MEB Teşkilatı - Prof. Dr. Necati Cemaloğlu
MEB Teşkilatı - Prof. Dr. Necati Cemaloğlu
Türkiye, cumhurbaşkanlığı yönetim sistemine geçtikten sonra, kamu kurum ve kuruluşlarında cumhurbaşkanlığı sistemi ile entegre olacak şekilde değişikliğe gitti. Cumhurbaşkanlığı merkez örgütünde bazı üst kurul ve komisyonlar kuruldu. Ayrıca bakanlıklarda müsteşarlık sistemi kaldırıldı, doğrudan bakan, bakan yardımcıları ve genel müdürler şeklinde örgütlenme modeli kabul edildi. İllerde vali de, milli eğitim müdürü de cumhurbaşkanı kararnamesi ile atanmaya başladı. Sistem eski başbakanlık makamını da lağvettiği için cumhurbaşkanı ile bakanlar arasındaki makam da ortadan kalktı. Hiyerarşik olarak azalma oldu ancak etkili olabildi mi?
Cumhurbaşkanlığı sistemi uygulanmaya başlamasıyla birlikte “Eğitim ve Öğretim Politikaları Kurulu” oluşturuldu. Bu kurul, milli eğitim bakanlığının üzerinde, eğitim-öğretimle ilgili üst düzey politikaları belirlemek, MEB’e tavsiye etmek ve MEB’in uygulamalarını tasdik etmek gibi bazı işlevlere sahip olması amacıyla oluşturuldu. Ancak bu kurulda eğitim alan uzmanı, eğitim bilimci kişiler yoktu. Öğretmen ile eğitim bilimleri alanında uzman olan kişi birbirinden farklıdır. Eğitim bilimlerinde, eğitim politikaları alanında araştırma yapan, doktora düzeyinde ders anlatan, bilimsel eserleri olan kişiler bu kurullara davet edilmedi. Doğal olarak eğitim politikası hakkında yeterli bilgi ve beceri düzeyine sahip kişilerden oluşmadığı için, işlevine uygun hizmet verdiği söylenemez. Ayrıca bu kurul, MEB’in üzerinde denetleyici ve emredici bir niteliğe sahip olması ise ayrı bir çelişkidir. Çoğu zaman bakan ile kurulun görüşleri uyuşmamakta, kurul bakana belirli uygulamaları kabul ettirme yoluna gitmektedir. Yetki ve sorumluluk bakanda iken, hiçbir sorumluluğu olmayan kurulun yönetim erkini kontrol edip yönlendirmesi, yönetim bilimi açısından sıkıntılı bir durumdur. Geçmiş dönemlerde “Öğretmen Yetiştirme ve Geliştirme Genel Müdürlüğü” görevinden alınan bir genel müdür bu kurulda görevlendirilmiş, görevde olan genel müdürü cumhurbaşkanlığına çağırıp, yaptığı faaliyetler hakkında brifing vermesini istemişti. Bürokraside bu durum kabul edilebilir bir durum özelliği göstermediği gibi, bürokratik açıdan “Tavşan kaç, tazı tut.” mantığının kamu bürokrasisine yayılmış hali olarak değerlendirilebilir. Her yaptığı icraatı kurula götürüp onaylatmak zorunda kalan bir bakan, kısa zamanda tükenmişlik sendromu yaşamaya, kurul ile çatışmaya başlaması mümkündür. Bu sebeple “Eğitim ve Öğretim Politikaları Kurulu” lağvedilmelidir.
