Önüne gelene yaptırmayın bu büstleri

Önüne gelene yaptırmayın bu büstleri

ESKİŞEHİR yolundan Kavaklıdere'ye giderken, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'nın duvarındaki o muazzam “şey”i gösterdim oğluma: - Kuzey; tanıyor musun kim bu?

Kafasını kaldırdı, bir süre baktı ve sonra elindeki bilgisayar oyununa döndü...


Arabayı durdurdum. Bir daha baktım...


Şimdi siz de bakın bu fotoğrafa...


Kim bu?


Atatürk mü?


Lütfen iyice bakın...


Bakın çünkü sizin sözünüze ihtiyacım var.


Erzurum kongresinden, Sivas'tan gelen, yüzündeki muzip gülüşle, salıncağa binen Mustafa Kemal bu mu?


Nişantaşı'ndaki evde Madam Colin'in piyanosunu dinleyen o entelektüel bu mu?


Nâzım'ın “Sarışın bir kurda benziyordu” dediği kahraman, ya da dünyanın en güzel giyinen silahşoru böyle mi gözüküyor bize?


Elinde tahta bavuluyla Trablus'un çöllerine çıkan “sergüzeşt” bu mu?


Arkasında idam fermanıyla dolaşan devrimci bu mu?


İşte buradan söylüyorum;


Bendeki Mustafa Kemal bu değil...


Ve işte buradan bir çağrıda bulunuyorum:


* Çocuklarımıza Mustafa Kemal'i sert, soğuk, koyu, demirden bir büst gibi gösteren bu girişimlere bir son verilsin...


* Önüne gelen, “ben herkesten daha Atatürkçüyüm” diyerek büst yarışına girmesin...” (Benzeri bir tanesini de Anayasa Mahkemesi'nin eski Başkanı Yücel
Özden yaptırtmıştı. Saçlarından acayip alevler çıkan korkutucu bir Atatürk... Hâlâ duruyor.)


* Acaba Genelkurmay Başkanlığı Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'nın duvarındaki bu “estetik sorunu” çözebilir mi?


* Çocuklarımızı korkutmayan, içimizi aydınlatan bir Mustafa Kemal varken... Atatürk'ün kendisi gibi renkli bir zihniyeti yaşamak yerine...


* Onu “betona ve demire hapseden” bu “estetik cinayeti” kim durdurabilir?


* Bunun için Türkiye çapında bir estetik kurul oluşsa. Güzel sanatlar Akademilerinden bir kurul örneğin.. Heykelden anlayanların kurulu...


Ben şimdi burada bekliyorum...


Ve öncelikle göreve yeni başlayan Deniz Kuvvetleri Komutanı'na soruyorum:


* Sizin baktığınız yerden Atatürk böyle mi gözüküyor?


O zaman da size söyleyeceğim şudur:


* Şehre bakan her duvarın sahibi, aslında o şehirde yaşayanların göz zevkidir. Estetik kültürüdür...


* Lütfen buna saygı gösterin...



İKİNCİ YAZI



Bu iddia doğruysa ne yapacağız



(Not: Lütfen bu yazıya şöyle bir yorum göndermeyin: Fatih Bey yeni mi anladınız? Ortadoğu'ya güven olmaz...)



Soru şu:


- İsrail'in Filistin'e ördüğü duvarın çimentosunu kim veriyor?



İddia şu:

- Filistin Meclis Başkanı Ahmed Kurey...


Evet inanılır gibi değil.. Üstelik büyük ihtimalle doğru.


Düşünün ki, İsrail, Gazze'yi kuşatmış. Açlık ve sefalet var. İlaç bile giremiyor. İsrail işte bu çağdışı kuşatma için duvar örüyor...


Ve o duvarın çimentosunu Filistin Meclis Başkanı sağlıyor...

Kahire sokaklarında duydum bunu... Aslında daha önceden biliniyor olabilir. Ama ben böyle bir skandalın duyulup da neden Türkiye'de bizi çarpmadığını merak ediyorum.


Örneğin İstanbul'da her gece İsrail konsolosluğu'nun önünde gösteri yapan kardeşim, bunu duysa o anda ne yapacaktı?


Gidip Filistin temsilciliğinin önünde “ikiyüzlü” diye Filistin Meclisi'ni protesto mu edecekti?


Eder miyiz?


Etmeliyiz...


Her türlü ihaneti, ikiyüzlülüğü, sahici olmamayı protesto etmeliyiz...



ÜÇÜNCÜ YAZI



'Keşifçi Türkler'den çekiniyorlar



İslam dini, firavunlara, diktatörlüğe karşı bir din olarak büyüdüyse eğer;

- Bugün İslam coğrafyasının neredeyse tamamı neden yalnızca diktatörlüklerle yönetilir?


Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile çıktığım 1 haftalık Bağdat, Şam, Kahire Lefkoşa, Stockholm gezisinden bana kalan soru işte budur?


