Eğitim-Bir-Sen ve Memur-Sen Genel Başkanı Ali Yalçın, hata ve sorunları ortadan kaldırmak, modelin eskimiş, bozulmuş olan yanlarını düzeltmek ve daha verimli bir kamu hizmeti sunmak için gerekli değişim çabalarının hiçbir şekilde askıya alınmaması gerektiğini ifade ederek, “Eğitimin kalitesi, eşitlik, hakkaniyet, eğitimin finansmanı, öğretmen niteliğinin artırılması, okuldaki öğrenme süreçleri ve okulların liyakat ilkesine göre daha etkili nasıl yönetilebileceği konularında sistemli yaklaşımlarla; kararlılık, tutarlılık, bütünlük ve süreklilik sağlayan eğitim politikalarının üretilmesine gayret edilmelidir” dedi.
Ali Yalçın, Eğitim-Bir-Sen’in hazırladığı ‘20. Millî Eğitim Şûrası Görüş ve Öneriler’ Raporu’nu açıkladı. Memur-Sen Genel Merkezi’nde düzenlenen basın toplantısında konuşan Yalçın, yedi yıl sonra ‘Eğitimde Fırsat Eşitliği’ başlığıyla şûranın yeniden toplanmasının sevindirici bir gelişme olduğunu belirterek, “Türkiye, 2000 yılından sonra eğitim sisteminde; okullaşma oranları, öğretmen sayıları, sınıf mevcutları, okulların fiziki ve teknolojik kapasitesi gibi nicel göstergelerde kayda değer iyileşmeler yaşamıştır. Son 10 yılda öğretmen sayısı yaklaşık yüzde 60 artış gösterirken, tüm kademelerde toplam öğrenci sayısı yalnızca yüzde 13 artmıştır. Yine son 10 yıl içinde tüm okul kademelerinde okullaşma oranı sürekli olarak artış göstermiş, devlet okullarının öğretmen ve derslik başına düşen öğrenci sayılarında OECD ülkelerinin ortalamalarına çok yaklaşılmıştır” şeklinde konuştu.
Millî eğitim sisteminin hâlâ çözülmeyi bekleyen pek çok sorunu, niteliğinin artırılmasına ihtiyaç olan pek çok alanı bulunduğunu kaydeden Yalçın, şöyle devam etti: “Türkiye, OECD ülkeleri arasında gayri safi yurt içi hasıla içinde eğitime yönelik özel harcama oranı en yüksek ülkelerden biridir. Ancak Türkiye’nin gayri safi yurt içi hasıla içinde eğitime yönelik kamu harcama oranı yüzde 2,7 ile OECD ortalamasının altındadır. Öğrenci başına yapılan harcama miktarının OECD ülkeleri ortalaması 9.357 dolar iken, Türkiye’de 4.505 dolardır. OECD’ye üye 38 ülkenin öğrenci başına yaptıkları harcamaların ortalaması Türkiye’nin iki katını bulmaktadır. Ülkemiz insanının eğitimde sorun olarak gördükleri ilk dört alan; eğitim masrafları, sınıflardaki öğrenci sayısı, eğitim araçlarının niteliği/sayısı ve okuldaki eğitimin kalitesidir. Ülkemiz eğitim sisteminin niceliksel boyutundaki olumlu gelişmelere ve köklü politika değişikliklerine rağmen eğitim sisteminin niteliğinde istenen düzeyde iyileşme olmaması, beşeri ve fiziki kaynakların ülke sathında yeterince eşit dağılmaması, öğrenci başarısını yerleşim birimi, coğrafi bölge ve sosyo-ekonomik statüye göre farklılaşması gibi kronik sorunların yanı sıra, acil olarak çözülmesi gereken ve 20. Millî Eğitim Şûrası’nda ele alınacak ana temalar altında dile getirdiğimiz sorunlar da bulunmaktadır.”
