Özgür Özel: En Düşük Öğretmen Maaşı 93 bin lira olmalıydı!

Özgür Özel: En Düşük Öğretmen Maaşı 93 bin lira olmalıydı!

Cumhuriyet Halk Partisi Lideri Özgür Özel, CHP Genel Merkezi’nde gerçekleştirilen eğitim sendikaları ile buluşma etkinliğinin açılış konuşmasını gerçekleştirdi.

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, öğretmenlerin AK Parti iktidarı tarafından beş ayrı kategoriye bölündüğünü anımsatarak, “Öğretmen odasında ücretli öğretmen, sözleşmeli öğretmen, normal öğretmen, uzman öğretmen ve başöğretmeni birlikte oturtuyor. Öğrenciye karşı, veliye karşı beş ayrı kategori var. Eğer Öğretmenlik Meslek Kanununu geçirebilseydi altıncısı da gelecekti, aday öğretmen olacaktı ve altı farklı kategoride öğretmenler sınıflandırılmış olacaktı. Bu çalışma şekli topyekûn iş barışına aykırı zaten. Ücretli öğretmenlere asgari ücretin altına denk gelecek maaş ödemesi yapılıyor. Yani devlet herhangi birine, kuaföre, berbere, markete asgari ücretin altında eleman çalıştırırsa teftiş yapıyor, ağır cezalar kesiyor, ısrar ederse işyerinin kapanmasıyla sonuçlanacak cezalar var. Ama öğretmenlik gibi bir kutsal mesleğin mümessillerine asgari ücretin altında çalıştıracak düzenlemeleri içine sindirebiliyor” dedi.

Cumhuriyet Halk Partisi Lideri Özgür Özel, CHP Genel Merkezi’nde gerçekleştirilen eğitim sendikaları ile buluşma etkinliğinin açılış konuşmasını gerçekleştirdi. Özel, “Bugün eğitim sendikalarının değerli genel başkanlarını, yöneticilerini, onların beklentilerini dinlemek, birlikte geçirdiğimiz eğitim gündeminin çok yoğun, karmaşık, çok endişe verici olduğu geçtiğimiz süreci değerlendirmek, Ekim ayına kadar zaman kaybetmek yerine birlikte verilen mücadele sonucunda kazanılan zamanı doğru değerlendirmek, Ekim ayında eğitim gündeminde ortak yol haritamızı doğru verilerle, doğru bilgilerle ve kamuoyunu doğru bilgilendirerek belirleyebilmek üzere böyle bir toplantı yaptık” dedi. Özel, şunları kaydetti:

“ENDİŞELERİNİ VE ÖNERİLERİNİ İLETİYORLAR”

“Her bir sendikamızdan görüşme talepleri, bilgi notları geliyordu. Her birisi çok kıymetli, gölge kabinemizdeki Milli Eğitim Bakanımız Suat Özçağdaş ve değerli yardımcıları konuyla ilgili sizlerle hep temas halinde. Bize sizlerin değerlendirmelerini, çalışmalarını, bilgi notlarını, raporlarını, endişelerini, önerilerini iletiyorlar. Ama bugün hem toplu halde bir araya gelmek, sizin kendi ağzınızdan değerlendirmelerinizi dinlemek hem de bizim yaz dönemi çalışmalarına ilişkin bilgi vermek üzere sizleri burada ağırlamaktan büyük bir memnuniyet duyuyorum. Hepiniz hoş geldiniz. Tabi aramızda toplantıda eğitim sendikalarının başkanları, yöneticileri var. Aynı zamanda emekli öğretmenlerin örgütlerinin temsilcileri var. Ben iki emekli öğretmenin çocuğu olarak doğduğu günden itibaren okulda ertesi günkü derse plan hazırlayan, ders notlarını hazırlayan iki öğretmenin evladı olarak, nöbetlerde öğretmen odalarında kendi dersini yapmış, ödevlerini yapmış bir öğretmen çocuğu olarak bugün burada sizlerle birlikte olmaktan ayrıca büyük bir memnuniyet duyuyorum.”

“EĞİTİMİ BİR BÜTÜN OLARAK ELE ALIYORUZ”

