20 günlük süre veren Kurul, şirketlerin yüksek kârdan feragat etmemesi üzerine tavan fiyat uygulamasına geçmişti.

Son günlerde kafası ülke meselelerine işleyenlerin dahi birbirlerine her fırsatta neler oluyor diye sorduğu karmakarışık bir gündemden geçiyoruz.

Peki, gündemde neler var? Hatırlamak için zorlamayalım, rakamlarla araştırmalara bakalım. Medya Takip Merkezi'nden Silva Demirci'yi arayıp, "Gündem" dedim. "Yüzlerce" dedi.



"Ya Başbakan dersem ne dersiniz?" dedim, "Binlerce" dedi. "Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın haberin öznesi, tümleci yüklemi olduğu haberlere bir göz atsak." dedim. Yutkundu, "Peki." dedi.

27 Haziran-3 Temmuz 2009 tarihleri arasında topu topu 7 gün içinde bir vesile ile Başbakan'ın adının geçtiği haber sayısına bakarsak hiçbir devlet yöneticisine nasip olmamış bir medya teveccühü görürüz. Teveccüh deyince sakın yanlış anlaşılmasın; içerik değil sayısal anlamda. Haydi, haber içeriklerine de bir göz atalım. Başbakan'la ilgili haberlerin azı bilgilendirici, çoğu yorumlayıcı. Başbakan Erdoğan, fotokopi mi, değil mi olduğu tartışılan belge ile bir hafta içinde 1.709 kez birlikte anılırken, belgenin ilişkilendirildiği Ergenekon davasıyla 1.110 kez kendine yer bulmuş. Askere sivil yargı yolu 991, MGK toplantısı 985, Anayasa değişikliği konusunda 864, Başbakan'ın Genelkurmay Başkanı ile görüşmesi 453, MGK öncesi mini zirve 391, Bilal Erdoğan'ın askerlik konusu 258, toplu iş sözleşmesi anlaşmazlığı 215 ve ulusa sesleniş 122 olmak üzere Başbakan Erdoğan toplamda 7.098 kez yazılı ve görsel basında haber olmuş.

Çok sayıda haberin sebebi, gündemin yoğunluğunun yanı sıra tarafların konuya ilişkin söylemlerini doğrudan Başbakan üzerinden geçirmesi, Başbakan'ın da bunlara cevap vermesi. Başka bir yaklaşımla, söylemlere karşı söylenenler sayının büyümesini sağlamış. Medyanın değişik versiyonları, bulundukları yerden meseleyi nasıl görüyorsa mecralarına da öyle taşımış. Böylelikle konu mitoz ve amitoz bölünme ile kendi gündemini bir kez daha oluşturmuş. (Bakınız Bilal Erdoğan haberleri ile ulusa sesleniş konuşması arasındaki sayısal farka. Başbakan Erdoğan içeriğini kendi tasarladığı konuşma ile listenin en altında yer alırken, haber bile olması gerekmeyen özel bir konuda daha çok haber yapılmış.)

Şimdi gelelim bu durum karşısında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın kendisinin de ifade ettiği gibi 'hiddetlenmesine' değil de 'dertlenmesine.' Eğri oturup doğru konuşalım; kim üzerine böylesine oluk oluk gelen haber karşısında tepkisiz kalabilir. Elbette Başbakan da kalamıyor. Kalamayınca da hiddetten dertlenmeye kadar değişik dozlarda cevap veriyor. Verilen yanıtın dozu şiddetliyse zaten doğal olarak haber değeri taşıyor, yok değilse içerik üzerinden köşeden köşeye pas atılıyor. Peki, Başbakan ne olursa olsun hakkındaki haber sayısını değiştiremeyecekse ne yapmalı? Buradan Sayın Başbakan'a pek çoklarının yaptığı gibi iletişim sürecini yönetirken bir yap-yapma reçetesi vermek yerine, 'ne yaparsa yapsın kafası karışık vatandaşı aydınlatmalıdır' demek istiyorum. Çünkü vatandaşın kafası karışık değil, karmakarışık.

Anne karnındaki bebekler duyar mı?

