Türkiye Kamu-Sen 1 Mayıs Emek ve Dayanışma gününü Adana’da kutlayacak. Adana’da konuyla ilgili kahvaltılı basın toplantısı düzenleyen Genel Başkan İsmail Koncuk, çalışma hayatını ve gündemdeki önemli konuları değerlendirdi.
24 Nisan’da Ermenilerle ilgili soykırım ifadesini kullanan Avrupa Parlamentosu’na ve Başbakan Davutoğlu’nun “Tehcir insanlık suçudur, Ermenilerin acılarını paylaşıyorum” sözlerine tepki gösteren Genel Başkan, “ Şehitlerimizin acısını kimler paylaşacak?” diyerek Doğu Türkistan, Karabağ, Irak’ta soydaşlarımızın yaşadığı insanlık suçlarını örnek göstererek şunları söyledi:
“24 Nisan tarihinin büyük önemi var. Ermeni diasporası, sözde Ermeni soykırımının 100. yılı olarak 24 Nisan tarihini ön plana çıkardı. Dünya kamuoyu önünde, Ermeni diasporası ve bu aziz millete düşmanlık besleyenlerin, Türk milletini cani bir millet pozisyonuna düşürmek için suçlu ilan etme gayretlerini görüyoruz. Avrupa Parlamentosu, bu yönde bir karar aldı. Aldığı bu karardan dolayı Avrupa Parlamentosunu da kınıyorum. Onlar ne tarihçi, ne de tarihi çalışmalar yapan bir komisyon pozisyonundadır. Dolaysıyla Avrupa Parlamentosunun da, bir başka milletin milletve-erinin de tarihi olaylarla ilgili kararlar alması bilimsel düşünceyle çelişen bir yaklaşımdır. Bu açıkça Türk milletine, düşmanlık hisleriyle baktıklarını gösteren bir örnektir. Yıllardır bu musibetten milletimiz kurtulamadı. Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’i Beyazıt Meydanı’nda astılar. Sırf Ermeni yandaşlarına hoş görünmek için; bu feci olayı gerçekleştirdiler. Kendisini bir kez daha rahmetle anıyorum. Ermeni meselesinin konuşulduğu bugünlerde, Kemal Bey gibi vatanseverleri, Türk milliyetçilerini rahmetle anıyorum. “Fertler ölür, milletler yaşar” diyen Kemal Bey’in bu sözü yıllar geçse de unutulmamalıdır.
Başbakan Davutoğlu’nun açıklaması da çelişkilerle doludur. Başbakan, bu devleti sözde yönetenler, Avrupa Parlamentosu’nun almış olduğu kararı kınarken, bir taraftan da Sayın Başbakan “tehcir insanlık suçudur” diyor. Biz de kendisine diyoruz ki, “Tehcir insanlık suçu değildir”. Tarihi iyi öğrenmesini tavsiye ediyoruz. Siyasetçi olmanın ötesinde, bilim adamı olma kimliği de bulunan Sayın Başbakan’ın işi, bu millete ihanet edenlerin eline koz vermek olamaz. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Başbakan’ının bu sözü söylemeye hakkı olduğunu düşünmüyorum.
Tehcir, iki toplumun birbirine düşmanca hisler beslemesi durumunda, her iki grubun da emniyeti açısından, bir grubu başka bölgelere göç ettirmektir. İnsanlık suçu olan, bu insanların birbirlerini boğazlamasına, öldürmesine seyirci kalmaktır. Bizim ecdadımız bunu yapmadı. Esasında tehcir; Türk milletini sırtından vuran, Osmanlı’nın sadık tebaa diyerek sahip çıktığı Ermenilerin bu millete yapmış olduğu zulüm karşısında göreceği tepkilerden dolayı onları kurtarmıştır. Bu nasıl bir insanlık suçudur? Yüzbinlerce Türk evladı, Ermeniler tarafından katledilmiştir. Adana Kozan’da, hala Ermenilerin ecdadımızı yaktığı fırın ayaktadır. İbret vesikası gibi durmaktadır. Sayın Başbakan, gelsin de bu fırını görsün bakalım. Hangisi insanlık suçu açıklasın o zaman. Tehcir mi, fırında insanları yakmak mı insanlık suçu, söylesin. Başbakan 24 Nisan’da çıkıp acılarınızı paylaşıyoruz diyor. Bizim acılarımızı kim paylaşacak? Bu milletin yüzbinlerce şehidinin acılarını kim paylaşacak?
