Önder Kahveci, 13. Çalışma Meclisi'nde Konuştu
Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı Önder Kahveci, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın düzenlediği “Türkiye Yüzyılında Çalışma Hayatı, emeğin, Sendikal Örgütlenmenin ve İstihdamın Geleceği” temalı 13. Çalışma Meclisi toplantısına katıldı.
Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı Önder Kahveci, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın düzenlediği “Türkiye Yüzyılında Çalışma Hayatı, emeğin, Sendikal Örgütlenmenin ve İstihdamın Geleceği” temalı 13. Çalışma Meclisi toplantısına katıldı.
Sivil Toplum Kuruluşlarının yönetici ve temsilcileri ile akademisyenlerinde katıldığı panelin oturum başkanlığını Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Prof. Dr. Vedat Işıkhan yaparken, Genel Başkanımız Önder Kahveci’de panelist olarak yer aldı.
Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı Önder Kahveci panelde yaptığı konuşmada çalışma hayatında öne çıkan başlıklar ve Türkiye Kamu-Sen’in görüş ve önerilerini dile getirdi.
Genel Başkan Kahveci;
“Geleceğe yön vermek; geçmişi bilmek, bugünü anlamak ve yarını görmekle mümkündür. Sürekli değişen ve dönüşen dünyamız yeni bir çağın eşiğinde, büyük doğum sancıları çekmektedir.
18. yüzyılın ilk çeyreğinde buhar makinasının icadı ile başlayan endüstrileşme süreci, binlerce yıllık toplumsal yaşamı kökünden değiştirmiş, devletleri temelinden sarsmış, yeni kavramlarla bambaşka bir dünyanın kapılarını açmıştır. Tarım toplumundan endüstri toplumuna geçilirken ortaya çıkan paylaşım sorunu, büyük toplumsal çatışmaların ardından demokrasi ve özgürlük, insan hakları, sosyal devlet, sendika, toplu sözleşme ve örgütlü toplum gibi kavramların hayatımıza girmesiyle bir nebze olsun çözülebilmiştir.
Elektrik gücünün yardımıyla seri üretime geçilmesi ve bilgi teknolojilerinin gelişmesiyle otomasyona dayalı üretimi öngören gelişmelerin ardından, siber fiziksel sistemler, otonom davranış sergileyebilen yapay zekâ çalışmaları sonucunda, Sanayi Devrimi artık dördüncü aşamasına geçmiş bulunmaktadır. Üretim sistemlerinin değişimi ve gelişimi, devletlerin ekonomi politikalarını, endüstri ilişkilerini, hukuki altyapıları ve gelirin paylaşımını da doğrudan etkilemekte, büyük toplumsal dönüşümlere önayak olmaktadır.
Endüstri 4.0 süreci, hiç kuşkusuz ki yalnızca işletmeleri değil çalışma ilişkilerini de kökünden değiştirecek gelişmelere gebedir. Öyle görünüyor ki, akıllı teknolojiler ve yapay zekâ, Sanayi Devrimi ile ortaya çıkan, bildiğimiz anlamdaki üretim, iş ve çalışan kavramını tamamen değiştirecektir.
Teknolojik gelişmedeki akıl almaz hız, bizlerin de bu dönüşüme bir an önce ayak uydurmamızı zorunlu kılmaktadır. Önümüzdeki değişim sürecinin toplumsal boyutları, Sanayi Devrimi ile kıyaslanamayacak ölçüde büyük olacaktır. Bütün tahminler işsizliğin artması, ücretlerin düşmesi, birçok mesleğin ortadan kalkması ya da yapay zekânın eline geçmesi, toplumda devlet algısının değişmesi üzerinde yoğunlaşmaktadır.
Bu çerçevede artık kapımızdan içeri girmekte olan yapay zekânın, otonom sistemlerin, nesnelerin internetinin toplumumuza, kamu yönetimine, çalışma yaşamına, hukuk sistemimize, ekonomik ve sosyal politikalara nasıl yansıyacağının tespit edilmesi, fütürist bir yaklaşım olmaktan öteye hayati bir zorunluluktur.