“Bu yaptığımız toplantıda Genel Başkan Yardımcımız Suat Özçağdaş’ın yönetiminde gerçekleştirdiğimiz eğitim maratonundaki çıktıları değerlendirebilmeyi ve bunun üzerinde konuşmayı ümit ediyoruz. Biz eğitimi bir bütün olarak ele alıyoruz. Ortaya çıkan akut sorunlara pansuman tedbirlerle ya da ortaya çıkan belli rahatsızlıklara tepki vererek devam etmek yerine CHP olarak ki bundan sonraki seçimlerde iktidar partisi olmayı, Milli Eğitim Bakanlığını yönetmeyi ve Türkiye’deki eğitim politikalarını bir bütün olarak ele alıp, geniş ulusal mutabakatla, yıllarca iktidarlar değişse de eğitimin ana gövdesinin değişmeyeceği doğru hedeflerin belirlenebileceği bir çalışmayı sürdürmeyi umuyoruz. Tabi iktidara gelince ne yapacağımızı biliyoruz ancak bunu muhalefetteyken netleştirmek, toplumla paylaşmak ve bir gölge bakanlık çerçevesi içinde, ‘Biz olsaydık ne yapardık, ne öneriyoruz, geldiğimizde ne yapacağız?’ Bunu açı olarak kamuoyu ile paylaşmak istiyoruz. Tüm bakanlık paydaşlarla birlikte yönetilmesi zorunlu olan bakanlıklar. Tüm bakanlıklar için bu geçerli. Ama hangisi için olmazsa olmaz derseniz, herhalde birinci sıraya Milli Eğitim Bakanlığını yazmak lazım. Çünkü milli eğitim, ülkenin bugününü, yarınını değil geleceğini belirleyecek politikaların belirlendiğini, her gelen iktidarın kendine göre değiştirdiği takdirde, her gelen bakanın kendine göre değiştirdiği takdirde, bakan yardımcısı bakan olduğunda bile önceki bakan sonraki bakan çelişkilerinin uygulamalara yansıdığı takdirde ülkenin belini doğrultmasının mümkün olmadığı bir alan.”

“ANAYASA YAPMAK KADAR ÖNEMLİ”

“Kısa, orta ve uzun vadeli planların, programların yapılması, bunun üzerinde ulusal mutabakat aranması gerekiyor. Bugün için dünyanın en gelişmiş ülkelerine bakarsanız, başarılarının altındaki temel faktör üzerinde mutabakata varmış oldukları ulusal eğitim programlarının olması. Almanya’da Hristiyan demokratlar gidince sosyal demokratlar gelince eğitim anlayışı ve orta, uzun vadedeki hedefleri hiç değişmiyor. Orada hiç kimse şu iktidarı değiştireyim de çocuğumun aldığı eğitimin kalitesi artsın ya da iktidar değişti ve eğitim böyle oldu diye bir endişeye kapılmıyor. Bunun için bir genel mutabakata ihtiyaç var. Bunun için paydaşlarla birlikte çalışmaya, biz geldik, bildiğimizi yaparız demek yerine bunun doğrusu nedir, bunu hep birlikte aramaya ihtiyaç var. Aslında bu zorunluluk Türkiye’de de çok büyük fırsatları beraberinde getiriyor. Çünkü alan, eğitimcilerin söz söylediği alan olunca kimse zaten boşa konuşmuyor. Herkes veriyle konuşuyor. Analizle konuşuyor. Herkes örgütlü olduğu sendikanın sahadan aldığı bilgileriyle konuşuyor, konunun taraflarının hemen hepsi belki en yukarıdakiler hariç bu konuda son derece iyi niyetli, son derece birikimli, son derece deneyimli. Aynı dili konuşmaya müsait taraflar. Burada hepimizin dikkat etmesi gereken siyasi görüş farklılıkları olabilir. Sendikaların üye yapılarının farklılıkları olabilir. Ama bilimsellikten uzaklaşmamak çünkü bu başka alanlarda da sorun yaratıyor ama milli eğitim alanında bilimsellikten ayrılmak, çok paradoksal bir durum olarak meseleyi baştan aşağıya zedeleyebiliyor. Bizim CHP olarak müfredat yapmayı anayasa yapmak kadar önemli gördüğümüz değerlendirmemizin bir kez daha altını çizmek isterim. Anayasa yapma konusunda ülkede sürekli bir iddia, bir çağrı ve talep var. İşin özüne girene kadar söylenen pırıltılı lafların hepsine katılıyoruz. Anayasalar aşkın zamanlı metinlerdir. Zaman geçtikçe yıpranmayan, güçlenen metinlerdir. Tam bir mutabakatla yapılması gerekir deniyor. Ama bunu yapmak için gerekli irade gösterilmiyor. Göstermek için önce bir mevcut anayasaya uymak, Anayasa Mahkemesi kararlarına uymak, anayasal düzenin devamı için anayasaya saygının, toplumsal mutabakat metnine saygının olmazsa olduğunu kabul etmek lazım. Maalesef bundan mahrumuz.”

