Koncuk'tan Bomba Açıklamalar...
Türk Eğitim-Sen’in 4 grup halinde yapacağı “Türkiye’nin Sendikası Eğitim ve İstişare Toplantıları”nın ikincisi 30 şubenin katılımıyla 18-20 Aralık 2015 tarihlerinde Antalya’da gerçekleştirildi.
Türk Eğitim-Sen’in 4 grup halinde yapacağı “Türkiye’nin Sendikası Eğitim ve İstişare Toplantıları”nın ikincisi 30 şubenin katılımıyla 18-20 Aralık 2015 tarihlerinde Antalya’da gerçekleştirildi. Toplantıya Türkiye Kamu-Sen ve Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk, Genel Merkez Yönetim Kurulu Üyeleri, İLKSAN Yönetim Kurulu Başkanı Tuncer Yılmaz, Şube Başkanları, Şube Yönetim Kurulu Üyeleri ve İlçe Temsilcileri katıldı.
Bu seçimleri kaybedersek İLKSAN’ın paralarını, mal varlıklarını birileri birilerine peşkeş çeker, 265 bin üyesi de seyreder.
Toplantıda bir konuşma yapan Genel Başkan İsmail Koncuk, İLKSAN seçimlerine dikkat çekerek, şunları kaydetti: “İLKSAN delege seçimleri 16 Nisan 2016 tarihinde ilçelerimizde yapılacaktır. Seçimler öncesinde şube yönetim kurulu üyelerimize, ilçe temsilcilerimize ve tüm teşkilatımıza çok büyük görev düşmektedir. Teşkilatlarımızın emeği ve azmi ile 1996 yılından beri Türk Eğitim-Sen delegeleri İLKSAN seçimlerini kazanıyor. Peki biz bu seçimleri kaybedersek ne olur? Bizim için değişen bir şey olmaz tabi ki, Türk Eğitim-Sen hiçbir şey kaybetmiş olmaz. Fakat bu seçimleri kaybedersek İLKSAN’ın paralarını, mal varlıklarını birileri birilerine peşkeş çekerler, 265 bin üyesi de seyreder. Biz İLKSAN’da hırsızlık yaptırmadık, İLKSAN’ın bir kuruş parasını dahi yedirmedik. Nitekim buna müsaade etmemiz de mümkün değil. Bu anlamda bizzat bir Türk Eğitim-Sen delegesi olarak, 1996 yılından bu yana İLKSAN’a kıymet ve değer vermiş bütün arkadaşlarımı kutluyorum. İnşallah kazanırız. Bu seçimleri kazanırsak İLKSAN’ın mal varlığını koruruz. İLKSAN’da hırsızlık yapılmasına, İLKSAN’ın peşkeş çekilmesine engel olmaya devam ederiz. Bunu önemseyen tüm insanları anlayışı, ideolojisi ne olursa olsun bizimle birlikte hareket etmeye çağırıyorum. Bu noktada biz hizmete talibiz. Derdimiz hizmet etmektir. İLKSAN bizim için prestijdir. Allaha şükür bu prestiji şimdiye kadar şerefle taşıdık, bundan sonra da taşımaya talibiz. Tabii en önemli görev teşkilatlarımıza düşmektedir. Şube başkanlarımızın şimdiye kadar olduğu gibi ilçelerde sevilen insanları aday göstermesi lazım. Evet, aday göstereceğimiz adayların hepsi kıymetlidir ama sosyal ilişkileri, insanlarla iletişimleri önemlidir, teşkilata bağlı, sadakatli olmaları da gerekmektedir. İnşallah bu seçimleri de başarıyla atlatacağımızı düşünüyorum.”
Ya tercihinizi köhneleşen, esasen insanı yok eden anlayıştan yana koyacaksınız, ya da ‘Bu yapılanlar doğru değil. Yanlış bir şeyler, bir kokuşmuşluk var. Ben bunun içinde olamam’ diyeceksiniz.
Koncuk, toplumda büyük yozlaşma, köhneleşme gözlemlendiğini belirterek, “Ya köhneleşen, yozlaşan anlayıştan yana bir tavır ortaya koyacaksınız, yani akan suya ben de kendimi kaptırayım diyeceksiniz; ya da ‘Bu yapılanlar doğru değil. Yanlış bir şeyler, bir kokuşmuşluk var. Ben bunun içinde olamam ve bu kokuşmuşluğun içerinde olan insanları da engellemek için elimden gayreti göstermeliyim’ diyeceksiniz” dedi.
