Milli Eğitim Bakanlığı, TBMM’de kabul edilerek yasalaşan 4+4+4 sisteminin uygulamasına yönelik genelgesini 9 Mayıs tarihi itibariyle yayınladı.
Genelge göstermiştir ki, Bakanlık bir yandan içerisine düştüğü çukurdan çıkmanın çırpınışı içerisindeyken diğer yandan da ilkel tutumunu ve inadını sürdürmektedir. “Ben yaparım siz uyarsınız” şeklinde özetlenebilecek bu dayatmacı üslubun, genelgenin ruhuna da işlemiş olduğu görülmektedir.
Bakanlık, yapılan tüm iyi niyetli ikazları yine duymazdan geldiğini yayınladığı genelgeyle bir kez daha göstermiştir.
Şöyle ki;
1- Milli Eğitim Bakanlığı yayınladığı genelge ile ilkokul eğitimini, 30 Eylül 2012 tarihi itibariyle 66 ayını tamamlayan çocuklar için zorunlu tutmuş bulunmaktadır.
30 Mart 2012’de TBMM’de kabul edilen 6287 nolu yasanın 3. maddesinde “Mecburi ilköğretim çağı 6-13 yaş grubundaki çocukları kapsar. Bu çağ çocuğun 5 yaşını bitirdiği yılın eylül ayı sonunda başlar, 13 yaşını bitirip 14 yaşına girdiği yılın öğretim yılı sonunda biter.” denilerek zorunlu eğitime başlama yaşı 60 ay olarak belirlenmişti.
Hatırlanacağı üzere, Türk Eğitim-Sen olarak, o zaman hem TBMM nezdinde yaptığımız görüşme ve bilgilendirmelerde, hem de kamuoyuna yönelik yaptığımız açıklamalarda şunu söylemiştik: 60 Ayını doldurmuş olan çocuklarımızın ilkokul eğitimine alınması doğru değildir. Çünkü bu dönemdeki çocukların kas sinir koordinasyonu henüz yeterli olgunlukta değildir. Hali hazırdaki uygulamada dahi, 72 ayını doldurmuş olmasına rağmen yaklaşık % 5 oranında çocuğumuzun yeterli kas gelişimine sahip olmadığı için okul öncesine yönlendirildiği de yaşadığımız bir gerçektir. Öte yandan 72 ayını dolduran 1.400.000 öğrencimizin yanı sıra, 60-72 ay dönemindeki 1.250.000 çocuğumuzu daha eklediğinizde derslik sayımız ve fiziki alt yapımız bu talebi karşılayamayacaktır. Bundan dolayı 60-70 kişilik sınıflarda verimli bir eğitim hizmeti sunulamayacaktır. öte yandan; bu çağ döneminde çocukların fiziksel ve bilişsel gelişimleri arasında 1 ayın bile önemli farklar oluşturduğu bir gerçektir. Dolayısıyla 60 aylık bir çocukla 72 aylık bir çocuğun aynı sınıfta eğitim almasının getireceği pedagojik arazların nasıl önleneceği/giderileceği de bir başka ciddi sorundur.
Bakanlığın yayınladığı genelgede, okula zorunlu başlama yaşını 66 ay olarak belirlemiş olması, 60-66 ay arasını veli iznine tabi kılması; bizim haklı ikazlarımıza inatla direnen yetkililerin, içinde boğuldukları karmaşadan biraz olsun nefes almaya çalıştıklarını göstermektedir. Eğer bu kaygıyı taşımıyor olsalardı kanunda belirlenen 60 ayı okula zorunlu başlama yaşı olarak düzenler ya da kanunu da 66 ay olarak belirlemezler miydi? Ancak bu düzenleme bile tedirgin olduğumuz sıkıntıların yaşanmasına engel olmaya yetmeyecektir.
2- MEB Genelgesinde, “…okul öncesi eğitimde 48-60 ay arası çocuklar için 2013 yılı sonuna kadar belirlenmiş olan yüzde 100 okullaşma hedefi devam edecektir.” Denilerek okul öncesi eğitimi hususunda yapılan eleştirilere cevap verilmeye çalışılmıştır.
Oysa ki, gerçek bu kadar basit olmayacaktır.
71 İlde zorunlu hale getirilmiş olan ve 2013 yılı için de tüm yurt genelinde zorunlu eğitim kapsamına alınması planlanmış olan okul öncesi eğitiminin kapsam dışında bırakılmasının hiçbir mantıklı gerekçesi yoktur. Yasanın TBMM’de görüşülmesi sürecinde sendika olarak Hükümeti uyarmış ve AKP’nin kendi döneminde zorunlu hale getirdiği bir uygulamayı kapsam dışında bırakmasının çelişkisini ortaya koymuştuk. İşte MEB yayınladığı genelgedeki gayri ciddi ifadelerle, Hükümeti bu çelişkinin getireceği olumsuzluklardan kurtarmaya çalışmaktadır.
Ancak Sayın Bakan da en az bizim kadar biliyor ki, zorunlu eğitim kapsamından çıkarılan okul öncesindeki okullaşma oranı düşecek ve belirlenmiş hedeflere ulaşmak mümkün olmayacaktır. Nitekim önümüzdeki dönemde hep beraber şahit olacağız ki, bu acı gerçeği yaşayacak olan Milli Eğitim Bakanlığı, okul öncesini tekrar zorunlu eğitim kapsamına almak için çalışma yapacaktır.