“HER GELEN BAKAN REFORM YAPIYOR”

“Ülkeyi yönetme yetkisini ele alanlar, beğenmedikleri kararlarda mahkeme kapatmaya kadar gidecek iddialarda bulunuyorlar. Mevcut anayasaya uymuyorlar ama pırıltılı sözlerle ‘Gelin yenisini birlikte yapalım’ diyorlar. Biz müfredat meselesini, o pırıltılı sözler, anayasa için söylenen sözlerin hepsini müfredat için de duymak istiyoruz. Müfredat yapmak ulusal bir meseledir. Hep birlikte olunması gereken bir meseledir. Gittikçe yıpranan değil birlikte yapıldığı için gittikçe güçlenen metinlerin ortaya çıkması gerekmektedir. ‘Üzerinde bir mutabakatın olması gerekmektedir’ sözlerini müfredat için duymak isteriz. Ama buradaki temel hedef kendine göre bir nesil yetiştirmek olunca işte sıkıntılar orada başlıyor. AKP’nin bugüne kadar en çok değiştirdiği iki bakanlık, Kültür Bakanlığı ile Milli Eğitim Bakanlığı. Herhalde milli eğitim son değişiklikle öne geçerek en çok değişen bakanlık haline geldi. Her gelen bakan bir reform yapıyor. Aslında bir öncekinin reform yapmaya muhtaç bir enkaz devrettiğini ifade ediliyor. AKP’nin Milli Eğitim Bakanlarını dinlediğimde her seferinde son seçimlerde iktidar ve muhalefet yer değiştirmiş, yılların muhalefet partisi gelmiş ve iktidar olmuş, onun bakanını dinliyor gibi hissediyoruz. AKP’li bakanların kendinden önceki dönemle ilgili yaptıkları değerlendirmeler özeleştiri olarak kabul edilse, her seferinde bu kadar sık özeleştiri yapıp, bunlardan hiç ders almamak nasıl mümkün oluyor diye düşünüyor insan. O yüzden mili eğitim politikalarının oluşturulması sürecinde AKP’nin meseleye son derece sığ bir yerden, dar bir açıdan ve parti faydasını gözeterek, kaçınılmaz olarak da ülkenin faydasını gözetmeyerek bir tutum sergilediğini görüyoruz. Tabi meseleyi biraz detaylarıyla ele alacak olursak, geçtiğimiz günlerde, eğitim maratonunda 100’e yakın konuşmacı, 24 saat boyunca konunun bütün dilimlerini konuştular. O çıktılar gerçekten çok kıymetli.”

“ÖNCE ELEŞTİRİ SONRA SOMUT ÇAĞRI”

“Buradan sonra Suat Özçağdaş ve milli eğitim politikalarıyla ilgili ekibimiz bugün herhalde bir Adana seyahati ile başlayıp, yarın ilk resmi çalışmayı Hatay’da başlatacaklar ve önce deprem bölgesini dolaşacaklar. Yaz boyunca 30 ili dolaşmayı, deprem bölgesinin tamamını dolaşmayı ve bu 30 ilde eğitim maratonunun çıktılarını paylaşmayı, sendikaları, öğretmenlerin birlikteliklerini, velileri, mümkün olduğu kadar öğrencileri ziyaret etmeyi, ardından mümkün olan yerlerde halk buluşmaları yapmayı ve eğitimi Anadolu ve Trakya’da yaz boyunca gündemde tutmayı, bu meseleyi pozitif bir gündemle, yapıcı bir anlayışla ama dirayetli, kararlı ve enerjik bir takvimle, yaz boyunca gündemde tutmayı düşünüyoruz. Ben, eğitim maratonunun ilk açılış konuşmasını yapmıştım. Kendilerinin takvimi doğrultusunda, benim programım doğrultusunda mümkün olan bazı illerde ben de kısa katkılar vermeyi ve bu çalışmaları görünür kılmayı hedefliyorum. Tabi Öğretmenlik Meslek Kanunu müfredat gibi, yıllardır çalışıyoruz, getirdik ve yedi günde görüş verin demişlerdi, müfredata. Yedi günde görüş mü olur dedik, yüzde 50 zam yaptım, hadi 10 günde verin deyip, o müfredatı yayınladılar. Bu yazın sonunda eğitim ve öğretim sezonu başladığında elbette sendikalar gibi bizim de müfredata dair, öğretmenlere, velilere doğru söyleyecek çok sözümüz olacak. Önceki eleştirilerimizi daha somut çağrılara dönüştüreceğiz.”

