Dünya, kovid-19 salgınının etkisi altında, distopik kurguları aratmayacak bir dönemden geçiyor. Dünyaya nizam vermeye çalışan küreselcilerin, yüzlerine taktıkları insan hakları maskesinin düştüğü, eşitlik ve demokrasi söylemlerinin artık mizah konusu olacak hâle geldiği, kötülüğün salgın gibi tüm dünyaya yayıldığı bir süreç yaşıyoruz.
Salgın sürecinin başlarında, açık denizlerde birbirlerinin maske ve tıbbi malzemesine el koyan, işi gasba kadar vardıran ‘Avrupalı ülke bencilliği’ni tüm dünya gördü. Şimdilerde emperyalist ülkeler, lehlerine kurdukları gelir adaletsizliği düzenini devam ettirmek için aşıyı bir fırsata dönüştürmeye çalışmakta, bir tekel oluşturma yarışına girmiş görünmektedir.
Ahlaksız paylaşım projelerinin, bencil küresel politikaların, ırkçı emperyal siyasetin açıktan yürütüldüğü alan sadece salgınla sınırlı değildir. Emperyalist sömürge politikaları bakımından da artık hümanizm makyajının tazelenemediği bir döneme girmiş bulunmaktayız. Emperyalizm, on yıllardır sürdürdüğü maskeli sömürü düzenini artık sürdürmekte zorlandığı için, çirkin yüzünü gizleyemiyor, açık verince de giderek saldırganlaşıyor. Fransa başta olmak üzere, güya insan haklarına karşı çok saygılı batılı devletler, İslam ve Müslüman düşmanlığında yarışıyor; camilere saldırıyor, ibadet esnasında cemaati katlediyor. Batılı medya, İslamofobiyi yaygınlaştırmak için desiseli yayınlar yapıyor. Avrupa’nın her yerinde ırkçı söylemler yükselirken, Müslümanlara yönelik baskılar da artıyor. 11 Eylül konsepti, farklı isimler ve kurgular altında terörizm aparatlaştırılarak sürdürülüyor. İsrail’le normalleşme adı altında açıktan açığa baskı, şantaj, tehdit ve rüşvet siyaseti izleniyor. Emperyal ülkeler için, imza atılmış uluslararası anlaşmalar, Birleşmiş Milletler kararları önemsiz birer sahife parçasından ibaret kalıyor. Mevcut düzenin adil olmadığını haykıran Türkiye gibi ülkelerin güçlenmesi ve ülke menfaatini öne çıkaran bağımsız politikalar üretmesi küreselcileri endişelendiriyor. Türkiye başta olmak üzere, kendi yolunu çizmeye çalışan ülkelere siyasal, askeri, ekonomik baskılar da artıyor.
Dünyanın birkaç ailesinin bütün dünya servetinin yarısından fazlasına sahip olduğu vahşi neoliberal düzen, tarihin başka hiçbir döneminde olmadığı kadar büyük bir mağdur kitlesi üretti, üretmeye de devam ediyor. En zengin yüzde 1’lik kesimin toplam serveti, dünyanın geri kalan yüzde 99’unun servetinden daha fazla. Dünyanın en zengin 26 kişisinin serveti ise 3,8 milyar insanın servetine denk düşüyor. Çok değil, sadece 4 yıl önce bu sayının 62 olduğunu düşünürsek, küresel paylaşımdaki çarpıklığın ne kadar büyük bir hız kazandığı da anlaşılmış olur. Bölgeler, ülkeler, toplum katmanları arası eşitsizlik her geçen gün büyüyor. Eşitsizliğinsalgınla birlikte daha da artacağı, küresel yoksulluğun daha fazla derinleşeceği ise sır değil. Salgınla birlikte zaten görünmez olan dünyanın en fakir ülkeleri, mülteciler, savaş ve insani kriz ortamında yaşayanlar unutulmakla kalmıyor, gözden de çıkarılıyor. Ne Birleşmiş Milletler ne Dünya Sağlık Örgütü ne de başka bir kurumun bu kesimlerin sorunlarını ciddi şekilde gündeme taşıma ve çözme gibi bir niyeti söz konusu değil. Fakir bırakılmış, sömürülmüş, yurdundan edilmiş, mazlum ve mağdur kesimlere el uzatmaya çalışan Türkiye gibi az sayıdaki ülke ise kuşatmanın her türüyle yıldırılmaya çalışılıyor.