Konfederasyon olarak “Ermeni Yalanları; Çığlık” adında eseri bastırdıklarını söyleyen Koncuk, Başbakan’a da seslenerek bu eseri okumasını ve ardından “Tehcir insanlık suçudur” şeklindeki sözlerini düzeltmesini istedi.
Biz Ermenilere de, bir başka millete de düşmanca hisler besleyelim demiyoruz. Çocuklarımıza da onlara düşmanca hisler besleyin diye bir öğüt vermiyoruz. Aksine bütün insanları sevmeleri gerektiğini öğretiyoruz. Ama bu durum, tarihte bu milletin yaşadığı acıları, evlatlarımıza öğretmememiz gerektiği anlamına gelmiyor. Tarihte bu milletin neler yaşadığını evlatlarımıza öğretmeliyiz. Eğer öğretmezsek, yarın işi bilmeyen siyasetçilerin ve diasporanın açıklamalarıyla bizim evlatlarımız atalarını suçlar. Buna müsaade edemeyiz. Onun için biz, Türkiye Kamu-Sen olarak Ermeni meselesini ve 1915 olaylarını dile getiren bir eser yayınladık. “Ermeni yalanları; Çığlık” adındaki bu eser, 15 bin adet basıldı. Teşkilatlarımıza da dağıttık. Bu eseri okumasını sayın Başbakan’a da tavsiye ediyorum. Sayın Başbakan insanlık suçu arıyorsa, Doğu Türkistan’a, Kerkük’e, Irak’a, Karabağ’a gitsin. Karabağ’da katledilen yaklaşık 700 insanımızın yakınları hala Azerbaycan’da. Tehcirin insanlık suçu olduğunu söylemek, tarihi olaylardan bihaber olduğunu gösterir. Başbakan’ın bu açıklamasını, Türk milleti, aziz şehitlerimiz adına kınıyorum. Şehitlerimizin kemiklerini sızlatmasınlar. Onlar adına, Başbakan’ın bu sözünü düzeltmesini bekliyorum.
Yaklaşan 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü’nü Adana’da yapacakları mitingle kutlayacaklarını ifade eden Genel Başkan, bu günün çalışma hayatının sorunlarının dile getirildiği bir gün olarak geçmesini dilediklerini vurgulayarak şunları söyledi:
“Türkiye Kamu-Sen, yıllardır 1 Mayıs’ı çalışma hayatının problemlerinin anlatıldığı bir gün olarak kutlayalım anlayışında hareket etti. 1 Mayıs’ı adına uygun bir şekilde kutlayalım diye çabaladık. Ama yıllardır, Taksim tartışmaları gölgesinde kalan 1 Mayıs’ta çalışma hayatının problemleri bir kenarda kaldı. Taksim’de atılan biber gazları, tomaların sıktığı sular gündeme oturdu. Nerede emek, nerede dayanışma, nerede alın teri… Ben böyle bir anlayışı doğru bulmuyorum. Bu anlayıştan Türkiye’de nemalananlar var. Örgütlerin 1 Mayıs hassasiyetine saygı duyarım, ama siyasi iktidarın bu tuzağına düşmemek lazım. Siyasal iktidar bu tezgahı kuruyor ve 1 Mayıs’ta biz çalışma hayatını ve sorunlarını konuşamıyoruz. Mesela, kamuda 700 bin taşeron çalıştığını konuşamıyoruz. Taşeronlaşma sömürüsünü konuşacağımıza, sıkılan gazları, polisle çatışanları konuşuyoruz . Belediyeleri dahil ettiğimizde sayıları 1 milyon 150 bin, özel sektörü de kattığımızda 2 milyonu aşan taşeronların nasıl bir hayat yaşamak zorunda kaldıklarını dile getiremiyoruz. Ülke nüfusunun yüzde 20’sini oluşturan genç işsizlerimizin durumlarını masaya yatıramıyoruz. 350 bin ataması yapılmayan öğretmenin dertlerini anlatamıyoruz. 400 bin İktisadi İdari Bilimler Fakültesi mezunun işsiz, aşsız gezdiğini, devlet tarafından KPSS ile kendilerine sadece 199 kadro açıldığını anlatamıyoruz. 1 Mayıs’ta 779 bin meslek yüksek okulu mezununun KPSS ile hayata atılma gayretlerini ve bu gayretlerinin havada kaldığını ifade etmek istiyoruz. Ya da 2 milyon lise mezununun KPSS kıskacı altında, hayata tutunma çabalarını ve bu sıkıntıları görmeyen siyasi politikaları dile getirmek istiyoruz. Garip guraba istismarı yapanların, esasen gariplerin derdinden bihaber olduğunu vurgulamak istiyoruz. Maalesef çalışma hayatının sıkıntılarının dile getirilmesi gerekirken, yaşanan çatışma görüntülerinin ön plana çıkması, bu günü anlamından uzaklaştırmaktadır.
