PISA Sınavı Ne Söylüyor?
Prof.Dr. Servet ÖZDEMİR kaleminden ''PISA SINAVI NE SÖYLÜYOR?'' adlı makalesi sizlerle...
Açılımı Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı” olan PISA, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) tarafından üçer yıllık dönemler halinde periyodik olarak gerçekleştirilen bir araştırmadır. 15 yaş grubu öğrencilerinin okulda edindikleri bilgi ve becerilerin belli ölçütler uyarınca değerlendirildiği bu araştırmada, öğrencilerin sahip oldukları bilgi ve becerileri sosyal yaşamlarında ne ölçüde kullanabildikleri test edilmektedir. Matematik ve Fen Bilimleri Okuryazarlığı ile Okuma Becerileri olmak üzere temelde üç alanda değerlendirme yapılan bu sınavda öğrencilerin motivasyonları, kendileri hakkındaki görüşleri, öğrenme biçimleri ve okul ortamları gibi bir dizi değişkene ilişkin veri toplanmakta, toplanan veriler analiz edilerek yayımlanmaktadır. Sınavın sonuçları sınava katılan ülkelerin eğitim sistemlerinin niteliğine ilişkin önemli ipuçlarını barındırmaktadır ve bu da PISA sınavının sonuçlarını önemli hale getirmektedir.
2000 yılından bu yana uygulanan bu sınava Türkiye 2003 yılından bu yana katılmaktadır. Bu durum sınav sonuçlarının geriye doğru bir değerlendirmesinin yapılmasını olanaklı kılmakta ve aynı zamanda politik önceliklerin güncellenmesine olanak tanımaktadır. Her ne kadar içeriği, yaş sınırı, örneklemi gibi bir dizi konuda yoğun eleştiriye maruz kalmasına rağmen PISA, eğitim sistemlerinin etkililiği ve verimliliği konusunda sınava katılan ülkelere önemli veri sunma potansiyeli taşımaya devam etmektedir. OECD tarafından PISA sonuçlarına yönelik sunulan detaylı raporlarda, sınava katılan ülkeler performanslarını diğer ülkelerle karşılaştırmalı biçimde bulabilmektedirler.
Günümüze kadar yapılan PISA sınavlarında ülkemizin karnesinin iyi olmadığını söylemek gerekmektedir. Aynı durum 2015 PISA sınavının sonuçlarında da görülmektedir. Hatta son yapılan sınavın sonuçları itibariyle bir geriye gidişten söz etmek de mümkündür. (Bu konuda yeterince veri paylaşıldığı için bu çalışmada tekrarlanmayacaktır). Bir ülkenin eğitim sistemini tek bir sınava göre yorumlamak ve bir takım öneriler getirmek ilk bakışta çok da mantıklı durmayabilir. Ancak bu noktada PISA’nın eğitim sistemimizdeki sorunların daha net bir biçimde görülmesi ve tartışılmasına zemin hazırladığını da belirtmek gerekir. Gerçekte ulusal (LYS, YGS, KPSS vb.) ve uluslararası (Yetişkin becerileri vb.) düzeyde yapılan bir çok sınavda da benzer bir tablo hakimdir. Ancak PISA’nın tartışılma, gündem olma ya da gündemde kalma potansiyeli onu bu noktada bir adım öne çıkarmaktadır.
“PISA sınavı bize ne söylüyor?” sorusunun en net cevabı “eğitim sistemimiz açısından belli reformların yapılma zamanının çoktan gelip geçtiği” biçiminde olabilir. Herkes PISA’ya ilişkin veri, istatistik, sıralama sonucu paylaşıyor. Veriye dayalı hareket etmek ve oluşturulacak eğitim politikalarının temeline bilimsel araştırma bulgularına dayandırmak önemlidir. Ancak politika oluşturmak ya da eğitime yön verecek kararlar almak, öncelikle eldeki bulguları anlamlandırmayı ve Türk eğitim sistemi için neler ifade ettiğini ortaya koymayı gerektirir. Peki bunları nasıl anlamlandıracağız? Eğitimden ne bekliyoruz? İçinde bulunduğumuz yüzyılın koşullarına göre eğitimi nasıl kurgulayacağız? Politika önceliklerimiz neler olmalıdır? PISA sınavı bize bu politik öncelikleri belirleme noktasında önemli bir kaynak oluşturmaktadır. İşte PISA sınavının (diğer sınavların söylediğini bu defa daha yüksek sesle) söyledikleri!