Dünyanın her bölgesi, emperyalizmin harladığı çatışmalar, savaşlar, iç kargaşalarla sarsılıyor. 60 milyondan fazla insanın mülteci durumuna düştüğü; sağlığa, gıdaya, temiz suya erişimin olmadığı, temel hak ve hürriyetlerin taammüden katledildiği, doğanın tahrip edildiği, insanlığın değersizleştirildiği dünyanın bir diğer yarısının can çekiştiği her açıdan görülüyor. İçi boşaltılmış kavramlarla üretilen gösterişli söylemler de bu karanlık tabloyu örtmeye yetmiyor.
Modernizmin cenneti dünyada inşa etme projesi, dünyayı korkunç bir cehenneme dönüştürmekle sonuçlanmıştır. O hâlde dünyaya yeni ve sağaltıcı sosyal, siyasal, ekonomik bir paradigmayı kazandırmaktan başka çare kalmamıştır. İnsanlığa dair fıtri öneriler sunabilmek ise yeni bir dünya özlemi çeken hepimizin boynunun borcu, geleceğimizin teminatıdır. Daha adil bir dünyanın özlemini çeken herkeste olduğu gibi biz de değişimin nasıllığına kafa yoruyoruz ve ulaştığımız tek bir yöntem var: Kendi sorumluluk alanında istikrarlı, kararlı ve müstakim bir şekilde sorunları çöz.Yapısal sorunlara daha kolektif zeminlerde paradigmal çözümlerin bulunmasına katkıda bulun. Bunun gereği olarak, ana sorumluluk alanımız olan sendikal mücadelede kararlı, istikrarlı, müstakim bir gayretle çözümler geliştiriyor, kazanımlar üretiyoruz. Bunun yanı sıra, karşılaştığımız sorunları ortaya çıkaran küresel, ülkesel ve sektörel boyutlu yapısal sorunlara yönelik de müktesebatımızı artırmaya, bunun üzerinden paradigmal ve zihnî dönüşümleri sağlamaya, kalıcı yapısal çözümler üretmeye gayret ediyoruz. Hangi konuyu neden gündemimize aldığımızı anlamak isteyenlerin bakmaları gereken işte bu temel tutumumuzdur.
Salgın, bütün dünyada olduğu gibi, ülkemizde de eğitimden sağlığa, lojistikten güvenliğe hayatın her alanını olumsuz etkilemektedir. Bir yandan hayatta kalma mücadelesi verilirken, diğer yandan toplumsal hizmetleri sürdürmek, gerek psikolojik gerek fiziki olarak son derece meşakkatli bir durumdur. Buna mukabil Eğitim-Bir-Sen olarak, salgın sürecinin getirdiği zorlu şartların sendikal mücadelemizi sekteye uğratmasına izin vermedik.
Raporlarımızı, odak analizlerimizi hazırlayıp yetkililerle, ilgililerle ve kamuoyuyla paylaştık. Bu bağlamda ‘Kadın Öğretmenlerin Çalışma Hayatı: Tespitler ve Öneriler’ Raporu, Eğitime Bakış 2020: İzleme ve Değerlendirme Raporu, Yükseköğretime Bakış 2020: İzleme ve Değerlendirme Raporu, Kovid-19 Salgınının Gölgesinde Eğitim Riskler ve Öneriler Araştırması, Pandemi Sürecinde Okulları Güvenle Açmak: Öğretmen ve Veli Araştırması başlıklı rapor ve araştırmalarımıza dikkat çekmek isterim.
Salgın sürecinde, eğitim politikaları açısından salgının boyutunun her gün değişen grafiğinin Bakanlık politikalarının grafiklerine de gelgit olarak yansıdığını görüyoruz. Okulların açık mı kapalı mı tutulacağı, eğitimin yüz yüze mi online mi ya da EBA üzerinden mi olacağı, testi pozitif çıkan ya da temaslı olan öğretmenlerin ders ve ek ders görevlerinin yapılmış sayılıp sayılmayacağı, öğretmenlerin okula gidip gitmemesi veya gidecekse kaç gün gideceği gibi birçok konuda bu kararsız, çelişik politikalara şahitlik ettik.
Yerinde ve zamanında müdahalelerle sorunların çözümü noktasında etkili girişimlerde bulunduk. Eğitim çalışanlarının bu süreçte gerek filyasyon gerek Vefa Sosyal Destek gruplarında gönüllü ya da görevli olarak yer almalarına karşılık, takdir etmeyen bir yönetim anlayışı asla tasvip etmeyeceğimiz bir durumdur. Bu bağlamda çok da proaktif bir eğitim yönetiminin gerçekleştirilmesi gerektiğinin altını çizmek gerekiyor. Bununla birlikte, sorunların çözüme kavuşturulması için bu dönemde daha fazla dikkat ve dirayet gösterilmesi elzemdir.