Bir süre önce Tahran'daydım... Sudan'dan, Bağdat'a... Suriye'den Arabistan'a, oradan emirliklere kadar krallar, diktatörler rejimini gezdim..

İnternet yasak. TV'ler tek kanal. Sinema kısıtlı.

Sıvası dökülmüş duvarlarda kocaman diktatör resimleri... Sefalet ve korku... İşte Mısır...

Bir zamanlar dünyanın en büyük uygarlığının aktığı o ihtiras ve keşif nehri Nil, şimdi bir işsizlik, umutsuzluk, insanı dünyadan koparan bir bataklık ritminde... Kahire Müzesi'ni gezerken içeride gördüğümüz uygarlık, bugün Mısır'da gördüğümüz insanlara mı ait acaba?

Fehmi Koru'nun şu sorusu her şeyi anlatıyordu:

- Müzede gördüğümüz bu uygarlık, gerçekten bugün Mısır'da yaşayanlara ait olabilir mi? Bu nasıl bir çelişki?

Sonra müzeden sokaklara çıktım...

Ve o sokaklarda dolaşırken Amin Maalouf'un “Çivisi Çıkmış dünya” isimli kitabını hatırladım...

Bu coğrafyanın bir çocuğu olarak Amin, şu sözleriyle anlatıyor yürüdüğüm sokakları:

“Arap-İslam alemi tarihsel bir kuyuya gömüldükçe gömülüyor. Bütün dünyaya karşı, Batılılara, Ruslara, Çinlilere, Hintler, Yahudilere ve her şeyden önce kendisine karşı öfke duyuyor...İç savaşlarla, salgın hastalıklarla, iğrenç kaçakçılıklarla, rüşvetle yüksek işsizlik oranıyla boğuşmak durumunda.”

Sosyal adalet gelirse tüm ölçüler değişecek

Ben de bunu gördüm işte...

Daha önce Nijerya'da... Sudan'da...

Şimdi yine Şam'da, Bağdat'ta, Kahire'de..

Peki niye?

Allah'a kul olmayı, insana saygıyla açıklayan bir din, neden böylesine insana değer vermeyen kanlı bir coğrafyaya rastlıyor?

Allah'la kul arasına kimseyi sokmayan bir din, nasıl oluyor da böyle 'öfke dolu bir diktatörler, şeyhler coğrafyası'na denk geliyor?

Kahire'de halkla konuştum. Dokundum. Han Halil Çarşısı'nda fakirlikten nasıl bir kahkaha yükselebilir, sefaletten nasıl bir Ramazan eğlencesi çıkartılır gördüm... Halkta bir sorun yok...

Belli ki sorun, demokrasi sorunu...

Ve belli ki birileri bu coğrafyada demokrasiyi istemiyor... Neden?

Çünkü eğer Suudi Arabistan'da, Bağdat'ta, Emirliklerde, krallıklar, şeyhlikler, diktatörlükler devrilirse, petrolün akış yönü değişecek. O petrol bu defa sefalet içindeki halka akacak... Özgürlükle, demokrasiyle birlikte gelir dağılımı Ölçülecek. Sosyal adalet gelecek..

Evet bu gezide bir kez daha anladım ki;

Demokrasi, milli mücadele istiyor, özgürlük istiyor. Kahire'deki son gün Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu El Ahram Strateji Merkezi'nde Mısırlı entelektüellere bir konuşma yaptı...

Osmanlı'nın 'fetihçi modeli' değil artık

Davutoğlu'nu dinlerken bir Türk bakanını değil de bu sorunu ve bu coğrafyayı tartışan çözüm arayan öneren bir teorisyeni gördüm...

Gelen sorulara baktım. Yorumları dinledim...

Çıkardığım sonuç şu:

- Bizden çekiniyorlar.

Neden mi?

- Çünkü tarihte olduğu gibi, Türkler şimdi yine çok kavrayıcı bir modelle karşılarında duruyor.

Bu Osmanlı'nın “fetihçi modeli” değil, Türkler bu defa “demokrasiyi, bağımsızlığı ve özgürlüğü, İslam'la yaşayabilen” “keşifçi” bir toplum olarak çıkıyorlar karşılarına...

Çünkü kurtuluş savaşı olmadan özgürlük olmuyor.

Ve özgürlük olmadan demokrasi olmuyor.

Geniş özgürlük ve demokrasi coğrafyası

Davutoğlu bunu öylesine anlattı ki;

Bu yüzden hayranlık ve korkuyla izlediler..

Şu açık: Bu coğrafyadaki soruların çözümü için Arap Birliği artık yeterli değildir.

Artık Türkiye'nin de içinde olduğu daha geniş bir coğrafyaya ihtiyaç vardır...

Bu da “özgürlük ve demokrasi coğrafyası”dır...

hürriyet

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.