Öğretmen Yetiştirme
Öğretmen yetiştirme sistemindeki fen-edebiyat fakültesi/eğitim fakültesi ayrımı ortadan kaldırılmalıdır. Özellikle pedagojik formasyon uygulaması ile öğretmenlik mesleği hem teknik hem de itibar açısından ciddi kayıplara maruz bırakılmaktadır. Yeterli pedagojik derinliğe sahip olmadan mezun olan binlerce öğretmen adayı atanamamakta, atansa bile “öğretmen olmak” anlayışından uzak bir seyirde yalnızca “öğretmenlik yapmaktadır.”
Eğitim fakültesine en nitelikli öğrenciler seçilmelidir.. Bu seçim yapılırken mevcut öğretmen ihtiyacı göz önünde bulundurulmalı ve ihtiyaç fazlası öğretmen yetiştirmeye son verilmelidir. Bu kaynakların etkili ve verimli kullanımı açısından da elzem görülmektedir.
Hizmet öncesi eğitimde bilim, bilim tarihi, bilim felsefesi gibi dersler konularak öğretmenlerin bilim bakış açısı ve tavrı benimsemeleri ve okullarında bu anlayışı uygulamaları gerekmektedir. Zira öğrencilerin görüşlerine ve OECD ülkelerinin ortalama puanlarına göre, avantajlı okullardaki öğretmenler, dezavantajlı okullardaki öğretmenlere göre bilimsel bir fikri gösterip öğretmeyi daha fazla yapmaktadır. Öğrenciler fen bilgisi öğretmenlerinin dersi bu şekilde işleyenlerin, dersi bu şekilde işlemeyenlere oranla, öğrencilerin ihtiyaçlarını fen dersinde fazlaca karşıladıkları, öğretmenlerin bilimsel araştırmaya ilişkin güçlü bir inançları olduklarını, öğrencilerin fen bilimleri ile ilgili alanda kariyer yapmaları konusunda beklentilerini ifade ettiklerini belirtmişlerdir. Bununla birlikte bütün eğitim sistemlerinde fen bilimlerinden yüksek puan alan öğrenciler, öğretmenlerinin sıklıkla bilimsel fikirleri açıkladıklarını, onların sorularını öğretmenlerinin tartıştığını, bilimsel fikirleri konuları gösterdiklerini ifade etmişlerdir. Aynı zamanda, fende yüksek performans gösteren öğrenciler, öğretmenlerin dersi öğrencilerin bilgi ve ihtiyaçlarına göre uyarladıklarını, öğrenciler anlamakta zorlanınca onlara yardımcı olduklarını belirtmişlerdir.
Mevcut öğretmenlerin mesleki gelişimlerini sürdürmelerine olanak sağlayacak okul temelli uygulamalar geliştirilmeli, bu süreçte üniversitelerle ya da STK’larla iş birliği içinde hareket edilmeli ve Bakanlıkça bu konudaki denetimlerin sıklaştırılması gerekmektedir.