Avrupa Birliği ve bağlı 28 ülkedeki genç nüfus oranı yüzde 11,5. Türkiye’de bu oran 16.6’dır. Resmi işsizlik ise 17.9’dur. Her evde bir evladımız işsiz. Hala 4/C gibi insanlık dışı istihdam türü ülkemizde uygulanmaktadır. Bir taraftan hukuktan bahsedeceksin, ondan sonra da çalıştırdığın insanlara farklı hukuki normlar uygulayacaksın. Siyasal iktidara bu hakkı kim veriyor? 1 Mayıs’ta bu sıkıntıları gündeme taşımak istiyoruz.
Türkiye Kamu-Sen olarak Ankara’da on binleri topladığımız mitinglerden söz eden Koncuk, memurun feryadını duymayan iktidarı eleştirerek, 1 Mayıs’ta bütün çalışanları Adana’da düzenlenecek mitingde seslerini duyurmaya davet etti:
Konfederasyon olarak iki tane miting yaptık. Biri 20 bin katılımla 6 Aralık 2014’de Ankara’da Sıhhiye Abdi İpekçi Parkı’nda, diğeri de 4 Nisan 2015 tarihinde 50 bin katılımla Kolej Meydanı’nda gerçekleşti. Kamu çalışanlarına ve emeklilere yüzde 12 zam istedik. Bu oran ortalama 200 lira zam demekti. Bu ülkeye 20- 30 yılını vermiş insanlar 1500 lira maaşla geçinmeye çalışıyorlar. 11 milyon emekli unutulmuş durumda. Devletin vefası olması lazım. Bu siyasi iktidarda vefa olduğuna inanmıyorum. Yaptığımız mitinglere rağmen yüzde 12 zam talebimizi görmezden gelen bir iktidar anlayış var. Basın da maalesef mitingimize karartma yaptı ve mitinglerimizi görmezden geldi. İspanya’da 15 bin işçinin eylemi bütün televizyonlarımızda haber, Ankara’da 50 bin kamu çalışanı, emekli adeta ayağa kalkıyor, haber değil. 12 yıldır yapılanlar nedeniyle kamu çalışanları tarafında, siyasal iktidara karşı bir tepki oluşmuş durumdadır.