Türkiye’de öğrencilerin yüzde 31’i avantajlı, yüzde 34’ü karışık, yüzde 35’i ise dezavantajlı okullara gitmektedir
Eğitimde fırsat eşitliğinin büyük oranda bölgeler ve okullar arası başarı farklılığının azaltılmasına, bunun ise okulların ortalama başarı seviyesinin yükseltilmesine bağlı olduğunu dile getiren Yalçın, “Okulların başarısını etkileyen çok sayıda değişken olup bunlardan bazılarını hatırlatmakta fayda vardır: Öncelikle mesleki tecrübe, öğrenci başına yapılan harcamaların miktarı, okullardaki hesap verebilirlik mekanizmaları, sınıflardaki öğrenci sayısı, öğrenme ortamı, haftalık ders saati ve okullardaki yönetim becerisi. Türkiye’de öğrenci başarısındaki farklılaşmanın yüzde 19’u doğrudan öğrenciler arasındaki ekonomik, sosyal ve kültürel statü farklarıyla açıklanmaktadır. Bu durum, Macaristan ve Belçika’dan sonra OECD ülkeleri arasındaki en yüksek değerdir. PISA verileri baz alınarak yapılan bir değerlendirmede, ülkelerdeki okullar, öğrencilerin ekonomik, sosyal ve kültürel statü değerlerine göre üçe ayrılmıştır. Bunlar; avantajlı okullar, dezavantajlı okullar ve karışık okullardır. Türkiye’de öğrencilerin yüzde 31’i avantajlı, yüzde 34’ü karışık, yüzde 35’i ise dezavantajlı okullara gitmektedir. En alt çeyrekte bulunan öğrencilerin yüzde 64’ü dezavantajlı okullara, yalnızca yüzde 7’si avantajlı okullara gidebilmektedir. Ayrıca, hem sosyo-ekonomik köken hem de başarı açısından birbirine uzak durumdaki öğrencilerin bir arada bulunduğu karışık okulların sistem içindeki ağırlığının en az olduğu dört OECD ülkesinden biri Türkiye’dir” ifadelerini kullandı.
Okul öncesinde din ve ahlak eğitimine yönelik talep karşılanmalıdır
“Bugün ülkemizde, okul öncesi eğitimin niteliğine dair temel sorunlardan biri ‘erken çocukluk döneminde din ve ahlak eğitimi’ne yönelik boşluktur” diyen Yalçın, Türkiye’de ilk ve ortaöğretimde din eğitimi ve öğretimi alanında önemli mesafeler alınmasına rağmen, erken çocukluk din ve ahlak eğitimi için aynı şeyi söylemenin mümkün olmadığını, çünkü okul öncesi eğitim programlarında dinî ve ahlaki gelişime yönelik bir içerik bulunmadığını söyledi.
Okul öncesinde din ve ahlak eğitimine yönelik bir talebin bulunduğuna dikkat çeken Yalçın, “Bu çerçevede, mevcut din ve ahlak eğitim modeli çocuğun gelişim düzeyi dikkate alınarak okul öncesine uyarlanmalı; velilere, dinî referansı önceleyen bir ahlak eğitimini esas alan okul öncesi ahlak eğitimi ile belirli bir dinî ve dinin değerleri öğretisinin eğitim konusu yapılmasını baz alan okul öncesi din eğitimi arasında tercih hakkının sunulacağı okul öncesi çoğulcu/tercihli din ve ahlak eğitimi veya okul öncesi öğretim programında değerler eğitimine ayrı bir alan olarak yer verilmesi esasına dayalı değerler eğitimi modelleri üzerinden bir okul öncesi din ve ahlak eğitimi süreci tasarlanmalıdır” diye konuştu.