3- Genelgede “Yatılı ilköğretim bölge okullarının yatılı kısımlarında sadece ortaokul (5, 6, 7 ve 8. sınıf) öğrencileri yatılı olarak kalacaktır. İlkokul öğrencilerinin ise köy okullarında veya taşımalı olarak diğer ilkokullar ile yatılı ilköğretim bölge okullarında gündüzlü olarak öğrenimlerine devam etmeleri için gerekli tedbirler alınacaktır.” Denilmektedir.
Şu an binlerce köy okulunun atıl ve eğitim öğretim hizmetine hiç uygun olmayan durumda olduğunu göz önüne alırsak Bakanlığın bu değerlendirmesinin çok da gerçekci olmadığı görülecektir. Bu okulların tekrar eğitime açılabilmesi için çok ciddi fiziki alt yapı tadilatı ve önemli sayıda öğretmen ataması gerekmektedir. Fakat bu anlamda MEB’in hiçbir planlaması ve çalışması olmadığı düşünülürse, uygulamanın ne kadar acemice ve aceleci bir şekilde hayata geçirildiği bir kez daha anlaşılacaktır.
4- Genelge fiziki şartların uygun olduğu okullarda her kademenin müstakil binalarda olmasını öngörmektedir. Ancak ülkemizdeki onbinlerce okulumuzdan, neredeyse yok denecek kadar çok azının bu koşullara sahip olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla neredeyse okullarımızın tamamında –genelgede denildiği gibi- ikili öğretim yapılacak; orta okullar sabahçı, ilkokullar öğlenci olarak aynı binada eğitim görecektir.
Yani 66 aylık ilkokul öğrencisi ile 13 yaşındaki ortaokul 3. sınıf öğrencisi aynı sırada ders görecek;
Ya birisi dizlerini sıranın altına sokamayacak, ya da diğeri yazmak için kolunu sıraya yetiştiremeyecek!
Ya birisi tahtaya kalktığında yazmak için kamburlaşacak ya da diğeri boyu yetişmediği için tahtaya kalkamayacak!
Ya birisi lavaboda elini yıkamak için iki büklüm olacak ya da diğeri tuvaletten çıktıktan sonra boyu yetişmediği için elini yıkayamadan sınıfına koşacak!
Bu söylenenler, ilk görünüşte mübalağa gibi algılanabilir; ancak bunlar okullarımızın yaşayacağı en basit sıkıntılardandır. Sekiz yıllık uygulamada idarecilerimiz, alt katları küçük sınıflara, daha yukarıdaki katları da büyük sınıflara tahsis ederek sınıfları ve lavaboları ona göre düzenliyorlardı. Fakat şimdi okulun tamamı hizmet vereceği için bu ayarlamaların yapılması pek mümkün olmayacaktır.
5- Okul idarecilerinin durumu da ayrı bir karmaşaya neden olacaktır. Genelge mevcut idarecilerin iş ve işlemleri yürüteceğini öngörmektedir. Yani şu an sınıf öğretmeni olan bir okul müdürü hem ilkokulun hem de orta okulun iş ve işlemlerini yürütecektir. Bu durumun mevcut mevzuatta karşılığı yoktur. Dolayısıyla yönetici atamalarını tayin eden yönetmeliğin de bu durum uygun olarak düzenlenmesi gerekecektir. Aksi takdirde “gecekondu” idarecilerle eğitim kurumlarımız yönetilmeye devam edecektir.
6- Genelgede öğretmenlerle ilgili bir hüküm bulunmamaktadır.
Ortaokulun dört yıla çıkarılmasından dolayı %30 oranında branş öğretmeni ihtiyacı doğacağı; ilkokulun beşten dört yıla düşürülmesiyle 50 binin üzerinde sınıf öğretmeninin norm fazlası olacağı hususu bir vakıadır. Sendika olarak bu gerçeği baştan beridir her platformda dile getiriyoruz.
Kanunun yapımı sürecinde olduğu gibi genelgede de bu konuya kulaklar tıkanmış gözükmektedir. Eğitimin asıl uygulayıcısı olan öğretmenlerimizin durumunu netleştirmesi gereken Bakanlığın bu garip tutumu anlaşılmazdır.
Öğretmenlerimiz büyük bir tedirginlik yaşamaktadır. Tayin başvurularının yapılması gereken bir dönemde hala okulların normları belirlenmemiş, seçmeli derslerin neler olacağı, hangi dersten ne kadar öğretmen ihtiyacı oluşacağı belirlenmemiş durumdadır.
Sanırım, Cumhuriyet tarihimizdeki bir ilki yaşatan ve altı ay geçmesine rağmen maaş zamlarını veremeyen AKP Hükümeti; yine bir ilke imza atacak ve öğretmen nakillerini yapamayacaktır. Tabii ki, olan yine mağduriyet yaşayacak binlerce öğretmenimize olacaktır.
Bakanlığın yapması gereken; inadından vazgeçmesi ve ülke gerçeklerine göre hareket ederek uygulamayı kademeli olarak hayata geçirmesidir. Okullarımızın fiziki alt yapısı hazırlanarak ve öğretmen ihtiyacı ve dağılımı ihtiyaca göre belirlenerek yeni sistem uygulamaya geçirilmelidir.
Mevcut tutumda ısrar edilirse öğrencilerimiz, velilerimiz, öğretmenlerimiz ve en önemlisi eğitim hayatımız ciddi sıkıntılar yaşayacaktır.
Talip GEYLAN
Türk Eğitim-Sen Genel Teşkilatlandırma Sekreteri