Eğitim Harcamaları
Genel bütçeden eğitim harcamalarının artması bu harcamaların verimliliğine işaret etmemektedir. Eğitim harcamaları, öncelikle eğitimin temel amacı olan nitelikli birey yetiştirmeye odaklanmalıdır. Temel yaşam becerilerini kazanmış ve 21. yüzyılda tam bir birey olabilen bireyler yetiştirmek hedeflenmektedir. Zira PISA, TIMMS vb. sınavlar da öğretim kademeleri uyarınca bu hedefe ulaşılıp ulaşılamadığını ölçecek nitelikte sınavlar oldukları varsayıldığı için önemsenmektedir. Oysa eğitime yapılan yatırımların artması ulusal ve uluslararası sınavlarda başarı getirmemekte hatta 2012’ye göre PISA sonuçlarından gerilme yaşandığını göstermektedir. Zira GEMS Education Solutions tarafından yayımlanan Verimlilik İndeksi isimli rapor bir ülkenin uygulamadaki girdi-çıktı kombinasyonu ve referans noktası arasındaki uzaklığı dikkate alarak 30 OECD ülkesini eğitime ayrılan bütçe karşılığının ne kadar verimli olduğuna göre sıralamaktadır. Bu sıralama Türkiye’nin Brezilya, Şili, Yunanistan ve Endonezya ile birlikte “hem etkisiz hem de verimsiz” ülkeler kategorisinde yer aldığını göstermektedir. Yani Akıllı tahtaya yatırım yapmanın pek de akıllıca olmadığı görülmektedir.
Eğitimde Yeniden Yapılanma
PISA sınavına katılan ülkelerin büyük bir kısmında sınava katılan öğrenciler okul öncesi eğitim aldıklarını belirtmektedirler. Ancak OECD verilerine göre Türkiye’den sınava katılan öğrencilerin hemen hemen yarısı okul öncesi eğitim almadıklarını belirtmektedirler. Öte yandan PISA sonuçları bir yıldan fazla okul öncesi eğitim alan öğrencilerin daha az okul öncesi eğitim alan öğrencilerden daha başarılı olduklarını göstermektedir. Dahası 2-3 yıl okul öncesi eğitim alan öğrenciler hiç okul öncesi eğitim almayan öğrencilere göre PISA’da ortalama 35 puan fazla almaktadır. PISA çıktıları açısından değerlendirildiği bu durum okul öncesi eğitimin önemini ve diğer eğitim kademleri üzerindeki etkisini açık bir biçimde ortaya koymaktadır. Buna göre Türkiye’nin okul öncesi eğitimin yaygınlaştırılması, okullaşma oranlarının artırılması, nitelikli bir okul öncesi eğitime erişime yönelik politikaların üretilmesine ihtiyacı olduğu görülmektedir.
Okulda Etkili Öğrenme Ortamının Oluşturulması
OECD ortalamaları incelendiğinde öğrenci devamsızlığının önemli bir sorun olarak ortaya çıktığı görülmektedir. PISA sınavına girmeden önceki iki haftalık süreçte devamsızlık yapıp yapmadıkları sorulan öğrencilerden yaklaşık %26’sı bir defa dersten devamsızlık yaptığını ve %20’si de en az bir defa tüm gün devamsızlık yaptığını bildirmiştir. 2012 PISA’ya göre devamsızlık oranları da artmıştır. Diğer birçok ülkenin aksine Türkiye’de avantajlı okullardan öğrencilerin devamsızlık eğilimi daha fazladır. Okulu tam gün asmak çok ilginç bir biçimde Türkiye ve Birleşik Arap Emirlikleri hariç diğer tüm ülkelerde fen başarısı ile negatif yönde ilişki vermektedir. Başka bir anlatımla öğrenci devamsızlığı (her ne kadar OECD verilerine göre Türkiye’de azalsa) fen performansıyla ilişkili değildir. Bu durum bizi okulun öğrenci performansına etkisinin olmadığı yönünde bir çıkarıma götürmektedir. Buna göre ilgili durumun birçok nedeni olabilir. Okul öğrencilere yeteri kadar etkili bir öğrenme ortamı sunamayabilir; kaynak bakımından yetersiz olabilir; ya da test-odaklı eğitim sisteminde ulusal sınavlarda başarılı olmayı hedefleyen öğrenciler her ne kadar dershaneler kapatılmış olsa da farklı çözümler arayabilirler.