• Eğitim sisteminin yeni üretim metotlarına entegrasyonu,
• Hukukî altyapının geleceğe dönük olarak revizyonu,
• Yeni istihdam programlarının oluşturulması,
• Yeni örgütlenme modellerinin geliştirilmesi,
• Farklı aksiyon planlarının belirlemesi,
• Yeni sosyal politika önerileri,
• İnsan odaklı bir istihdam piyasasının inşa edilmesi,
• Yok olacak mesleklerle yeni ortaya çıkacak mesleklerin, yeni imkânların araştırılması,
• Yapay zekânın toplumsal yapı üzerinde yaratacağı etkinin hesap edilmesi,
• Kamu yönetimi ve kamu hizmetlerinin geleceğinin tespit edilmesi gibi konular,
Bürokrat, siyasetçi, işçi, işveren, memur, işsiz, akademisyen, Uluslararası Çalışma Örgütü gibi toplumun bütün kesimlerini ve ortaklarımızı içeren ve süreklilik arz eden bir platformda tartışılmalı, değerlendirilmelidir.
Çalışmalarda ortaya çıkacak sonuç, bizlere yeni bir dünyanın kapılarını açacak, kaçınılmaz olarak karşı karşıya kalacağımız bu süreçte, milli birlik ve beraberliğimizin muhafazasının anahtarı olacak, istihdam piyasasında bir toplumsal mutabakatın temelini teşkil edecektir. Bu doğrultuda 2018 yılında Türkiye Kamu-Sen’in Sendika 4.0 olarak adlandırdığı bir altyapı projesi bulunuyor.
Türkiye Kamu-Sen olarak, yol gösteren sendikacılık anlayışımız çerçevesinde, dünyadaki ekonomik ve toplumsal sistemleri köklü bir değişime zorlayacak olan sürecin, ülkemizdeki çalışma yaşamına, mevzuata, sendikacılığa, memurlara ve işçilere etkilerini ortaya koyacak, çalışma hayatının ve toplumsal kesimlerin, bu büyük dönüşüm sürecine zarar görmeden adapte olmasını sağlayacak bir altyapı hazırlanmasının zorunlu olduğunu düşünüyoruz.
Biz, Türk ve Türkiye Yüzyılına uygun bir kamu yönetimini oluşturacak, nitelikli bir kamu istihdamı ve Türkiye Yüzyılını omuzlarında yükseltecek, geleceğinden umut var olan bir kamu çalışanı için, Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılı hedeflerine uygun bir zihniyet değişimi istiyoruz. Hizmet sınıflarına ilişkin sorunlar, personel istihdam biçimlerinde ortaya çıkan çoklu yapı, ödeme kalemlerindeki adaletsizlikler ve sosyal yardımların yetersizliği nedeniyle kamu çalışanları bütün fedakarlıklarına rağmen ülkenin en düşük maaş alan kesimi haline gelmiş, çalışma barışı büyük yara almıştır.
Sosyal güvenlik sistemindeki yanlış uygulamalar sebebiyle emeklilerimiz de çalışırken aldıkları maaşlara oranla son derece düşük maaşla yüz yüze kalmakta ve geleceğe dair umutlarını kaybetmektedirler. Yıllarını devlete hizmet etmekle geçirmiş emeklilerimizin, çalışma hayatı sonrasında da kendisi ve ailesine yetecek düzeyde bir emekli maaşına kavuşturulması için sosyal güvenlik sisteminde gerekli düzenlemeler yapılmalıdır.
Emeklilik memurların kâbusu olmaktan çıkarılmalı, kamu çalışanlarına yapılan bütün ödemeler emekli maaşı ve emekli ikramiyesinde değerlendirilmelidir. Emekliliğe sayılmayan 12 bin TL tutarındaki ilave ek ödeme mutlaka emeklilerimiz için de geçerli olacak şekilde düzenlenmelidir.
5510 sayılı Kanunla kamu çalışanlarının hakları ikiye bölünmüştür. 1 Ekim 2008 öncesi ve sonrasında göreve başlayanlar açısından emekli aylığı uygulaması büyük farklılıklar göstermektedir. Bu tarihten önce kamuda görev yapan memurların emekli aylığı bağlama oranları yüksek, emekli keseneğine tabi ödemeleri düşük iken 1 Ekim 2008 sonrasında göreve başlayanların emekli keseneğine tabi ödemeleri daha fazla ama aylık bağlama oranları daha düşüktür.
Öncelikle ortaya çıkan bu ikili yapı bir standarda bağlanmalı ardından da memurların görev aylıkları ile emekli aylıkları arasındaki fark makul ölçülere çekilmelidir. Geçmişi 60 yıla uzanan Devlet Memurları Kanunu’nun eskiyen ve yetersiz kalan hükümleri değiştirilerek günün gereklerine, geleceğin çalışma yaşamına uygun bir kamu personel rejimi oluşturulmalıdır.