Okullara kaynak dağılımı adil yapılmalıdır
Ali Yalçın, öğrencilerin öğrenmeleri ve potansiyelini gerçekleştirebilmeleri için fırsatları eşitleyecek şekilde okullara kaynak aktarılmasının önemli olduğunu vurgulayarak, şöyle konuştu: “Dezavantajlı öğrencilerin devam ettiği okullarda öğrenme eksikliklerini giderecek ek yatırımların yanı sıra, öğrencilerin başarılı olabilmek için ihtiyaç duydukları insan ve materyal kaynağı gibi her türlü kaynağa sahip olmaları sağlanmalıdır. Bu nedenle, okullara kaynak dağılımının adil yapılması önem taşımaktadır. Eğitim sisteminde, yeterli düzeyde desteklenmediği için toplumsal eşitsizliği besleyerek sosyal adaleti zedeleyen eğitim basamaklarından en önemlisi ‘erken çocukluk eğitimi’dir. Erken çocukluk eğitimi yaygınlaştırılırken, tüm alt süreçlerde kaliteden ödün verilmemelidir. Eğitim kazanımlarını daha nitelikli kılmanın yolu hakkaniyetli olmaktan, eğitimde fırsat ve imkân eşitliğini sağlamanın en iyi aracının da devlet okullarını güçlendirmekten geçtiği unutulmamalıdır. Okul öncesi eğitim, resmî eğitim kurumları yönünden ücretsiz ve kamusal bir hak olarak görülmeli ve en yoksul metropol mahallelerinden en ücra yerleşim yerlerine kadar ülke sathında yaygınlaştırılmalı, öncelikle ve özellikle az gelişmiş yerleşim yerlerine ağırlık verilmelidir.”
İkili eğitim sonlandırılmalı, tüm öğrencilere öğle yemeği hizmeti verilmelidir
Dezavantajlı yerleşim yerlerinde yaşayan ve sosyo-ekonomik düzeyleri ülkenin diğer bölgelerine göre daha düşük öğrencilerin aynı zamanda eğitime en fazla muhtaç olan ve kaliteli eğitim alması gereken kesimler olduğu bilinciyle pozitif ayrımcılığa ve ilave desteğe olan ihtiyaçlarının karşılanması gerektiğini belirten Yalçın, “Dezavantajlı öğrencileri ve ailelerini destekleyen politika ve programlar daha fazla geliştirilmelidir. Dezavantajlı öğrencilerin eğitimsel kazanımlarının ilerleme düzeyleri izlenmeli ve telafi eğitimleri ile bu öğrenciler desteklenmelidir. İkili eğitim ve birleştirilmiş sınıflarda eğitim-öğretim yapılmamalı; ikili eğitim tamamen sonlandırılmalı, ayrıca tüm öğrencilere öğle yemeği hizmeti verilmelidir. Temel eğitimden ortaöğretime kademeler arası geçişte uygulanan sınavların sistem üzerinde oluşturduğu baskı sona erdirilmelidir. Okullararası başarı farklılığı en az seviyeye indirilerek ortaöğretim, yükseköğretime geçişte bir ara kademe olarak görülmemeli, gençlerin bireysel gelişimine ve beklentilerine cevap verecek şekilde düzenlenmelidir” dedi.
Bireylerin ilgi ve istihdamına uygun mesleklere erken yaşta yönlendirilmesine imkân veren bir mesleki rehberlik ve yönlendirme sistemi oluşturulmalıdır
Mesleki ve teknik eğitimin iyileştirilmesine atfedilen öneme rağmen Türkiye’de mesleki ve teknik eğitim sisteminin kronikleşmiş köklü yapısal sorunları barındırdığını ifade eden Yalçın, şunları söyledi: “Öne çıkan temel sorun alanları; müfredatının güncellenmesi, sektörün ihtiyaç duyduğu nitelikli insan kaynağının yetiştirilmesi, mezunların kendi alanlarında istihdam edilmesinin sağlanması, mesleki ve teknik eğitim kurumların cazibesinin artırılması ve öğrenciler için mesleki rehberlik, tanıtım ve yönlendirme çalışmalarının etkin bir şekilde yapılması, öğretmenlerin işbaşı ve mesleki gelişim eğitimlerinin sağlanmasıdır. Son yıllarda gerek üretim gerekse hizmet sektöründe yapay zekâ ve otomasyon teknolojilerinin yaygınlaşması, istihdam gerekliliklerinin mesleki eğitimden talep ettiği becerilerde büyük oranda değişime yol açmıştır. Ancak geleneksel mesleki eğitim yeni duruma cevap vermede yetersiz kalmıştır. Bu çıkmazdan kurtulmak için artık mesleklere özgü spesifik bir mesleki eğitim yerine anahtar yetkinliklere daha fazla ağırlık vererek yeni şartlara adaptasyonu kolaylaştıran, meslekler arasında geçişkenliği de mümkün kılan mesleki eğitime, yeni bir bakış açısına ihtiyaç vardır. Bireylerin doğuştan sahip oldukları yeteneklerin tespitine ve geliştirilmesine, ilgi ve istihdamına uygun mesleklere erken yaşta yönlendirilmesine imkân veren bir mesleki rehberlik ve yönlendirme sistemi oluşturulmalıdır.”