Devlet memuru kavramını kaldıracaklarını gözümüzün içine baka baka söylüyorlar: “ İşçi ile memur arasındaki farkı kaldıracağız, devlet memurlarını da iş güvencesiz çalıştıracağız, gerektiği zaman kıdem tazminatını vereceğiz ve kapının önüne koyacağız” diyorlar. Bu yapılanları görüp idrak edebilen devlet memuru 7 Haziran 2015 seçimlerinde size hangi sebeple oy verecektir? Defalarca devlet memuru kavramını ortadan kaldıracağınızı iddia ediyorsunuz. Kim devlet memuruna düşmansa bize dost olamaz. Devlet memuruna hasım olan bize de hasımdır. Bizim gözümüzde muteber değildir. Aynı zamanda emekliyi de sıkıntıda bırakanlar, bizden asla olamazlar. Onun için 1 Mayıs 2015 tarihinde Allah nasip ederse Adana’daki tüm çalışanları; işsiz gezen; üniversite, meslek yüksek okulu, lise mezunu gençlerimizi ve de Türkiye Kamu-Sen’e bağlı sendika üyeleri ile Adana’da miting gerçekleştireceğiz. Kavga çıkarmayacağız. Eğer mitingimizde olaylar olursa, bizim bunları gündeme getirme imkânımız kalmaz. Türkiye’de asgari ücretlinin hala 900 TL’ye çalıştığını gündeme getirmemiz gerekir. Basın mensubu arkadaşlarımızın hangi şartlar altında çalıştığını gündeme getireceğiz. Emniyet mensuplarının içerisinde ayrımcılığın olduğunu; eğitimde, sağlıkta, postanede, hastanede insanların siyasal iktidar tarafından nasıl senden benden diye ayrıştırıldığını gündeme getireceğiz. MEB’ de 76 bin kurum yöneticisinin, binlerce okul müdürünün siyasal iktidar tarafından 12 Eylül, 28 Şubat askeri darbelerinde dahi olmayan zulümlere uğradığını dile getireceğiz.
Biz 1 Mayıs’ı heba etmeyeceğiz. Buradan bütün sendikalara sesleniyorum Taksim hassasiyetinizi anlıyor ve saygı duyuyorum. Ama gelin siyasal iktidarın bu tuzağına düşmeyin. 1 Mayıs’ın sis bombalarının arasında, asıl problemlerin tartışılmadığı gün olmasına fırsat vermeyelim. Siyasal iktidarın nemalanmasına fırsat vermeyelim. Televizyonda bu olayları gören vatandaşlarımız “Bunlar anarşi ve huzursuzluk çıkartıyor” diyecek. Siyasal iktidar da bundan faydalanacaktır. Her nedense, her mağduriyetin altından siyasal iktidar çıkar oldu! Dayağı işçi, memur yiyor ama onlar mağdur değil, siyasal iktidar mağdur. Bu nasıl bir anlayıştır, mağduriyet hiç mi bitmez? Açıkçası anlamakta zorlanıyorum.
Gelir dağılımında yaşanan haksızlıkların hat safhaya çıktığını da belirten Koncuk konuşmasını şu şekilde tamamladı:
“Bu ülkede adil gelir dağılımında ciddi problemler var. Sayın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik bizim mitingimiz üzerine açıklama yaparak, ‘Biz memur ve emeklilerimize 500 TL de zam yapabilirdik ama 500 TL zam yapmış olsaydık, iğneden ipliğe her şeye zam gelirdi; ulaşıma, elektriğe zam geldirdi’ diyor. Sormak lazım onlara; 5 milyar Aksaray’a harcayınca da iğneden ipliğe zam gelmiyor mu Sayın Bakan? Milyon dolarlara uçak alınca bunlara zam gelmiyor mu? Aklınıza her düştüğünde lüks makam araçlarını değiştirdiğinizde bunlara zam gelmiyor mu?
Sayın Bülenç Arınç Bursa’daki açıklamasında dedi ki; ‘Savurganlığı önleyemedik.’ Bir yandan millete bir lokma, bir hırka diyeceksiniz, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in hurma ile karın doyurduğundan bahsedeceksiniz, bir yandan Şeyh Edebali’nin ‘İnsanı yaşat ki devlet yaşasın’ sözünü söyleyeceksiniz ama keseri alacaksınız hep kendinize yontacaksınız. Nasrettin Hoca’nın meşhur hikayesi vardır: Hocaya küçük kaşık vermişler çorba içerken, karşısındaki de kepçeyi almış “Oh öldüm” diyerek çorbayı içmeye başlamış. Hoca da “Kepçeyi ver de biraz biz ölelim” diyerek tepkisini dile getirmiş. Biz de siyasal iktidara diyoruz ki: Hep kendinize yontmayın. Verin biraz da bu vatandaş ölsün, bu memur ölsün, asgari ücretli ölsün.”