“ATANMAYAN ÖĞRETMENLERİN DİPLOMASINI ÇALMA PROJESİ”

“Öğretmenlik Meslek Kanunu yine yeniden Meclis’in gündemine getirildi, yeterince tartışılmadan, dayatmacı bir anlayışla geçirilmeye çalışıldı. Ciddi eleştiriler aldı ve hem Milli Eğitim Komisyonu üyelerimizin, hem diğer komisyonlardaki üyelerin, hem milletvekillerimizin, hem sendikaların ve sivil toplumun haklı tepkileriyle, Meclis’teki direnişle, grup başkanvekillerimizin Meclis’i tıkaması ve orada yaptıkları yasalaşmaya karşı engelleyici içtüzükten gelen bütün hakların etkin kullanımıyla, Ekim’e bırakıldı. Ekim’e kadar bir zaman var. Başta söylediğim gibi bu zamanı iyi kullanmamız gerekiyor. Kimseye danışmandan getirdikleri Öğretmenlik Mesleği Kanun Teklifinin Genel Kuruldaki görüşmelerinin yarıda kesilmiş olmasını önemli bir başarı olarak görüyoruz. Bizlere ve sizlere düşen yapıcı öneriler ve katkılarla bu teklifi Milli Eğitim Bakanının şahsi ihtiraslarına kurban etmeden iyi bir kamuoyu oluşturmaktır. Bu teklif bu haliyle bir meslek kanunu olmaktan çok uzak. Bu teklif, atanmayan öğretmenlerin diplomalarını çalma projesidir. İlk günden beri bunu böyle nitelendirdik, nitelendirmeye devam ediyoruz. Türkiye’de iktidar partisi, atanmayan öğretmenlere atanamayan öğretmenler diyor ve maalesef bu tanımlamayı yaygın olarak herkesin terminolojisine sokmuş durumdaydılar. Biz, uzun süredir buna itiraz ediyoruz. Atanamayan öğretmen kelimesinde bir kendisine iyi niyet atfetme var. Aslında atayacaktık da çok zorluklarımız var, atayamadık. Bir de karşısındakine kusur atfetme var. Atanamamışsın sen, demek ki sende bir eksiklik var ki atanamayan öğretmensin diye. Burada önce şunu hatırlatmak lazım. Salon tabi bu bilgili, benden iyi bilenlerle dolu. Ama televizyonları başındakiler için. Sayın Tayyip Erdoğan iktidara gelmeden birkaç ay önce devrin Başbakanını 68 bin atanmayan öğretmen var, madem atamayacaktın, niye okuttun diye eleştiriyordu. Diyordu ki gelir gelmez bu sorunu kökünden çözeceğiz. Geldi ve 22 yıldır iktidarda. Sonunda atanmayan öğretmen sayısı 1 milyonu geçmiş durumda.”

“KALDIRMA SÖZÜ VERENLER, MÜLAKATIN DANİSKASINI YAPIYORLAR”

“Şimdi Öğretmenlik Meslek Kanunu ile bu 1 milyon mezun edip atamadığı öğretmene atanamayan öğretmen diye bir eksiklik, kusur atfediyordu, onu şimdi şeytani bir proje ile kanun teklifi yasalaşırsa, gerçekten kusuru olan 1 milyon öğretmene dönüştürecek. Diplomalarını çalacak. Diyor ki evet siz eğitim fakültelerine girdiniz, önce lisede çalıştınız, öğretmenliği gönlünüze koydunuz, sınava girdiniz ve kazandınız. Yerleştirildiniz. Okulunuzu bütün güçlüklere rağmen, ailelerinizin ekonomik güçlüklerine rağmen, barınma sorunlarına rağmen Türkiye’de üniversite öğrencisi olmanın maddi, manevi sorunlarına rağmen başardınız. Biz size diploma verdik. Öğretmen unvanı aldınız. Ama bu yasa çıkınca hepinizi ben öğretmen adayı statüsüne döndürüyorum. İçinizden bazılarını alıp onları milli eğitim akademisinde, iki yıl eğitime tabi tutup, ondan sonra atayacağım. Kaçımızı yapacaksın? İhtiyaç kadarını. Bu sene için rakam 24 bin mesela. Ne kadar emekli olduysa, o kadar alacakmış. Eğitim fakültelerini kapatsak, öğretmenliği formasyon almayla, geçişleri filan durdursak. Bu hesabı uygulasak, bir milyon atanmayan öğretmenin hepsinin bu imkana kavuşması için 48 yıla ihtiyaç var. En iyimser yaklaşımla 40 yıla ihtiyaç var. Yani 1 milyon öğretmeden şanslı 20 binini, şanslıya da bir soru işareti koymak lazım. Parantez içinde. Milli eğitim akademisine alıp, oradaki hem de geçen Mayıs ayında, iki Mayıs önce, Nisan’da mülakatı kaldırma sözü verenler, şimdi mülakatın daniskasını yapıyorlar.”