Genel Başkan Koncuk şöyle konuştu: “Bilindiği üzere her yıl ilçe başkanları, ilçe yönetim kurulu üyeleri ve teşkilatlarımızla biraraya geliyoruz. Bu toplantılar arkadaşlarımızla beraber olmak ve bir sinerji yaratmak açısından son derece önemlidir. Toplantılarımızı 2008 yılından bu yana yapıyoruz, Allah nasip ederse yapmaya devam edeceğiz. Biraraya gelip değerlendirmeler yapmamız lazım. Zaman zaman hepimizin silkinmeye ihtiyacı olduğu bir gerçektir. Elbette bu teşkilatın yöneticilerinin sorumluluk duygularının en üst düzeyde olduğunu biliyorum. Mücadele azimlerinin çok kavi olduğunu biliyorum. Ama böyle bile olsa, zaman zaman o ruhumuzu temiz pınarlarla yıkamamız da gerekir. Bazen kendimizi hesaba çekmemiz lazım. Kendini eleştirmeyen her insan kayıptadır. Kendini eleştirmeyen, geliştirmeyen teşkilatların da asla bir geleceği olamaz. Biz her zaman kendini eleştirebilen, eksiklerini samimiyetle ortaya koyabilen bir teşkilatız. Bu nedenle bu toplantıları yapıyoruz. Eksikliklerimizi konuşalım. Allah şükürler olsun ki, bir kusurumuz yok. Kusurumuz olsaydı halen 450 bin üyesi ile Türkiye Kamu-Sen, 230 bin üyesi ile Türk Eğitim-Sen yoluna devam ediyor olmazdı. İçinde bulunduğumuz şartların namüsait olduğunu hepimiz biliyoruz. Toplumda maalesef büyük yozlaşma, köhneleşme olduğunu hepimiz gözlemliyoruz. Tam burada bizler devreye giriyoruz. Aslında burada bir tercih yapılıyor: Ya tercihinizi köhneleşen, esasen insanı yok eden anlayıştan yana koyacaksınız, hiçbir risk almadığınızı düşüneceksiniz, yani akan suya ben de kendimi kaptırayım diyeceksiniz; ya da ‘Bu doğru değil. Burada yanlış bir şeyler, yanlış gidişat, bir kokuşmuşluk var. Ben bunun içinde olamam ve bu kokuşmuşluğun içerinde olan insanları da engellemek için elimden gelen gayreti göstermeliyim’ diyeceksiniz. Biz her zaman ikinci tercihi ortaya koyan bir ahlaka sahip olduk. Kokuşmuşluğa izin vermeyen, bunun için mücadele eden, emek sarf eden olmayı tercih ettik. Bu ikinci anlayış; yüzyıl sonra da, bin yıl sonra da ışıklı değerlerin savunucuları olarak yoluna devam edecektir.”
Savunduğumuz bütün değerleri yok ederek, un ufak ederek, o değerlerin üstüne basarak bir yerlerde makam mevkii sahibi olmanın hiçbir anlamı yoktur.
