildiğimiz, amacını bildiğimiz bir operasyon içerisinde Türkiye ise; kendisine biçilen rolü oynayarak günü kurtarma peşine düşmüş görünmektedir. Planın odak noktasındaki ülkenin Türkiye olduğunun görmezden gelinip, yanı başımızda Irak’ın parçalanmasına sessiz kalınarak başlanan macerada, Libya ve Mısır’daki operasyonlara destek verildi. Özellikle dış basından okuduklarımıza göre Suriye’deki operasyon ise Türkiye tarafından yürütülüyor. Suriye’den sonraki durağın İran olduğu yolunda hiç kuşku yok. Büyük Ortadoğu Projesi için üretilen haritaya baktığımızda, Türkiye’nin de plan içerisinde olduğunu görüyoruz. Olan biteni anlamak için dahi ya da kâhin olmaya gerek yok. Son dönemde artan terör olaylarını Suriye’ye bağlayanlar, büyük fotoğrafa karşı nedense gözlerini kapatmakta ısrar ediyorlar. Bugün bizler, kapı komşularımızla kanlı bıçaklı düşmanlar haline gelirken yıllardır terör örgütünü kuran, besleyen ve büyüten ülkeleri yok sayarak yeni suçlular arıyoruz.

Batı’nın pompalamasıyla benimsediğimiz ve desteklediğimiz Arap Baharı, bir anlamda Türkiye için soğuk bir kışa dönüşme riskini de içinde barındırıyor. Başka bir deyişle adeta gerçeklerden kaçıyoruz. “Komşularla sıfır sorun” sloganıyla başlayan dış politikada “sorunsuz sıfır komşu” konumuna nasıl ve ne için geldiğimizi anlamak zorundayız. Çevremizde güvenebileceğimiz bir tek ülke kalmamışken, dört bir yanımızı ateş çemberi sarmışken, ateşe körükle giden Türkiye’nin bu yangından etkilenmeden çıkacağını hayal edenler, büyük yanılgı içindedirler.

İSMAİL KONCUK

GENEL BAŞKAN

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

MEB PERSONEL Haberleri