“1 MİLYON GENCE KUMPAS”

“Mülakatın daniskasını yapacak. Mülakatları sübjektif olarak değerlendiriyorduk sübjektivitenin, öznelliğin daniskasını yapacak. Belirli sayıda öğretmeni alacak, akademiye getirecek, iki yıl boyunca güya eğitecek, iki yıl boyunca değerlendirmeye tabi tutacak. Sübjektif kriterlerle, yaşam biçimiyle, siyasi görüşüyle ve iki yıllık mülakatın sonunda mezun olabilen, kendisini uygun yapıda olanları atayacak, geri kalanları da dışlayacak. Bu herhalde Cumhuriyet tarihinde devletin, millete, milletin evladına, öğretmen olarak bir grup, 1 milyon gence kurmuş olduğu en büyük kumpastır. Altı yıl önce gönlünden öğretmen olmayı geçiren gencecik çocuklara, ‘Hiçbir engel yok’ dediler. ‘Tercih et, girersen okursun’ dediler. ‘Girdin, bitirirsen mezunsun’ dediler. Diplomayı verdiler, önce ‘Kura çekeceğiz’ dediler, sonra ‘mülakat’ dediler. Şimdi diyor ki ‘İki yıl bir gözümün önüne gel, benim tedrisatından bir geç, olursa atarız, olmazsa ağaç kabuğu yersin’ diyor. Biz buna itirazı bu süreçte yaptığımızdan çok daha net ve çok daha sert bir şekilde, önce bütün Anadolu ve Trakya’da yükselteceğiz sonra da Meclis zemininde bunu uzun uzun ifade edeceğiz. Bu yankesiciliktir, bu diploma hırsızlığıdır, bu insanların geleceğini çalmaktır, umutlarıyla oynamaktır. Ayrıca kanun eliyle kazanılmış hakların devlet tarafından vatandaşın elinden alınmasıdır ki görülmüş iş, kabul edilebilecek bir iş değildir. Bu yüzden bu meseleyi son derece önemsediğimizi ifade etmek isterim.”

BEŞ AYRI ÖĞRETMEN KATEGORİSİ

“Tabii en önemli sorunlardan bir tanesi istihdam biçimleri. Bugüne kadar öğretmenler, benim babam emekli bir öğretmen, 80 yaşın üzerinde. Babam bir gün sokakta oynayan çocuklara müdahale ediyordu, ‘Topunuz kaçarsa hemen fırlamayın, durun. Sağınıza solunuza bakın, yanınızdaki arkadaşınız da baksın. O bakmaya devam etsin, sen topu almaya git. Aman çocuğum falan ‘deyince, ben de biraz acelemiz de vardı, babama dedim ki, ‘Ya baba bırak Allah aşkına ne yapıyorsun?’ dedim. ‘Oğlum ben öğretmenim’ dedi. ‘Benim sorumluluğun var’ dedi. ‘Baba sen artık öğretmen değilsin, sen emekli öğretmensin, öğretmenler yapar bu işleri’ dedim. Dedi ki ‘Öğretmenlikten emekli olunmaz, sadece okula gitmezsin. Öğretmenlik ömür boyu süren bir şeydir. Bu benim sorumluluğum çocuğum. Bir yanlış varsa, bir eksik varsa onu düzelteceğim.’ Eskiden öğretmen vardı ve bütün öğretmenler öğretmen olduklarıyla gurur duyarlar, bütün toplumdan saygı görürler ve bunu yaşamları boyunca sürdürürlerdi. Bunun böyle yapılmasının önüne öğretmenleri istihdam biçimleri üzerinden kategorize eden anlayış, mesleğin her alanına saldırdığı gibi ruhuna saldırıyor. Öğretmen odasında ücretli öğretmen, sözleşmeli öğretmen, normal öğretmen, uzman öğretmen ve başöğretmeni birlikte oturtuyor. Öğrenciye karşı, veliye karşı beş ayrı kategori var. Eğer Öğretmenlik Meslek Kanununu geçirebilseydi altıncısı da gelecekti, aday öğretmen olacaktı ve altı farklı kategoride öğretmenler sınıflandırılmış olacaktı. Bu çalışma şekli topyekun iş barışına aykırı zaten. Ücretli öğretmenlere asgari ücretin altına denk gelecek maaş ödemesi yapılıyor. Yani devlet herhangi birine, kuaföre, berbere, markete asgari ücretin altında eleman çalıştırırsa teftiş yapıyor, ağır cezalar kesiyor, ısrar ederse işyerinin kapanmasıyla sonuçlanacak cezalar var. Ama öğretmenlik gibi bir kutsal mesleğin mümessillerine asgari ücretin altında çalıştıracak düzenlemeleri içine sindirebiliyor.”