İzocam reklamını hatırlarsınız, hatırlamayanlar için de ben hatırlatayım. Doğanın doğal izolasyonuyla korunan anne karnındaki bebeklerden ilham alan reklam filminde, İzocam'ın da ses, ısı ve sıvı yalıtımında aynı mükemmelliği sunduğu ifade ediliyor. Ancak bebekler için anne karnındaki hayatın bu kadar da konforu olmadığını söylüyor okurumuz Çocuk Gelişimi Uzmanı Nilüfer Karataş, "Çocuklar anne karnında her şeyi duyar, tepki verir. Hatta sesi bize göre daha fazla algılarlar. Hormonsal değişimlerin yanı sıra annenin tepkileri de algılanır. İşte bu sebepten, reklamın kreatif çözümü doğru bilgi üzerine konumlandırılmamış. Sizinle paylaşma nedenim ise toplumumuz öncelikli olarak televizyon, gazete ve diğer magazinsel kaynaklardan öğreniyor. Akademik çalışmalar en son başvurulan kaynak. Ben bir yanlışı düzeltmek istedim. Doğrusunu öğrenmek toplumun hakkıdır." diyor. Karataş dikkatimi çekmeseydi, reklamı beğendiğimi bile söyleyebilirdim. Öğreti için Nilüfer Karataş'a teşekkürler.

Yılan Hikâyesi filmdi

şimdi transferin adı oldu


Mehmet Topuz'un tuhaf transfer hikâyesinde pek çok köşe yazarı; futbolcu etiğinden sporcu kalitesine, BJK ve FB başkanlarının karşılıklı muhabbetinden, ödenecek bedelin büyüklüğüne kadar pek çok konuda yazdı, söyledi. Bütün bunlar olurken, takımlarla futbolcu hakkında marka yönetimi adına söylenecek epey söz vardı ama, "Tamam artık konu eskidi, ben yazmayayım" demiştim. Ancak kararımı Nihat Kahveci ve menajerinin askerlik için birliğine teslim olurken, "Beşiktaş'a sözümüz yok; hele bir askerlik bitsin. Kim öle kim kala." dediği beyanatı okuyunca değiştirdim.

Aslında lig bitimiyle başlayan ve şehir efsanesine dönen transfer hikâyelerine alışığız. Bu defa da öyle oldu. Madem yeşil çimdeki oyuna ara verilmişti, medyada tartışılacak konu da yoktu. O halde kapalı kapılar ardında konuşulanlar basına yansımalı ve ara soğutulmamalıydı. Futbol endüstrisinin duayenleri bunu da pek iyi başardı. Tabii ya, Kayserisporlu Mehmet Topuz'un transfer hikâyesi futbol severleri şu futbolsuz dönemde epey oyaladı. Şimdi neden sıra Nihat Kahveci'nin olmasındı? En azından kısa dönem askerlik süresi 21 gün ve bu sürede 21 bin tane hikâye yazılabilirdi!

Gelelim yılan hikâyesine ve sorulara: Mehmet Topuz yeteneğiyle İstanbullu takımların dikkatini çekmekte gecikmemişti. Önce Beşiktaş sonra da Fenerbahçe Topuz'un peşine düştü. Tabiri caizse transfer ipini göğüsleyen Fenerbahçe oldu. Şükrü Saracoğlu'nda yapılan imza töreni ile de dünya âleme, "Topuz bizimdir, bizim kalacaktır." dediler. Buraya kadar sorun yok, hayırlı olsun. Peki, şimdi birkaç soru soralım: Bu dolambaçlı hikâye Mehmet Topuz'a, Fenerbahçe'ye ve Beşiktaş'a itibar açısından neler kazandırdı ya da kaybettirdi? Bundan böyle Topuz nasıl hatırlanacak? Futbolcunun marka değeri arttı mı, eksildi mi? Beşiktaş Topuz'dan sonra "Gökhan Zan'ın da keten peresine geldim." demişti. Şimdi de Topuz ve Zan'dan sonra aynı oyunu Kahveci mi oynuyor? Bunlar neden hep Beşiktaş'ın başına gelmekte, yoksa Beşiktaş bu hikâyelerde kendi kendine mi gelin güvey oluyor?

BJK erken açıklama yaparak futbolcular üzerinde baskı mı oluşturmak istiyor? Son anda olumsuzlukla biten bu iki sözleşme ve potansiyel olumsuzluk olarak gözüken Kahveci transferinde kabahat oyuncuların mı, yoksa sürecin idaresi konusunda yönetimin basiretsizliği mi? Kaldı ki Mustafa Denizli ile basın mensupları önünde yapılan imza töreninde Başkan Demirören'i çileden çıkaran, sözleşme yerine boş kâğıtların ortaya konması da Beşiktaş profesyonel kadrosunun yetersizliği olarak görülebilir mi? Başarılı bir sezon ve iki şampiyonluk sonrasında ne ilginçtir ki Beşiktaş tarafında sanki bir şeyler oluyor! Takımlar için şampiyonluğu almak ilk hedef, ama özellikle Beşiktaş markasının ilişki ve itibar yönetimi de göz ardı edilemeyecek kadar değerli.

ZAMAN

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

KAMU PERSONELİ Haberleri