Koncuk, yaşanan bu kokuşmuşluk ve köhneleşmenin içinde sendikamıza büyük görevler düştüğünü ifade ederek, şunları kaydetti: “Madem ki kokuşmuşluk var, işte burada bize çok görev düşmektedir. O halde bu bozulmayı ne yapar da engelleriz?’ diye düşünmeliyiz. Bu köhnemişlik selinin önüne taktığı her insan, ülkemiz ve evlatlarımızın geleceği adına kaybettiğimiz bir değer olarak görülmelidir. Bu nedenle şunu bilmeliyiz ki, risk almadan hiçbir şey başarılamaz. Risk almadan asla doğruyu yapamazsınız. Bizi endişeye sürükleyen olaylar başımıza gelebilir. Bunu dahi göze alacaksınız. Mahkum bırakıldığı bu ahlaksızlık çukurundan, bu toplumun kurtuluşunun başka yolu var mı? İnsanların o çukura düşmemesi için elimizden geleni yapacağız, o çukura düşmüş insanların da ellerinden tutacağız. Elbette, o çukurdakilerin bizi de yanlarına sürüklemeye çalışmasını engelleyeceğiz. Tabi insanları o çukurun içerisine sürükleyenler, elbette bizim engelleme mücadelemizden de rahatsızlık duyacaklar ve bizi engellemeye çalışacaklardır. Riski budur. Yoksa bir elimiz yağda, bir elimiz balda olmaz. Doğruyu yapmanın bir bedeli var ve gerektiğinde o bedeli ödemek gerekir. O bedel nedir? Mesela bazen o bedel müdürlük makamını kaybetmektir, bazen de müdür yardımcısı olamamaktır. Bunlar bizim savunduğumuz değerlerden çok daha önemli şeyler değildir. Savunduğumuz bütün değerleri yok ederek, un ufak ederek, o değerlerin üstüne basarak bir yerlerde makam mevkii sahibi olmanın hiçbir anlamı yoktur. Bu mücadelenin içinde olacağız. Ama şunu da belirteyim; bunun hiçbir zaman kolay bir mücadele olduğunu söylemedik. ‘Başımıza hiçbir şey gelmez’ şeklinde kimseye bir söz vermedik. Biz her zaman tek bir şeyin sözünü verdik: Şerefle yaşamanın, adam gibi, insan gibi, bir Türk ve Müslüman gibi yaşamanın sözünü verdik. Bu sözümüzü biz yerine getirdik. Allah’a şükür ki, alnımız açık. Bu mücadeleyi geçmişten bugüne kadar verdik ve bugünlere geldik. Hiçbir kaygı duymuyorum. Bunu bütün yüreğim ve inancımla ifade ediyorum. Neden biliyor musunuz? Hep şunu gördüm, korkmayan insanlardan ilkesiz adamlar korkar. Korkmayan insanlara düşmanları dahi saygı duyar. Bazılarının korkacağı, kollayacağı çok şeyleri olabilir. Şeyh Edabali’nin de dediği gibi; ‘Ey oğul! Unutma ki, yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir.’ Dolayısıyla bir yerlere gelmek emniyette olmak anlamına gelmiyor. Onun da bedeli gün gelir ödenir. Bu nedenle sizin gibi korkusuz insanları herkes hesaba katmak zorundadır.”
Dava adamı iddia adamıdır. İddia adamı olmayanın dava adamlığı asla kabul edilemez. Dolayısıyla dava adamı olacaksınız.
Koncuk sözlerini şöyle sürdürdü: “Herkesin bize saygı duyduğunu görüyorum. Bizi sevse de, sevmese de herkesin bize saygı duyması gerektiği inancında olduğunu görüyorum. Bu saygının sebebi taşıdığımız değerlerdir; doğruluk, iffet, ülkenin geleceği adına ortaya koyduğumuz kararlılık mücadelesidir. Yeter ki, biz gerçekten saygı duyulacak işleri yapmaya devam edelim.
Ben kıymetli şube başkanlarımdan şunu istiyorum: Sürekli alanlarda olalım. Şu denilebilir: ‘Başkanım ne kadar anlatsak, birtakım şeyleri değiştirmemiz çok zor.’ Ben hiç bu kanaatte değilim. Bir kere anlamayana iki kere, iki kere anlamayana üç kere anlatalım. Şöyle bir söz var: Taşı delen suyun gücün değil, damlaların sürekliliğidir. Bir parça su, damlaya damlaya o mermeri deliyorsa, idrake sahip bir varlık olan insanı güzel şeyler söyleyerek doğru yola sevk edebiliriz. Bunu başarmak için de emek vermek lazım. Zaman ayırmalıyız. Dava adamı iddia adamıdır. İddia adamı olmayanın dava adamlığı asla kabul edilemez. Dolayısıyla dava adamı olacaksınız. Herkesle buluşacağız, herkese anlatacağız ama önce varsa bilgi eksikliğimizi tamamlayıp, daha donanımlı hale geleceğiz, insanları etkileyecek şekilde bilgi seviyesine ulaşacağız. Bilmeden kimseyi etkileyemeyiz. Bilen insan herkesi etkiler. Bu nedenle bütün arkadaşlarımızın, kendilerini en yetkin insan olarak yetiştirmeleri son derece önemlidir. Köhneleşmenin önüne geçmek için bunu yapmak zorundayız. Bilmek, öğrenmek, anlatmak, ikna etmek… Bunlar bir takım gibidir, birbirinden ayrılmaz.”