“TABAN MAAŞ DÜZENLEMESİNE GERİ DÖNÜLMELİ”

“Hele hele bir de özel sektör öğretmenlerinin durumu var ki o tam bir felaket. 2014 yılında bir gece yarısı, bir torba yasa içinde özel okul öğretmenlerine taban maaşını ellerinden aldılar. Neydi taban maaş? Kanun şöyle diyordu, ‘Özel okulda öğretmen çalıştırıyorsan kamudaki emsallerinden düşük maaş veremezsin.’ Öz Türkçesi buydu. Bu özel okulda çalışan öğretmenler açısından kamuyla kıyaslı bir ücretlendirme politikası olduğu için son derece güvenli bir alandı. Elbette kamudaki yetmeyen maaş özel okuldaki öğretmene de yetmezdi ama hiç olmazsa kamu kadar maaş alıyorlardı. 2014’te birtakım lobicilik faaliyetlerine teslim olan, daha doğrusu lobicilik faaliyetlerinin temsilcisi olan bazı milletvekilleri iktidardaki Bakanı ve Cumhurbaşkanını ikna ettiler, bir gece yarısı önergesiyle taban maaşı öğretmenlerin elinden aldılar. Bugün genel maaş özel okullarda asgari ücrettir ve asgari ücret sınırında, altında maaşlarla çalıştırılan öğretmenler vardır. Taban maaş düzenlemesine derhal geri dönülmelidir.”

“ÖĞRETMENLER 10 ÇEYREK ALTINI KAYBETTİ”

“Tabii kamudaki öğretmen maaşı deyince akla şu geliyor: Biz hep emeklilerle ilgili bunu konuşuyoruz. Asgari ücretle karşılaştırıyoruz. ‘Peki öğretmen maaşında durum nedir?’ diye baktığımızda orada çok çarpıcı bir şey gördük. 2002 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarında alınan ilk öğretmen maaşlarında en düşük öğretmen maaşı 635 liraydı. Ve o günkü parayla 19,5-20 çeyrek altın satın alınıyordu. En düşük öğretmen maaşını çeken, kuyumcuya gidip 20 çeyrek altın alabiliyordu. Bugün en düşük öğretmen maaşı 41 bin lira ve 9,5 çeyrek altın alınabiliyor Yani Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı boyunca öğretmene verilen en düşük maaş ayda 10 çeyrek altın kaybetmiş durumda. 10 çeyrek altın. Hesap ortada, bütün öğretmenlerimize ve bütün velilerimize, bütün öğrencilerimize bunu dikkatle düşünmeleri için, bu bilgiyi emanet ediyorum. Öğretmen aynı öğretmen, hayat şartları çok daha zor, hayat çok daha pahalı ama öğretmenin maaşından 10 çeyrek altını almışlar. Basit bir hesapla bugün 41 bin lira olan öğretmen, Ecevit’in emanet ettiği gibi maaşı muhafaza edilseydi 9 bin lira maaş alacaktı. 41 bin liraya geçinmeye çalışan bütün öğretmenlere evlatlarına mutlu, geçim sıkıntısı çekmeyen, kendini yetiştiren, sosyal hayata katılabilen, gazete, dergi takip eden, kitap okuyan, sinemaya tiyatroya giden öğrencilerinin entelektüel kapasitesini katkı sağlayacak bir öğretmene Adalet ve Kalkınma Partisi’nin reva gördüğü maaş budur. Kendinden önce beğenmediği ve krizden çıkmış Türkiye, hatta krizin en zor günlerini yaşayan, acı reçeteyi içen ve iktidar partisine bu iktidar imkanını yaratan o ekonomik koşullarda Ecevit Hükümeti beğenmedikleri koalisyon hükümeti bugünkü parayla 93 bin lira maaş ödüyordu. Bugün 41 bin lira maaşla çalışmaya zorluyorsunuz.”

“ÖĞRETMENLERİN YÜZDE 91’İ MAAŞLARI İLE GEÇİNEMİYOR”

“Öğretmenlerle ilgili yapılan eğitim sendikalarının yaptığı araştırmalardan bir not var önümde. Öğretmenlerin yüzde 91’i maaşıyla geçinemediğini söylüyor. Öğretmenlerin yüzde 63’ü başka kişilere borçlu olduklarını söylüyorlar. Öğretmenlerin yüzde 83’ü toplumdaki saygınlıklarının azaldığını hissettiklerini söylüyorlar. Yüzde 50’si ise daha fazla para kazanacağı bir iş bulması halinde mesleği bırakabileceğini söylüyor. İki öğretmenden bir tanesi ki öğretmenlik mesleği diğer mesleklerden farklı olarak çocukken en çok idealize edilen, ‘Büyüyünce ne olacaksın?’ sorusuna, doktorla birlikte en çok verilen cevapken, çocukluk hayalleri gerçekleşmiş mezun olmuş ve bir şekilde geçmişte atanmış ya da kura sayesinde atanabilmiş öğretmenlerden, iki öğretmenden birisi ‘Başka iş bulursam bırakırım bu mesleği’ diyecek duruma getirmiş, tercihe getirilmiş, zorlanmış durumdalar. Yeni müfredat eğitiminin tüm tarafların katılımıyla yeniden ele alınması, çalışılması ve eğitim dönemi başlamadan önce bu yanlıştan mutlaka dönülmesi gerekiyor. Müfredat konusunu çok konuştuk, konuşmaya devam ediyoruz, yargıya taşıdık, yargıya taşındı. Bu konuyu en yakından takip etmeye devam edeceğiz.”