PISA sonuçları eğitim sistemimiz açısından sorunlu bir diğer noktaya daha işaret etmektedir: öğretmen devamsızlığı. Okul müdürlerinin görüşlerine göre ülkemizde öğretmen devamsızlığı oranı artmıştır. Öğrenci öğrenmesinde en önemli değişkenlerden biri olan öğretmenin devamsızlığının artması gerek okulda yapılan öğretimin niteliğini gerekse okulun öğrenci öğrenmesine katkısını olumsuz yönde etkileyebilir. Bu konuda ulusal alan yazında üretilen bulguların da çok sınırlı olduğunu ve devamsızlık olgusunun daha çok öğrenci bağlamında anlaşılıp çözümlenmeye çalışılmasına yönelik bir eğilimin olduğunu belirtmek gerekir.
Öğrenmeye ayrılan zaman konuya ilişkin önemli olan bir diğer noktadır. PISA’da okul sonrasında öğrenme için daha fazla zaman harcadığını ifade eden öğrencilerin fen puanlarının daha düşük olduğu görülmektedir. OECD üyesi ülkeler içinde okul dışında öğrenme için ayrılan zamanın en az olduğu ülkeler Almanya, Finlandiya, İsviçre ve Japonya’dır. Bu ülkelerde öğrenciler haftalık ortalama 10-15 saat arası okul sonrasında derslerine zaman ayırmaktadır. Bu ülkelerin PISA fen okuryazarlığı ortalama puanları açısından üst sıralarda yer alması dikkat çekicidir. Türkiye’de ise öğrenciler okul sonrasında derslerine haftalık ortalama 24,5 saat zaman ayırmaktadır. Bu durum okulda geçirilen zamanın niteliği ve öğrenmeye ne kadar hizmet ettiği yönünde bize fikir vermektedir.
Okul yönetimi
PISA sonuçları okul müdürlerinin okulları için daha fazla sorumluluk üstlenebildiği ve daha özerk yapılanan okullarda öğrenciler fen başarısının daha yüksek olduğunu göstermektedir. Yine PISA sonuçları Türkiye’nin okul özerkliğinin en sınırlı olduğu ülkeler arasında olduğunu göstermektedir. Ayrıca özel okul ve devlet okulları arasında özerklik farkının en fazla olduğu 3 ülkeden biri de Türkiye’dir.
Profesyonel gelişimi
PISA’da okul müdürlerine fen öğretmenlerinin ve tüm öğretmenlerin PISA sınavından önceki 3 aylık periyotta bir mesleki gelişim programına katılma düzeyleri sorulmuştur. PISA mesleki gelişim programına katılımı, en az bir gün boyunca öğretmenlerin pedagojik bilgi ve uygulamalarını geliştirmelerine yardımcı olmak üzere düzenlenen program olarak tanımlamaktadır. Buna göre PISA sonuçları Türkiye’nin öğretmenlerin mesleki gelişim programlarına en az katıldıkları ülkeler arasında olduğunu göstermektedir. Aynı durum Türkiye’deki fen öğretmenleri için de geçerlidir. Her ne kadar Türkiye’nin çok genç bir öğretmen profiline sahip olduğu ve bunun eğitim sisteminin güçlü yanlarından biri olarak anıldığı görülse de mesleki açıdan kendini geliştirmeyen öğretmenlerin nitelikli eğitime katkılarının sınırlı olması doğaldır.
PISA sonuçları gerçekte Türk eğitim sisteminin temel sorunlarının açık bir beyanıdır ve yukarıda sözü edilen alanlarda sistem yaklaşımının ilkeleri uyarınca samimiyet ve ciddiyetle girişilmesi gereken reform girişimlerinin gerekliliğinin bir göstergesidir.
Prof.Dr. Servet ÖZDEMİR
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.