Kontenjanların artması müjde mi yoksa SOS mi?
Üniversitelerin 2012 kontenjanlarının bir milyona yaklaşması, dün, gazete ve televizyonların neredeyse tamamında “müjde” diye verildi.
Peki bu haber, gerçekten de müjdeli bir haber mi yoksa üniversitelerde alarm zillerinin çaldığının son göstergesi mi?
Gazeteciliğe başladığımda üniversite sayısı 19’du, şimdi 170. Artmasın mı, elbette artsın. Hatta 200 değil, 250’ye çıksın. Çünkü, yüksek öğrenimdeki okullaşma oranımız, Avrupa ortalamasının çok gerisinde. Eğer AB’ye girmek istiyorsak, eğer dünya devletleri arasında birinci ligde top koşturma gibi bir hayalimiz varsa, üniversite sayımızı ve kontenjanları artırmak zorundayız. Bunu her ortamda tartışmaya da hazırız...
Yeni üniversite açmak iyi de!..
Ama madalyonun öteki yüzü SOS veriyor. Hemen her konuda olduğu gibi üniversite ve kontenjan sayısındaki artışlar da yarardan çok zarar vermeye başladı. Yani plansız, programsız ve altyapısız bir büyüme söz konusu.
Son 30 yılda üniversite sayısı yüzde 850 arttı. Öğrenci sayısındaki artış da yüzde 1000’i geçti.
Peki aynı dönemde öğretim üyesi sayısı ne kadar arttı?
Kişi başına düşen öğrenci harcamaları ne kadar yükseldi?
Yurt sayısı kaça katlandı?
En önemlisi de istihdam olanakları ne kadar büyüdü?..
Hiçbirisi de, üniversite sayısı ve kontenjan artışına paralel değil. Hatta yanına bile yaklaşamıyor.
İşte herkesin müjde diye verdiği habere, benim eyvah diye yaklaşmam bu yüzden.
Bu yıl, yine yüz binin üzerinde kontenjan açığı yaşanacak, yine milyarlarca lira sokağa atılacak, yine öğrencilerin hayalleri çalınacak ve en önemlisi de bu vahim durum yine hiç kimsenin umurunda olmayacak!..
Gençler artık akıllandı!
Gençler de artık akıllandı, okur ve izleyiciler de. Medya olarak, çoğu zaman, pek çok konuda, artık kamuoyunun çok gerisinde kalıyoruz. Müjde diye verilen haberlerin aslında hiçbir anlam ifade etmediğini, en iyi onlar biliyor. Ama tıpkı devleti yönetenler gibi bizim de olup biteni iyi okuyamadığımız ortada. Öyle olmasa, kontenjan artışını müjde diye verme yerine, birazcık olsun sorgulama gereği duyardık.
- Şu anda işsizlik sıralamasında, üniversite mezunları hangi sırada?
- Hemen her meslekte on binlerce üniversite mezunu varken, niye hala aynı fakülteler açılıyor?
- Tanımlanmış ve eğitimi yapılan meslek çeşitliliği gelişmiş ülkelerde 10 binin üzerindeyken, bizde hala niye binin altında?
- Sürekli yeni üniversiteler açarken, öğretim üyesi yetiştirme işi, niye hiç ciddiye alınmıyor?
- Gençlere, yurt, burs, harç, staj ve istihdam olanakları sunulmuyorsa, yani aldıkları onca eğitime destek çıkılmıyor ve ödüllendirilmiyorsa, onca emek niye?..
Evet, başkaları gençlere önem vermiyor da, medya olarak biz veriyor muyuz?
Gençler için hayati konuları ne kadar sorguluyoruz?..
Şimdi birileri çıkıp “Sen 30 yıldır sorguluyorsun da ne oldu?” diyebilir. Haklılar ama en azından vicdanım rahat!..
Batık üniversiteler!..
Önümüzdeki birkaç yıl içinde üç, beş, belki de daha fazla vakıf üniversitesi, ya kapısına kilit vuracak ya da el değiştirecek. Bu süreç zaten şimdiden başladı, daha da hızlanacak.
Tamam onlar faturayı çok ağır ödeyecekler. Peki devlet üniversiteleri ne olacak? Onların verdiği zararların hesabını kim verecek?..
Hemen her ile bir üniversite açmak doğru bir fikir. Bu konuda siyasilere şükran duyuyoruz. Ama atadıkları isimler de keşke aynı doğrulukta olsaydı. İşte o zaman kazanan ülke olurdu.
Boş kalan kontenjanların hesabı ve mezunlarının iş bulmadaki performansları, devlet üniversitelerine de mutlaka sorulmalıdır. Sorulmalı ki, rektörler sırtlarını bir yerlere dayayıp, saltanat sürmesinler, kendilerini o makamlara getirenlerin yüzlerini kara çıkartmasınlar...
KPSS’de olup bitenler
Gazetede, sürekli sorgulayan birisi olarak, sessiz kaldığım dönemlerde, “Neden konuşmuyorsun, durum o kadar vahim mi?” derler. Yorum yok deyip geçerim. KPSS’de olup bitenleri izledikçe de susma hakkımı kullanıyorum...
Sonuçta yıpranan tek bir kurum var o da devlet. Ve onu yıpratmaya hiç ama hiçbirimizin hakkı yok! Söz hakkı şimdi, en yüce kurum olan devletin onurunu koruması gerekenlerde!..
Özetin özeti: Hep eleştirme ve öküzün altında buzağı arama yerine, biraz da kendimize bakalım. Biz, üzerimize düşenlerin ne kadarını yerine getirebiliyoruz?..
Abbas GÜÇLÜ-Milliyet
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.