“EĞİTİMİN KALİTESİNE GÜVEN GİTGİDE AZALIYOR”

“Tabii öğretmenlerin ekonomik durumları konuşulurken bir de öğrencilerin ailelerinin ekonomik farklılıklarını Türkiye’yi ne duruma getirdiğinin de bir altını çizmek gerekiyor. Nitelikli eğitimin sınıfsal bir sorun haline geldiği ortada. Bugün Türkiye’de nitelikli eğitime ulaşmak için sınıfsal bir farklılık var. Çocuğun sınıfı yok bazı coğrafyalarda. Ama sınıfların çocukları var ve farklı eğitim alıyorlar. Bakanlık bile sınav başarılarında ailelerin sosyoekonomik durumlarının etkili olduğunu rapor ediyor. Devlet okullarındaki eğitimin kalitesine güven gitgide azalıyor. Özel okul ücretleri ise karşılanamayacak bir durumda. Nitelikli, bilimsel, iyi eğitim çok varlıklı ailelerin çocuklarının erişebildiği bir ayrıcalıkken yoksul ailelerin çocuklarının aldığı eğitimin kalitesi her geçen gün düştüğü gibi bir tür okula zorlama, okul içinde belli zorunlu hale getirilmiş, fiilen seçmeli derslere zorlama gibi çocuklar arasında farklılıklar var. Eğitim sistemi yaz boz tahtasına dönüşmüş ve siyaset buna tedbir almıyorsa yeni bir siyasetin harekete geçmesi, yeni bir siyasetin bu konuyla ilgili sözünü söylemesi bu ülkenin önüne kendi reçetesini koyması gerekiyor.”

“BUGÜNÜN HATALARINDAN ARINAN BİR PROGRAM”

“Bugün Cumhuriyet Halk Partisi ekonomik olarak da bu ülkeye yeni bir hikaye vaat ederken eğitim alanında da çok önemli iddialarda bulunmak, çok önemli hedefler koymak durumunda. Bunu önümüzdeki 4-9 Eylül arasında yapacağımız Cumhuriyet Halk Partisi’nin İkinci Yüzyılının Değişim Kurultayında, ilk gün Sivas’ta başlayacağız, sembolik olarak. İkinci ve üçüncü gün 5’inde veya 6’sında Ankara’da tüzüğümüzü değiştireceğiz, tüzük komisyonunun ve kurultayımızın çalışmalarıyla. Sonrasındaki üç günde ise Cumhuriyet Halk Partisi’nin program kurultayının ilk üç gününü, yerli yabancı katılımcılarla, akademisyenlerle zenginleştireceğimiz gündemle, tüm icraat alanları için ayrı ayrı çalışacağımız ve altı ila sekiz aylık bir vadede yeniden toplayacağımız program kurultayıyla Cumhuriyet Halk Partisi’nin programını bir iktidar programı olarak hep birlikte, sizlerle birlikte, toplumun tüm bileşenleri ile birlikte çalışıp 2025 yılının bahar aylarında Cumhuriyet Halk Partisi’nin yeni programı için program kurultayımızı son bir kez toplayarak onu somut, son haline getireceğiz. Şüphesiz o programın en önemli kısımlarından bir tanesi, ‘Nasıl bir Milli Eğitim, nasıl bir müfredat, nasıl bir meslek kanunu, nasıl bir yükseköğretim? Ve burada öğretmenlerin örgütlülüğünün önündeki engellerin nasıl kaldırılacağı, Yüksek Öğretim Kurumu yapısının nasıl tamamen yüksek öğreniminin koordinasyonuna çekileceği, nasıl üniversitelerin demokratikleştirileceği, rektör seçimlerinin nasıl seçim şekilde yapılıp atamanın sadece üniversitenin öğretim görevlilerinin, öğrencilerinin, emekçilerinin ve okulla bağını koparmış mezunlarının kullanacakları oylarla rektör seçimin ne şekilde yapılacağına kadar son derece çağdaş, geleceği kucaklayan, bugünün hatalarından arınan bir programı Milli Eğitim alanında da ortaya koyacağız.”