Bir başkası ‘sendikayım’ diyor, iş güvencesi için bırakın eylem, miting yapmayı, iş güvencesinin lafını dahi etmiyor. Bugünlerde ise aynı güruh ‘İş güvencemiz kırmızı çizgimizdir’ diyor. Sizin kırmızı çizginiz mi var? Siz pembesiniz, pespembesiniz. Pembe adamların kırmızı çizgisi olur mu?
İş güvencesi tartışmalarına da dikkat çeken Koncuk, bu konuda mücadele etmeyen sendikalara sert çıktı. Koncuk şunları kaydetti: “Son günlerde iş güvencesi tartışılıyor. Herkesin bildiği gibi, Türkiye Kamu-Sen olarak bu konuyu yıllardır dile getiriyoruz. 2011 yılından bu yana hemen hemen her konuşmamda memurun iş güvencesinin birileri rahatsız ettiğini hep vurguladım. Hatta 4 Nisan 2015 tarihinde ‘İş Güvenceme Dokunma’ ana temalı Ankara’da 50 bin kişinin katılımıyla miting yaptık. İş güvencesi birçok sendikanın umurunda değil, söz konusu dahi etmiyorlar ama biz Türkiye Kamu-Sen olarak ‘İş Güvenceme Dokunma’ ana temasıyla Ankara’da miting yaparak, kendine gelmeyenleri kendine getirmek, muhataplarımızı uyarmak için gayret gösteriyoruz. Bu uyarıyı yapmak için de dünyanın parasını harcadık. Bir başkası ‘sendikayım’ diyor, iş güvencesi için bırakın eylem, miting yapmayı, iş güvencesinin lafını dahi etmiyor. Bugünlerde ise aynı güruh ‘İş güvencemiz kırmızı çizgimizdir’ diyor. Sizin kırmızı çizginiz mi var? Siz pembesiniz, pespembesiniz. Pembe adamların kırmızı çizgisi olur mu? Böyleleri sadece günü kurtarmak için yaşarlar. Ne milletin, ne memurların geleceği ile ilgili bir kaygıları yoktur. Eğer gelecek ile ilgili kaygıları olmuş olsaydı, insanlarımızı değerlerini pazarlamaya zorlamazlardı.”
Memurların başına bela olmuş, bir mikrop gibi kamudaki düzeni bozan bu yapıyı yok etmek şarttır.
Memurlarımız, ya bu sendikayı yok edecek ya da Cumhuriyet tarihi boyunca sahip oldukları tüm kazanımları birer birer kaybedecektir.
Koncuk, memurların başına bela olan, kamuda adeta bir mikrop gibi üreyen, çalışma barışını bozan sözde sendikal yapının mutlaka ortadan kaldırılması gerektiğini de ifade ederek, şöyle konuştu: “Ben AKP’nin sadece 657 sayılı DMK’yı değiştirmek gibi kaygısı olduğunu pek düşünmüyorum. Bu konu, dönemin Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer tarafından bir personel rejimi çalışması olarak gündeme geldi, ancak hayata geçmedi, ortada kalmıştı. Tabi bugün geldiğimiz noktada konunun yeteri kadar olgunluk kazandığını, yeteri kadar güçlü olduklarını düşünüyorlar ve pervasızca memurluk kavramını kaldırmaktan bahsediyorlar.
Memurları çalışan adı altında yeniden yapılandırmak istediklerini ifade ediyorlar. Bunlar da, ‘Sendikal güç bende, siyasi güç de bende. İstediğim gibi al gülüm-ver gülüm işimizi yaparız ’ diyorlar. Bütün memurlarımızın kendilerini bir nefis muhasebesine, bir özeleştiriye tabi tutmasının şimdi tam zamanıdır.
Peki ne yapacağız? İktidar 4 yıl iş başında. İş güvencesinin tehdit edilmesi karşısında hiçbir gayreti olmayan ve hiçbir gayreti olmayacağından emin olduğumuz bu sendikal yapıyı yok etmemiz lazım. Bunları Türkiye Kamu-Sen’i büyütmek için söylemiyorum. Memurların başına bela olan, kamuda adeta bir mikrop gibi üreyen, çalışma barışını bozan bu sendikal yapı olduğu sürece ne okulda öğretmene, ne hastanede doktora, hemşireye ne de başka bir kamu kurumunda memura huzur olmayacaktır. Bu gerçeği, herkes silinmeyecek şekilde bir yerlere not etsin. Dolayısıyla memurların başına bela olmuş, bir mikrop gibi kamudaki düzeni bozan bu yapıyı yok etmek şarttır. Memurlarımız, ya bu sendikayı yok edecek ya da Cumhuriyet tarihi boyunca sahip oldukları tüm kazanımları birer birer kaybedecektir. Başka bir ihtimal yok. Bizim gücümüz buna yeter. Yandaş sendikayı biraz daha silkeleyelim.”