Özellikle 7433 sayılı Kanunla kalıcı bir hale getirilen 3+1 yıl süreli sözleşmeli istihdamı, kamunun asıl biçiminin atama düzeyinde sözleşmeli personele dayandırılmasına neden olmuştur. Bir bakıma sözleşmeli personel çalıştırma kamunun asıl istihdam politikası haline getirilmiştir. Bu kapsamda öncelikli olarak kamuda güvencesiz istihdam kaldırılmalı, devletin asli ve sürekli görevlerinin güvenceli ve kadrolu personel eliyle gördürülmesi sağlanmalıdır.
Kamu istihdamı, kadrolu memurlar ve daimî işçiler şeklinde iki ana esas üzerinde şekillendirilmelidir. Atama, görevde yükselme, tayin ve terfilerde liyakat esaslı bir yapıya geçilmeli, adam kayırmanın ve haksızlığın aracı olan mülakat sistemi kaldırılmalı, yazılı sınava öncelik verilmelidir. Kamu hizmetlerinin çeşitliliğinin artması, mesleki gereklilik ve personelin niteliklerinin yükselmesine paralel olarak yeni hizmet sınıfı ihdasına gidilmelidir. Yıllardır sorunlarına çözüm bekleyen yardımcı hizmetler sınıfı personeli genel idare hizmetleri sınıfına geçirilmelidir.
Ücret sistemi sadeleştirilmeli, ücret adaletsizliğine neden olan ödeme unsurları ortadan kaldırılmalı, kamuda tüm personelin görevlerine, eğitim durumlarına ve niteliklerine uygun adil bir ücret almaları sağlanmalıdır. Özellikle belirtmek isterim ki, eşitlik adalet demek değildir.
666 sayılı KHK ile bütün kurumlardaki aynı unvanlı maaşlar eşitlenmiş ama adalet bozulmuştur. Birçok kurum ve kuruluşta iş yüküne ve yapılan işin niteliğine göre belirlenmiş olan tazminat, ödeme, fazla mesai gibi unsurlar kaldırılmış, ücrette belirleyici tek unsur, unvan haline getirilmiştir. Bu durum ücret adaletini düzeltmek yerine daha da bozan bir etki oluşturmuştur. Bunun için kamu çalışanlarını yoksulluk sınırının altında maaş almaktan kurtaracak temel ücret düzenlemesine geçilmeli; temel ücret, yoksulluk sınırı olarak belirlenecek şekilde her personelin buna ek olarak görevinin gerektirdiği eğitim durumu ve sahip olduğu yetkinlik nispetinde tazminattan ve durumuna uygun sosyal yardım sisteminden faydalanması sağlanmalıdır.
İnsanların tek tek ihtiyaçları yanında birlikte yaşamaktan doğan, toplumsal düzeyde olan ihtiyaçları olduğu bilinen bir gerçektir. Bunlar kamusal ihtiyaçlar olup genele hitap etmektedir. Güvenlik, adalet, sağlık, eğitim, haberleşme, enerji, ulaşım gibi ihtiyaçlar, özelliği gereği geniş bir teşkilatlanma ve büyük bir yatırıma ihtiyaç göstermektedir. Bu ihtiyaçların karşılanmasında kâr, amaç olmayıp, toplumun genel menfaati esas alınmaktadır. Bu ihtiyaçların karşılanış biçimi, teşkilatlanışı, kamu hizmeti kavramını karşımıza çıkarmaktadır.
Anayasanın 128. maddesi, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür.” demektedir. Bu bakımdan kamu hizmetleri mutlak suretle iş güvencesi olan, ücretleri sadeleştirilmiş, tayin, atama, terfi gibi özlük hakları, sosyal hakları günün koşullarına uygun hale getirilmiş insanca yaşayabileceği ücreti alan memurlar eliyle gördürülmek zorundadır. Çalışanların kazanılmış haklarının; özellikle bir çalışanın sahip olabileceği en büyük ve önemli kazanımı olan iş güvencesinin korunması için alabileceği en etkili tedbir, hiç şüphesiz örgütlenme ve örgütlü mücadeledir.