“AK PARTİ’NİN EĞİTİM KARNESİ KIRIK”

“Suat Özçağdaş’ın, gölge bakanlığımızın yaz koşusu bugüne dair yaptıklarımız, yapacaklarımız ve Ekim'de yapacağımız birlikte çalışma ve mücadeleyi kapsayacağı gibi, Eylül ayında startını vereceğimiz program kurultayımızın içindeki Milli Eğitim konusunda, Milli Eğitim politikaları konusunda sizlerle ortaklaşmamıza dair irademizi de kapsamaktadır. Hiçbir şeyi, ‘Biz böyle istiyoruz, böyle yapıyoruz diyerek değil, ‘Doğrusu nedir, hep birlikte yapalım’ diyerek ele almayı planlıyoruz. Son paylaşacağım bilgi de şudur ki, yapılan anketlerde Adalet ve Kalkınma Partisi’nin en yüksek oy aldığı illerde dahi geçmişte en yüksek oy aldığı kesim olan ev hanımlarının dahi, evladının aldığı eğitimden memnuniyeti yüzde 19’dur. Yani Adalet ve Kalkınma Partisi’nin bizce tüm karnesi kırıktır ama en güçlü olduğu seçmen grubunda bile Milli Eğitim karnesi kırıktır. 100 üzerinden 19’dur. İlkokuldaki, bizim zamanımızdaki karne tanımlamasıyla başarısızdır. Sonra soruyorlar, ‘AK Parti’ye karne verirsen Milli Eğitim’de ne not verirsin?’ AK Partili seçmen bile ‘Başarısız’ diyor. Ne ‘Geçer’ diyor, ne ‘Orta’ diyor, ne ‘İyi’ diyor. ‘Pekiyi’ diyen, ‘İyi’ diyen zaten yok. O yüzden bu mesele bir parti politikasının ilerisinde, partimiz için diğer partilerin seçmenlerin de taleplerini duymaya ve sesimizi onlara duyurmaya olanak yaratacak bir geniş açılım sergilerken bize de bir parti politikası ortaya koymanın ötesinde ulusal bir politikanın nasıl olacağını tartışıldığı bir zemine davet ediyor.”

“CHP İKTİDARINDA 45 BİN DOLAR MİLLİ GELİR HEDEFİ”

“Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında biz Türkiye’yi ortalama geliri 4 bin 500 dolar olan Şanghay İşbirliği Örgütü yerine bugünkü ortalama geliri 45 bin dolar olan, yeni katılmış birkaç üyeden arındırıldığında 55 bin dolar milli gelire sahip olan Avrupa Birliği hedefimiz vardır. Bu hedefe kavuşulduğunda 10 kat satın alma gücünde artış olacağını kestirmek güç değildir. Bu hedefe ulaşmak için beş yıllık bir kısa vade ve 10 yıllık Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında 45 bin dolarlık bir milli geliri hedeflediğimizi çok net olarak söylüyoruz. Bu taraftaki 4 bin 500 dolarlık kabus senaryosuna göre 10 kat daha müreffeh bir ülke vaat ediyoruz. Bu yolda yürürken Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında pek çok yetkinliğin yanında en az bir yabancı dilin, en iyi seviyede okunduğu, konuşulduğu ve yazılabildiği ve yine teknolojik etkinlik açısından en üst düzeyde mezun edilmiş lise öğrencilerini öngörüyoruz ve üniversiteye giderken ya da üniversite dışında bir alana yönelirken bu yetkinlikte olmalarını öngörüyoruz. Ben haftanın ilk gününde, en kıymetli saatlerini, haftanın planlanması açısından, bize ayran çok değerli eğitimcilerimize yürekten teşekkür ediyorum. Suat Özçağdaş’a çok teşekkür ediyorum, bugüne kadar verdiği emekler ve bugünden itibaren Anadolu ve Trakya’da başlatacağı yerel koşular için. Maratondan ayrılıp oraya dönüyor. Sayın Gamze Taşcıer bir başka bakanımız, o sendikal anlamdaki paylaşımlar için burada bulunuyor kendisi. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanımız, gölge kabinemizde. Milli Eğitim Bakan Yardımcılarımıza teşekkür ediyorum. Bu süreçte yaz boyunca eğitimi ne kadar gündemde tutabilirsek bu, bu ülke için bir kazanımdır. Sizler çok zor coğrafyada, çok zor şartlarda, çok zor bir iş yapıyorsunuz. Hak arama mücadelesi veriyorsunuz. Hem üyeleriniz için bu mücadeleyi veriyorsunuz hem de üyelerinizin yetiştirdiği öğrencilerin alacağı eğitimin kalitesi, standartları, sorunlarının ortadan kaldırılması için veriyorsunuz. Bir kez daha bir öğretmen çocuğu olarak ve endişeli bütün emekli öğretmenlerin gözünü dönüp, gözünün içine baktığı partinin Genel Başkanı olarak hepinize katılımlarınız için çok teşekkür ediyorum. Sevgiler, saygılar sunuyorum.”

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.