Hani ‘Bugün Türkiye’de paralel bir yapı var’ diyorlar ya, esas paralel yapı kamuya bir mikrop gibi girmiş olan bu sarı sendikal anlayıştır.
Genel Başkan İsmail Koncuk sözlerini şöyle sürdürdü: “Hani ‘Bugün Türkiye’de paralel bir yapı var’ diyorlar ya, esas paralel yapı kamuya bir mikrop gibi girmiş olan bu sarı sendikal anlayıştır. Öyle bir paralel yapı oluşturmuşlar ki, Milli Eğitim Bakanlığı bir düzenleme yapıyor, bu sarı sendika ‘bize üye olmayan bunun dışında kalacak’ şeklinde etrafa yayıyor. Hâlbuki, belki de iyi niyetle yapılmış bir düzenlemedir. Ama bunlar kendilerine mal etmek adına türlü suiistimali yapıyorlar.
Son zamanlarda çevremizde herkes iş güvencesini tartışır oldu. Onurlu, haysiyetli her bir meslektaşımızın, yanlarına gelerek 'Bakın iş güvencesi kalkıyor, bize üye olursanız sıkıntı yaşamazsınız' diyen sözde sendika temsilcisinin yüzüne tükürmesi, 'Siz nasıl sendikacısınız kardeşim bu tehlikeyi bertaraf etmek için mücadele etmek yerine gelip nasıl beni tehdit edersiniz' diyerek kovması, yakasına yapışması lazımdır. Ama her şeyden nemalanma hastalığı başlamış. Zaman zaman biraraya geldiğim bürokratlar da yılmış bunlardan. Hatta bazı bürokratlar, esas paralel yapının kamuda bu sarı sendika oluğunu ifade etmekteler. Bunlar olduğu sürece kamuda düzeni, adaleti sağlamak, verimliliği artırmak mümkün olmayacaktır. Bunu öncelikle bu ülkeyi yönetme iddiasında olanların görmesi ve mutlaka tedbirini alması gerekir. Eğer onlar göremiyorsa, memurlarımızın bu tedbiri alması bir mecburiyet haline gelmiştir. Gerçekler karşısında boynumuzu bükerek ve bir yerlere teslim olarak nereye kadar beladan kaçabiliriz? Farz edelim ki bütün sendikalar kapatıldı, tüm kamu çalışanları paralel sarı sendikanın üyesi oldu. Böyle bir anlayışın, kamu çalışanları açısından nasıl sonuçlar doğuracağını herkesin hesap etmesi ve bunun tedbirini ya mücadele ederek ya da mücadele edenlerin yanında durarak alması lazım.”
İş güvencesini kaldırmaya çalışırsanız, 2 milyon 600 bin memur sokaklara dökülür.
Koncuk, iş güvencesini kaldırmanın kolay bir iş olmadığını da söyleyerek, şunları kaydetti: “İş güvencesini kaldırmak neden kolay değil? Çünkü, Anayasa’nın 128. Maddesini değiştirmeden yani devlet memurluğu tanımını değiştirmeden, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda hangi değişikliği yaparsanız yapın, devlet memurunun iş güvencesini elinden alamazsınız. Ama arkasından, yanından dolanarak bir şeyler yapabilmek mümkün olabilir. Bunun içinde elimizden gelen mücadeleyi sergilemekten bir adım geri atmayacağız. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı’na da ifade ettim, bir kere daha söylüyorum: İş güvencesini kaldırmaya çalışırsanız, 2 milyon 600 bin memur sokaklara dökülür.”
İş güvencemize sahip çıkmak için grev yaptığımızda, eylemler, mitingler düzenlediğimizde, sokakları işgal ettiğimizde, sakın kimse ‘Türkiye bir yanda terör sorunu ile uğraşırken, diğer yanda içte ve dışta mücadele ederken, bu memurlara ne oluyor, kamu çalışanları da kendi derdine düşmüş’ demesin!