Özel eğitim kurumlarında görev yapanlarla birlikte toplamda 1 milyon 200 bini bulan bir meslek grubunun, öğretmenliklerin meslek kanununun olmaması; hukuki açıdan boşluk, mesleki açıdan ise yoksunluktur. Öğretmenin yetiştirilmesinden emekliliğine kadar öğretmenlik mesleğini bütün olarak ele alacak, yöneticilik ve liderlik süreçlerine katılım, bu pozisyonlardaki mali, sosyal ve özlük hakları da içerecek, uluslararası standartlara uygun, öğretmenliğin kariyer mesleği niteliğini dikkate alan, öğretmenin etkinliğini artıracak, itibarını yükseltecek nitelikte bir meslek kanunu eğitimin geleceği açısından ertelenemez bir zorunluluktur. Görev, yetki, ehliyet, liyakat meselelerini çeşitli yönetmeliklerle, genelgelerle oluşturulmuş karmaşık ve dağınık bir mevzuatla düzenlemeye çalışan bir idari anlayışın eğitimi yüksek standartlara, ülkeyi uzak ufuklara taşıması beklenemez. 2023 Eğitim Vizyonu’nda da yer alan bu vaadin üzerinden iki yıl geçmesine rağmen kamuoyunahâlâ net bir içerik paylaşılmış değildir. Mesleğin hak ettiği şekilde tanımlanması, öğretmenlerin itibarının, haklarının korunması ve artırılması, sorunlarının giderilmesi için öğretmenlik meslek kanunu sosyal paydaşlarla istişare edilerek ivedilikle hazırlanıp yürürlüğe konulmalıdır. Bunun yanı sıra, kamu görevlilerinin mevcut maaşlarına/ücretlerine seyyanen zam istiyoruz. Böylece geçmiş yönüyle kayıpların giderilmesini, gelecek yönüyle de enflasyona yenilme riskinin bitirilmesini talep ediyoruz.
Bizzat kamu işvereninin ve siyasi iktidarın öngörüleriyle 2021 yılı enflasyon tahmini, beklentisi yüzde 11 seviyesindedir. Bunun anlamı, hakem kurulunun 2021 yılı için kararlaştırdığı 3+3’lük artışın yetersiz kalacağının, enflasyon farkı oluşacağının itiraf edilmesidir. Biz bu itirafın gereğinin yapılarak, 400 TL’lik seyyanen zammın 1 Ocak’tan geçerli olmak üzere maaşlara yansıtılmasını talep ve teklif ediyor, ivedilikle bekliyoruz. Bu adım, hem gelir dağılımında hem de sosyal kulvarda adaletin sağlanması, sosyal maliyet ihtimalinin de ortadan kaldırılması gibi önemli sonuçları beraberinde getirecektir.
Bizler, alın teri kurumadan karşılığının verilmesi hassasiyetine davet eden bir medeniyetin mensuplarının emeğin, alın terinin, kamu görevlilerinin hizmet üretme gayretlerinin karşılığı olacak değerin verilmesinde hükûmetin siyasi sorumluluk, devletin medeniyet perspektifimiz kaynaklı zorunluluk hassasiyetiyle sorunu çözümle, talep ve teklifimizi evetle buluşturması gerektiğine inanıyoruz.
Binlerce insanımızın ölümüne neden olan kovid-19 virüsü ne yazık ki teşkilatımızı da tam kalbinden vurmuştur. Mali İşlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcımız Mithat Sevin ağabeyimiz elli gün boyunca sürdürdüğü yaşam mücadelesini kaybederek 16 Aralık günü hakka yürümüştür. Acımız tarifsiz, kaybımız büyüktür. Hayatı boyunca bir dava adamı olarak yaşamış, bir dava adamı olarak son nefesini vermiştir. Vakur duruşu, inandığı konulardaki tavizsizliği, yılmak ve yorulmak bilmeyen mücadelesi, istikamet ehli ve yaşadığı çağın şahidi olması itibarıyla bütün teşkilatımız için gerçek bir örnek ve ağabeydi.
Mehmet Akif İnan ve Erol Battal gibi,Mithat Sevin başkanımızın da örnekliğini tüm teşkilata ve gelecek nesillere aktarmak, adını yaşatmak, yolunu sürdürmek,adı vefa ile özdeşleşmiş Eğitim-Bir-Sen olarak boynumuzun borcudur. Nasıl ki yaşamıyla bizlere ağabeylik yapıp rehberlik ettiyse, bıraktığı ameli ve fikrî mirasla da mutlaka yol göstermeye, yol açmaya, ağabeylik yapmaya devam edecektir. Allah, Mithat Ağabeyimizi merhametiyle kuşatsın.