Yaygın eğitim kurumları tarafından verilen meslek edindirme kurslarının niteliğinin artırılması, bu kurslardaki görevlilerin nitelikleriyle bunların çalışma hukukundan kaynaklanan hak ve sorumluluklarına ilişkin düzenleme yapılması gerektiğini dile getiren Yalçın, “Mesleki ve teknik eğitim okullarının kapasiteleri güçlendirilmeli, sanayi ve hizmet sektörü başta olmak üzere, istihdam yeterlilikleri ile bu okullardan mezun olanların kazandıkları beceriler arasında net bir bağ kurulmalı, sektör-okul iş birliği ve entegrasyonu sağlanmalıdır. Mesleki ve teknik eğitim okullarıyla ilgili olumsuz toplumsal algı ve değer yargılar olumluya dönüştürülebilmeli, başta mezunların istihdamını artırma, başarılı öğrencileri mesleki eğitime çekme ve genç işsizlik oranlarını azaltma olmak üzere, eğitimin niteliğini artırıcı tedbirler alınmalıdır. Mesleki rehberlik ve yönlendirme çalışmaları, mesleki ve teknik eğitimde atılan önemli adımlar sonucunda ortaya çıkan önemli gelişmeleri de içerecek şekilde daha etkin bir biçimde planlanmalı ve mesleki eğitimin görünümünü daha da artırıcı faaliyetler yapılmalıdır” değerlendirmesinde bulundu.
Öğretmenlik Meslek Kanunu bir an önce çıkarılmalıdır
Öğretmenlerin mesleki gelişiminin sağlanmadığı eğitim sistemlerinin, en modern eğitim mekânlarına, son model teknolojik araçlara ve en iyi müfredata sahip olunsa bile hep eksik kalacağının altını çizen Yalçın, “Eğitim sistemlerinin performansları ancak öğretmenlerinin mesleki yetkinlikleri kadar yüksek olabilir. Millî Eğitim Bakanlığı, 950.090 öğretmeninin mesleki gelişimini hizmet içi eğitim faaliyetleriyle yürütmektedir. TALIS verilerine göre Türkiye’de öğretmenlerin en etkili bulduğu hizmet içi eğitimler; mesleki bir konuda bireysel veya grupla yapılan uygulamaya dayalı etkinlikler, meslektaşlara rehberlik etme, onları gözlemleme ve yetiştirme olduğu belirtilmektedir. Ancak eğitim fakülteleri ve öğretmenliğe kaynaklık eden diğer programlara yönelik yeterlilik esaslı, öğretmenlerin mesleki gelişim ihtiyacını karşılayacak ve öğretmen yetiştirme sisteminde istikrarı sağlayacak bir yapı henüz tam anlamıyla kurulabilmiş değildir. Öğretmenliğin millî eğitim mevzuatında bir kariyer mesleği olarak tanımlanmamış olması, öğretmenlerin bağımsız çalışma imkânının olmaması, taraflar arasında sağlıklı müzakerelerin yapılamaması gibi sebeplerle bu konuda bir konsensüs oluşmamış ve öğretmenlik mesleği, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun çizdiği ana hatlar üzerinde bugüne gelmiştir. 20. Millî Eğitim Şûrası’nın Öğretmenlik Meslek Kanunu’yla anılmasının ve bu şûrada meslek kanunu içeriğinin öğretmenlerin hak, görev ve yetkilerinin korunması ve geliştirilmesi ekseninde belirlenmesinin gerekliliğine inanıyoruz. Öğretmenlerin mesleki statü, sosyal itibar, meslek etik kuralları ve mesleki dayanışma gibi konularda gelişme kaydetmesi için Öğretmenlik Meslek Kanunu çıkarılmalıdır. Öğretmenlere yüksek statülü bir meslek iklimi sunulmalıdır. Öğretmenlerin mesleki gelişim ihtiyacının nitelikli eğitimlerle karşılanması için hizmet içi eğitim faaliyetlerine daha fazla kaynak ayrılmalı ve hizmet içi eğitimlerde alternatif modeller benimsenmelidir. Öğretmen niteliğini artırmak için yapılan girişimler sadece hizmet öncesi (eğitim fakülteleri eğitimi) ile sınırlı kalmamalı; hizmet içindeki öğretmenlerin niteliklerini artırmaya yönelik çalışmalar da sürdürülmeli ve desteklenmelidir” şeklinde konuştu.