Koncuk, Başbakana uyarıda da bulundu: “Ülkemiz hem içte hem de dış politikada büyük problemler yaşamaktadır. Böylesi bir ortamda bir de memurun iş güvencesiyle oynayarak kamu çalışanlarını sokağa dökmeyin, yeni problemlere neden olmayın. İş güvencemize sahip çıkmak için grev yaptığımızda, eylemler, mitingler düzenlediğimizde, sokakları işgal ettiğimizde, sakın kimse ‘Türkiye bir yanda terör sorunu ile uğraşırken, diğer yanda içte ve dışta mücadele ederken, bu memurlara ne oluyor, kamu çalışanları da kendi derdine düşmüş’ demesin! İş güvencemize sahip çıkmak için her eylemi meşru görürüz. Türkiye Cumhuriyeti Devleti kimsenin babasının çiftliği gibi yönetilemez. Yüzde 99 oy almış da olsa hiçbir Hükümetin, 2 milyon 600 bin memurun Cumhuriyet tarihi boyunca elde ettiği kazanımlarını gasp etmek gibi bir hakkı da yoktur, haddi de değildir. Bu konuda her türlü mücadeleyi sergileriz. Türkiye’nin yeni gerimler yaşamasını istemiyoruz. Ama onurlu bir sendika olarak, şerefli bir sendikanın mensubu olarak böylesi bir mücadeleden dönecek kadar namert ve namus yoksunu değiliz!”
Ali Yalçın’a, ‘Meseleye iyi niyetle yaklaşın. Seni kandırmışlar, aldatmışlar. Ekonomist değilsin, belki anlamamış olabilirsin. Yüreğin yetiyorsa burada uzman bir heyet kuralım. Sizi kandıran Maliye bürokratları da burada. Gelin heyet kuralım. Bakalım kim doğruyu söylüyor?’ dedim. Bu kadar net bir teklifi dahi kabul etmediler.
Toplu sözleşmeye de değinen Koncuk, memurların ekonomik kayıplarına dikkat çekti. Koncuk şunları söyledi: “2016-2017 yıllarını kapsayan Toplu Sözleşme görüşmelerinde yaşanan rezilliğe hep birlikte tanık olduk. 2013 yılında imzalanan toplu sözleşmede enflasyon farkını düzenleyen 7’inci madde vardı. Buna göre, 2015 yılında kamu görevlilerine ve emeklilerimize öngörülen kümülatif zammın üzerinde bir enflasyon oluşursa, enflasyon farkı ödenmesini hükme bağlamıştı. Yani 2015 yılında enflasyonun, memurlara öngörülen artışın, (yüzde 3+ 3) kümülatif toplamı olan yüzde 6,1’i aşması halinde memurlara enflasyon farkı ödenmesi kararlaştırılmıştı. Yani bizim bu ay sonunda enflasyon farkı alabilmemiz için 2013 yılında eski Memur-Sen Genel Başkan Ahmet Gündoğdu’nun imzaladığı maddeye göre enflasyonun yüzde 6,1’i aşması halinde enflasyon farkını hak ediyorduk. Şu anda bile 12 aylık enflasyon yüzde 8,10’dur. Yani bu aya göre bile yüzde 2 enflasyon alacağımız doğmuş. Ancak Ali Yalçın dünyadan bihaber. Vallahi ilkokul mezununu bile o toplu sözleşme masasına bile oturtsanız, ‘2015 yılındaki toplu sözleşmede 2016 ve 2017 yıllarının zam oranını tespit edeceğiz. 2013 yılında imzaladığınız metni buraya tekrar niye getirdiniz?’ diye sorardı. Ancak Ali Yalçın sormamış, getirilen Toplu Sözleşme metninin altına imza atmış. Durum böyle olunca; 2015 toplu sözleşmesinde memurların enflasyon farkı alabilmesi için 2015 yılı enflasyonunun memurlara yıl içinde verilen yüzde 3 ilk altı ay zammı, Temmuz’daki yüzde 1,76 ilk altı ay enflasyon farkı ve yüzde 3’lük ikinci altı ay zammının kümülatif toplamı olan yüzde 7,9’u aşması hükme bağlanmıştır. Yani elindeki kuşu uçurmuş. 5 milyon insanın ayda ortalama 50 ila160 TL arasında zarara sokmuş. KPDK toplantısında bunu anlatım. Hatta Ali Yalçın’a da, ‘Meseleye iyi niyetle yaklaşın. Seni kandırmışlar, aldatmışlar. Ekonomist değilsin, belki anlamamış olabilirsin. Yüreğin yetiyorsa burada uzman bir heyet kuralım. Sizi kandıran Maliye bürokratları da burada. Gelin heyet kuralım. Bakalım kim doğruyu söylüyor?’ dedim. Bu kadar net bir teklifi dahi kabul etmediler.”