Bakanların, genel olarak milletvekili olmadan atamasının yapılması, cumhurbaşkanlığı sisteminin bir özelliğidir. Daha önceki başbakanlık sisteminde de buna benzer uygulamalar vardı. Özellikle alanda temayüz etmiş, başarılı, yetenekli kişilerin iş ve akademik hayattan alınıp bakan olarak atanması, hizmetlerin kalitesi açısından tercih edilebilir bir durumdur. Bakan, bakan yardımcılarını seçme hak ve hürriyetine sahip olması gerekir. Daha doğrusu “Davul kimin omzunda ise tokmak da onun elinde olmalıdır.” Bakan yardımcılarını seçemeyen bakan, bakanlık içi muhalefetin de merkezine oturacaktır. Özellikle cumhurbaşkanı tarafından atanan bakan yardımcıları yetki kullanmada, kadrolaşmada etkili olmaya çalışacak, bu durum da bakanlık içinde pek çok sıkıntının ortaya çıkmasına sebep olacaktır. Aynı kararnameyle atanan bakan yardımcısı, bakanla sürtüşmeye girdiğinde, yetkilerini başına buyruk kullanmaya başladığında, bakanın yardımcısını doğrudan görevden alma yetkisi bulunmadığı için, cumhurbaşkanının hakemliğine başvurması ve bakan-cumhurbaşkanı kararıyla görevden alınması gerekecektir. Bakanlıklarda yetki, görev ve sorumluluk at başı olmalıdır. Prof. Dr. Ziya Bursalıoğlu’nun dediği gibi: “Yetkisiz sorumluluk işlerin yapılmamasına, yetkiyi aşan sorumluluk da yetkinin kötüye kullanılmasına sebep olur.”
Bakanlıklarda bakan yardımcılıkları çok başlılığa neden olmaktadır. Bakan ile genel müdür arasında gidip gelen, protokolde var ama ikinci adam olma durumu, her bürokrat açısından kolay kabul edilebilir bir durum değildir. Eski sistemde bakan, müsteşar, müsteşar yardımcıları ve genel müdürler vardı. Bakan emir ve direktiflerini müsteşara iletir, müsteşar da bu emir ve direktifleri, politikaları, müsteşar yardımcılarıyla paylaşırdı. Her müsteşar yardımcısı, kendisine bağlı genel müdürlere bu emir ve direktifleri aktarır, süreci kontrol eder ve sonlandırırdı. Burada bürokrasinin çok fazla olduğu görülmektedir. Müsteşardan sonra doğrudan genel müdürlere aktarılması, gereksiz bürokrasinin önüne geçmede etkili işlev özelliği taşıyabilirdi. Her bakanlıkta ortalama civarında bakan yardımcısı gereksiz bürokrasi yaratmaktır. Bakandan sonra bir adet bakan yardımcısı, bir adet müsteşar ve genel müdürler şeklinde örgütlenmeye gitmek, işlerin bürokrasiye boğulmadan çözülmesinde etkili rol oynayabilir.
Her ilde bulunan il milli eğitim müdürleri ve vali, cumhurbaşkanının imzasıyla atanmaktadır. Her iki makamı da aynı makam atarsa, ast-üst karmaşası yaşanır. İl milli eğitim müdürü ya da emniyet müdürü valiye: “Bizi de cumhurbaşkanı atadı seni de. Birbirimizden ne üstünlüğümüz var?” diye sorduğunda, bürokrasi açısından verilecek cevap bellidir. Bu açıdan valinin atanması ile il müdürlerinin atanması farklı bir prosedüre bağlanmalıdır. Örneğin, il müdürünün atanmasında, bakan ve personel genel müdürünün imzası yeterli olmalıdır.
“Eğitim ve Öğretim Politikaları Kurulu” lağvedildikten sonra bu yetki, MEB içerisinde “Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı” makamına verilmesi gerekir. Talim ve Terbiye Kurulu Üyeleri, Eğitim Fakültesi Dekanlar Kurulu tarafından üç yıllığına seçilecek, alan uzmanı olan akademisyenlerden teşekkül etmelidir. Talim ve Terbiye Kurulu, MEB’in üst düzey kararlarını belirleyen, tavsiye mahiyetindeki kararları bakana sunan, bilimsel araştırma yapılmasını sağlayan bir kurul niteliği taşımalıdır. Alanda hiçbir başarısı olmayan, sıradan insanlarla kurul oluşturmak, kurulu değersizleştirmenin dışında hiçbir işe yaramayacaktır. Talim ve Terbiye Kurulu şu anda kitap inceleme işine dalmış, kafasını kuma sokan deve kuşundan farksızdır. Bu kurulun işlevsel hale gelmesi, MEB açısından hayati öneme sahiptir.
