İşte, şekerli bir şey yediğinizde vücudunuzda olanlar...
Tatlı bir şey dile değdiği anda, dilinizdeki tat alma tomurcukları beyninize doğrudan 'Nefis!' mesajını gönderiyor.
Beyninizin ödül mekanizması çalışmaya başlıyor ve dopamin salgılıyor.
Bu esnada, yediğiniz şeker mideye ulaşıyor; burada mide öz suyu tarafından seyreltilerek ince bağırsağa doğru gönderiyor.
Enzimler, şekeri glikoz ve fruktoz olmak üzere iki moleküle ayrıştıracak şekilde parçalanmaya başlıyor.
Çoğu şeker ilavesi, şeker kamışı ya da şeker pancarlarından elde edilir; ki bunlar eşit oranda glikoz ve fruktoz içerir.
Ama laboratuvar ortamında ede edilen yüksek fruktozlu mısır şurubu, genellikle glikoza oranla daha çok işlenmiş fruktoz içeriyor ve devamlı yediğinde, bu moleküller vücudunuza sert darbeler vuruyor.
Glikoz İnce bağırsak duvarlarından kana karışarak, pankreası daha çok insülin salgılanması için tetikler.
İnsülin hormonu da kandaki glikozu alır ve enerji olarak kullanılmak üzere hücrelere gönderir.
Çoğu şekerli besin, ihtiyacınızın çok üzerinde glikoz içerdiğinden, vücut dengenizi hızlı ve kötü biçimde sarsar.
Beyninizin buna cevabıysa, uyku düzenleyici melatonin hormonunu salgılamak olur. Sonuç: Şeker çarpışması
İnsülin ayrıca, beyninize tokluk sinyalleri gönderen leptin hormonunun üretimini de engeller.
Bu demek oluyor ki, insülin seviyeniz ne kadar yüksekse kendinizi aç hissetme oranınız da o kadar yüksek olur (yemekten yeni kalkmış olsan bile).
Dahası, sahte de olsa açlık yaşadığınızda beyniniz vücudunuzda var olan glikozu karın yağı olarak depolamaya yöneltir.
Durmak bilmeyen insülin beyninize de akın eder. Böylece, Alzheimer hastalığıyla sonuçlanan süreç başlamış olur.
Kontrolü kaybetmeye başlayan beyin, dopamin üretimini düşürür; bu da şiddetli, yeme ataklarına ve bağımlılığa benzeyen bir nörokimyasal sürece kapı aralar.
Şeker yemeye devam ederseniz, pankreasınız o kadar fazla insülin salgılar ki sonunda hücreleriniz dirençli hale gelir.