Kısıtlı bütçesi nedeniyle evinden işyerine yürüyerek giden insanlar biliyorum. Memurlarımız bir lirayı bile hesap edecek durumdayken; birileri onların cebinden her ay 50 TL’sini çalacak. Bu nasıl iştir?
Koncuk sözlerini şöyle sürdürdü: “Bakınız eğer o imzayı Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı olarak ben atsaydım, şube başkanlarımın yüzde 99’u haklı olarak yakamı bırakmazdı. Genel Başkanlık koltuğunu bırakmamı isterdi. 5 milyon emekli, memur bir liranın dahi hesabını yapıyor. Kısıtlı bütçesi nedeniyle evinden işyerine yürüyerek giden insanlar biliyorum. Memurlarımız bir lirayı bile hesap edecek durumdayken; birileri onların cebinden her ay 50 ila 160 TL’sini çalacak. Bu nasıl iştir?”
Tüm bu olanlar karşısında ne yazık ki, memurların büyük bir kısmının tepkisiz kaldığını belirten Koncuk, “Sanki böyle bir olay hiç yaşanmamış. Ne o sendikanın üyelerinden bir tepki var, ne de diğer memurlardan. Şöyle düşünün, bir hırsız her ayın 30’unda elini cebinize soksa 50 TL’nizi çalsa ‘iyi oldu’ mu dersiniz? İşte bu olay bir hırsızın her ay cebimizden 50 TL’sini çalmasıyla eşdeğerdir. Bizim her ay cebimizden 50 TL’mizi çaldılar ama adam hala pişkin pişkin yetkili konfederasyonun genel başkanı. Ne eleştiren var, ne de bir şey söyleyen. Türkiye Kamu-Sen üyelerinin haricin de ‘İsmail Koncuk haklı’ diyen de yok. Nasreddin Hoca’nın evi soyulmuş, herkes ‘kapıyı açık bırakmasaydın, pencereyi kapatsaydın’ demiş. O da ‘hırsızın hiç mi suçu yok?’ demiş, Yaşanan durum da aynı o hesap. Eğer bunlar haklı olsaydı, zaten çoktan şahsıma iftira davası açarlardı. Bunu düzeltmek adına bir gayrette sarf etmiyorlar, Türkiye Kamu-Sen olarak biz dava açıyoruz. Böyle bir şey olabilir mi? Memurları satanın, pazarlayanın baş taşı edildiği bir ülke olabilir mi? Bizi satanları baştacı edenler, bu ülkenin en aydın kesimi, mürekkep yalamış, entelektüel dediğimiz insanlarsa, bu milletin bir geleceği olduğunu kim iddia edebilir? Böyle bir anlayış olmaz. Bunu içime sindiremiyorum. Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı olarak değil, bu ülkenin bir vatandaşı, bu ülkenin bir öğretmeni, bu ülkenin bir memuru olarak bunu zul sayıyorum. Bu anlayışı ayaklarımın altına alıyorum. Bu hırsızlığı yapanlara da, hırsızlık karşısında susanlara da yazıklar olsun” diye konuştu.
Genel Başkan İsmail Koncuk’un konuşmasının ardından Samsun 1 No’lu Şube Başkanı Levent Kuruoğlu “Sendikacılıkta Sosyal Medyanın Etkin kullanımı” konulu bir sunum yaptı. Toplantının ikinci gününde TRT eski Başspikerlerinden Cihangir Göker “Topluluk Karşısında Etkili Konuşma Teknikleri” adlı bir eğitim verdi. Daha sonra Genel Merkez yönetim Kurulu Üyeleri sekreteryaları ile, Genel Başkan İsmail Koncuk da ilçe yönetim kurulu üyeleri ile toplantılar yaptı.
Toplantı Genel Başkan İsmail Koncuk’un kapanış konuşmasıyla son buldu.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.