Milli Eğitim Bakanlığı dikey örgütlenme modeline geçerek, yetkilerin büyük bir kısmını merkez örgütünde toplamıştır. Bu durum, eğitimin mutfağı olan okulları, sınıfları etkisiz hale getirmiş, MEB bürokratik bir kimliğe bürünmüştür. MEB öğretmen atama yetkisinden başlayarak bazı yetkilerini yerinden yönetim kuruluşlarına devretmesi gerekir. OECD ülkelerinin çoğunda müfredat okullarda geliştirilirken, ülkemizde müfredat merkez örgütünde geliştirilmektedir. Okul yöneticilerinin en önemli yeterliklerinden birisi olan program geliştirme, neredeyse hiçbir okul yöneticisinin bilmediği bir alan özelliği taşımaktadır.
Mesleki ve Teknik Eğitim Genel Müdürlüğü varken, Din Öğretimi Genel Müdürlüğüne gerek var mı? İmam hatip liselerinin amacı, ülkenin ihtiyacı olan imam ve hatibi yetiştirmektir. Doğal olarak bu mesleki eğitim içine girer. Ayrı bir genel müdürlük olarak kurmak, farklı bir kimlik ve statü kazandırmak, kaynakların etkili kullanılması açısından sıkıntılı bir durumdur.
Strateji Geliştirme Başkanlığı, Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığının altında bir daire başkanlığı düzeyinde hizmet verebilir. Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı aynı zamanda stratejik planın yapılması ve uygulanma sürecindeki sorunların çözümünde de aktif rol alabilir. Bilgi İşlem Genel Müdürlüğü ile Yenilik ve Eğitim Teknolojileri Genel Müdürlükleri görev tanımlarını tam yapmalı ve binişmeyi ortadan kaldırmalıdır. Teftiş Kurulu Başkanlığındaki çift başlılık ortadan kaldırılmalıdır. Daha önceki sistemde bakanlık müfettişi ve ilköğretim müfettişi uygulaması oldukça rahatsız verici durumdu. Merkez örgütündeki müfettiş bakanlığın müfettişi de, illerde görev yapanlar neden ilköğretim müfettişi olsun? Her ikisi de bakanlığın personeli değil mi? Ayrıca denetim sistemi güçlendirilmeli, müfettişlerin yetkileri artırılmalı, rehberlik uygulamaları, danışmanlık uygulaması şekline dönüştürülerek yeniden hayata geçirilmelidir.
Sonuç olarak Türk toplumunun bir yönetim algısı, yönetim biçimi ve değer sitemi vardır. Başka ülkelerde başarılı olan sistemler bizde başarılı olamayacağı gibi, bizde başarılı olan uygulamalar da başka ülkelerde başarıya ulaşamayabilir. Türk ordularının başarıyla uyguladığı “Turan Taktiği” diğer adı “Kurt Kapanı”, başka ülke orduları tarafından defalarca uygulanmasına rağmen başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Yönetim bilimi evrenseldir ancak, yönetsel uygulamalar yerel ve kültürel farklılıklar içerebilir. Bunun en bariz örneği II. Dünya Savaşı’ndan sonra Japonya’yı işgal eden Amerikan ordusu tarafından gözlenmiştir. Parça başına ödül sistemi Japonlar tarafından reddedilmiş, Amerikalıların meşhur “Ben” kavramı yerine Japonların “Biz” kavramı tarafından güdülendikleri görülmüştür. Eğitim ve Öğretim Politikaları Kurulu, kültürümüze ters bir uygulamadır ve işlevsel olarak çalıştırılması zordur. Osmanlı devlet geleneğindeki vezir, sadrazam, günümüzün başbakanıdır. Padişah ile halk arasındaki dengeleyici unsurdur. Bu sebeple, toplumsal tepkiyi asgari düzeye indirecek makam ve bürokratik yapılara ihtiyaç vardır. Kamusal kaynakları etkili ve verimli kullanmak, yönetsel başarının olmazsa olmazları arasında yer alır.
Prof. Dr. Necati CEMALOĞLU
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.