Bu noktada kamu çalışanlarının haklarını korumak için bağımsız, kararlı ve cesur mücadeleyi ortaya koyan sendikal yapılara destek verilmelidir. Çalışanlarımızın maaşlarının artırılmasını, alım güçlerinin yükseltilmesini, üretilen milli gelirden herkesin adil bir biçimde hak ettiği payı almasını sağlayacak en önemli unsurların başında toplu sözleşme sistemi gelmektedir. 2012 yılından beri yaşadığımız tecrübelerimiz, bu sistemin sendika üyesi memurları pazarlık masasına taşımakta etkisiz, maaşların alım gücünü korumakta kifayetsiz, reel geliri artırmakta çaresiz kaldığını ortaya koymaktadır.
Bu nedenle 4688 sayılı Kanunun değiştirilerek, toplu pazarlık masasında yer alan tüm sendika ve konfederasyonların söz, imza ve itiraz yetkisinin bulunduğu, kamu görevlilerinin geneline yönelik toplu pazarlıklar ile hizmet kollarına ait pazarlıkların farklı zaman ve zeminde gerçekleştirildiği, katılımcı ve sonuç alıcı bir sendikal yapı oluşturulmalıdır. 4688 sayılı Kanun, toplu sözleşme görüşmelerini yalnızca mali ve sosyal haklarla sınırlayarak memurlarımızın yer değiştirme, atama, yükselme, disiplin, unvan değişikliği gibi sorunlarını yok saymakta; memur meselelerini adeta masa dışına atmaktadır. Genel toplu sözleşme ile hizmet kolu toplu sözleşmelerinin birlikte yapılmasından dolayı süreç bir keşmekeşe dönüşmekte, hiçbir konu yeterince tartışılamadan toplu sözleşmelerin sonuna gelinmektedir.
Bu nedenle genel toplu sözleşme ile hizmet kolu toplu sözleşmelerin birbirinden ayrılarak farklı zaman ve zeminlerde gerçekleştirilmesinin gerekliliğine, toplu sözleşme sisteminin ancak bu şekilde etkili ve verimli sonuç üreteceğine inanıyoruz. Türkiye Kamu-Sen olarak, en önemli talebimiz, kamu görevlilerinin hakkı olan toplu sözleşmenin, grev ve siyasete katılma ile birlikte kullanılabilmesi ve gerçek anlamda eşit temsile dayanan, ILO normlarına uygun bir toplu sözleşme sistemine geçilmesi yönündedir.
Mevcut düzende toplu sözleşmeyi imzalamaya veya Kamu Görevlileri Hakem Kurulu’na başvurmaya yetkili yegâne merci çalışanlar adına Kamu Görevlileri Sendikaları Heyet Başkanı olarak belirlenmiştir.
Bu hükmün, sendikal örgütlenme ve toplu pazarlık hakkına nasıl bir darbe vurduğu geçtiğimiz toplu sözleşme dönemlerinde açıkça görülmüş, memur ve emekliler bir tek kişinin keyfi kararı nedeniyle büyük zarara uğratılmıştır. Kanuna göre, bir sendikaya üye olan kamu görevlileri hakkında toplu sözleşme yapma yetkisi, bir başka sendikaya devredilmektedir ki, böyle bir durum ne örgütlenme özgürlüğü ne de kişilerin tercih haklarına saygı sınırları içinde değerlendirilemez. Kaldı ki, Kanun toplu sözleşmeyi bağıtlama hakkı elinden alınan sendika ve konfederasyonlara Kamu Görevlileri Hakem Kurulu’na başvuru hakkı da tanımamaktadır. Böyle bir uygulamanın uluslararası sözleşmelere aykırı olduğu açıktır.
Bu amaçla; 4688 sayılı Kanun gereği toplu sözleşme görüşmesine katılmaya hak kazanan her bir konfederasyonun Kamu Görevlileri Hakem Kurulu’na başvurabilmesini sağlayacak bir düzenleme yapılmalıdır. Kurulun yapısı Hükümetten bağımsız karar verebilecek bir şekilde belirlenmeli, sonuç üretmeyen toplu sözleşme düzeni mutlak surette değiştirilmelidir. Türkiye Kamu-Sen olarak genel hatları ile ilke ve kırmızıçizgilerimizi ifade ettiğim kamu personel rejiminin ve sendikal örgütlenmenin devletimizi ve kamu hizmetlerini geleceğe uyarlayacak, Türk ve Türkiye Yüzyılı hedefinde başarıya ulaştıracak önemli bir unsur olduğuna inanıyoruz. Buradan elde edilecek çıktıların önümüzü aydınlatacağına inanıyor, panelde emeği geçen herkese teşekkür ediyorum” diyerek sözlerini noktaladı.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.