Okul yöneticiliğine, yetki-sorumluluk dengesi sağlanmış profesyonel bir meslek olduğu bilinciyle bakılmalıdır
Ali Yalçın, okul yöneticiliğine ikinci görev olarak değil, liyakat ve uzmanlık gerektiren, yetki-sorumluluk dengesi sağlanmış profesyonel bir meslek olduğu bilinciyle bakılması gerektiğini vurgulayarak, “Öğretmenin niteliğine katkıda bulunan, okuldaki birikimine ve başarılarına yoğunlaşan, öğretmenin özellikle dezavantajlı öğrencilere sunduğu katkıyı ölçebilen ve başarılı öğretmenlerin ödüllendirileceği bir kariyer basamağı modeli özenle inşa edilmelidir. İstihdamda güçlük çekilen dezavantajlı bölgelerde öğretmenlerin istihdamı için ilave özlük hakları ekseninde teşvik sağlanmalıdır” ifadelerini kullandı.
Ücretli öğretmenlik uygulaması en kısa sürede terk edilmelidir
Millî Eğitim Bakanlığı’nın, sayıları bazı dönemlerde 80 binleri aşan ücretli öğretmenlerle eğitim faaliyetlerinin yürütülmesinin normal olmadığını, olağanüstü şartlardan kaynaklanan bu durumun geçici olduğunu kabul etmesi gerektiğini belirten Yalçın, eğitimin kalitesini ve verimliliğini düşüren ücretli öğretmenlik uygulamasının en kısa sürede terk edilmesi ve öğretmenlik mesleği içinde bir istihdam türü hâline gelmesinin önüne geçilmesi çağrısında bulundu.
Kararlılık, tutarlılık, bütünlük ve süreklilik sağlayan eğitim politikalarının üretilmesine gayret edilmelidir
Hata ve sorunları ortadan kaldırmak, modelin eskimiş, bozulmuş olan yanlarını düzeltmek ve daha verimli bir kamu hizmeti sunmak için gerekli değişim çabalarının hiçbir şekilde askıya alınmaması gerektiğini kaydeden Yalçın, sözlerini şöyle tamamladı: “Eğitimin kalitesi, eşitlik, hakkaniyet, eğitimin finansmanı, öğretmen niteliğinin artırılması, okuldaki öğrenme süreçleri ve okulların liyakat ilkesine göre daha etkili nasıl yönetilebileceği konularında sistemli yaklaşımlarla; eğitimde kararlılık, tutarlılık, bütünlük, süreklilik sağlayan ve kamu yararını hedefleyen politikaların üretilmesine gayret edilmelidir. Şûrada gündeme gelecek teklifler ve yapılacak analizler; öğretmenlerin, eğitim yöneticilerinin, öğrencilerin ve milletimizin zihin dünyasında yeni ufuklar açmalıdır.”
Rapor için TIKLAYINIZ