Hem oy vermiyorlar, hem ödleri kopuyor

Hem oy vermiyorlar, hem ödleri kopuyor

Bugün gazetesi yazarı Gülay Göktürk, iki gündür art arda Bugün'deki köşesinde yayımladığı, 'Aydınlar ve Oyları' isimli diziyle önemli bir gerçeğe dikkatleri çekti.

Göktürk, ilk günkü (dünkü) yazısında "Aydınlarımız sekiz senedir AK Parti'ye oy vermemek için bin takla atıyor. Bir yandan AK Parti'nin kazanmasını isterken -ve kazanamayacak diye ödü koparken- bir yandan da ne bahane bulsam da vermeyeceğimi deklare etsem diye kıvranıyor. Bu kıvranış içinde bazen bulduğu bir bağımsız adaya kurtarıcı gibi sarılıp 'namusu kurtarıyor'; bir başka sefer ne idüğü belirsiz bir bloka oy verip 'muhalif tavrı'nı korumuş oluyor." sözleriyle, 'aydınlar'ın yaşamış olduğu çelişkiye dikkat çekti.

Aydınların, tavrını The Economist dergisinin yazısına benzeten Göktürk, "Tıpkı Economist gibi onlar da önce uzun uzun anlatıyorlar; AK Parti'nin ne büyük işler yaptığını, neredeyse mucizeler yarattığını; gelmiş geçmiş en reformcu iktidar olduğunu sizden daha ateşli bir şekilde dile getiriyorlar. Sonra sıra, yine uzun uzun neden oy vermeyeceklerini açıklamaya geliyor. Gerekçeler hep aynı. Kırk kere söylenince doğru olduğu varsayılan basına baskı suçlamaları, Erdoğan'ın üslubu, kimi gaflar, heykel, içki, Avrupa Birliği'nin boşlanışı iddiası, Kürt açılımının tavsaması, vs..." diyerek; eleştirilere rağmen AK Parti'nin hükümetinin eleştirilen yönlerde attığı olumlu adımlara dikkat çekti: "İyi de, denklemin iki yanı arasındaki büyük eşitsizlik ne olacak? Bir tarafta, 90 yıldır hiç değişmeden süren ve rejim için bir hayat memat meselesi olan askeri vesayet rejiminin sona erdirilmesi, öbür tarafta bir heykelin yıkılması... Bir tarafta ülkeyi bir ahtapot gibi sarmış olan korkunç bir suç örgütünün deşifre edilip yargılanması, cuntacıların ilk kez mahkeme önüne çıkması, öte tarafta 25 yaş altı gençleri "içkiden korumak" adına yapılmış ve kimi noktalarda aşırıya giden bir düzenleme... Bir tarafta bütün dünya krizin altında ezilirken adeta kanatlanan bir ekonomi, sekiz yılda ikiye katlanan kişi başı milli gelir, dosta düşmana parmak ısırtan bir sağlık sistemi, şantiyeye dönen bir ülke; öbür tarafta Erdoğan'ın kırdığı potlar, yaptığı gaflar ve zaman zaman nükseden padişahvari tutumlar... Avrupa Birliği'nin boşlanması derseniz; birincisi onlar aldı da biz mi girmedik diye sormak gerekir; ikincisi de, her şeye rağmen Avrupa Birliği üyeliği konusundaki en büyük ilerlemenin de yine bu hükümet zamanında yapıldığını hatırlamak... Kürt açılımının foslamasını konuşacaksak; o fosladığını söylediğiniz açılımın da yine bu hükümet tarafından yapıldığını, ondan öncekilerin hiçbir açılım teşebbüsünde bulunmadıkları için foslamasının da söz konusu olmadığını görmeniz gerekir. Ayrıca biraz adalet duygunuz varsa, Kürt sorunu konusunda cumhuriyet tarihi boyunca en büyük reformları bu iktidarın yaptığını, bundan sonra da yapma kabiliyetine sahip tek partinin bu parti olduğunu kabul etmeniz..."

Bir 'artı-eksi hesabı' yapılacaksa, bunun doğru yapılması gerektiğini vurgulayan Bugün gazetesi yazarı; "Bir tarafa rejimin temel sorunlarına yönelik devrimsel nitelikte reformları öbür tarafa da günlük siyaset içinde işlenmiş hataları koyarak karşılaştırma yaparsanız, 'anlı şanlı aydın olmuş, basit bir denklem kurmayı bilmiyor' derler ya da -daha büyük ihtimal- samimi olmadığınızı düşünürler." dedi.

Aydınların politik tavrıyla, halkın politik tavrını karşılaştıran Gülay Göktürk; şu ifadelere yer veriyor: "Halk, ruh ikizini arar gibi oy verecek parti aramıyor. Bakıyor o günkü duruma, sevabını-günahını vuruyor kendi vicdan kantarına, veriyor kararını. Üstelik de gayet pragmatik bir şekilde sık sık değiştiriyor kararını. Bir seçimde gidip Karaoğlan'a oy veriyor; aynı oylar üç beş sene sonra bir bakıyorsunuz Özal'a akıyor; yine üç beş sene sonra bir bakmışsınız Refah'a ya da AK Parti'ye yönelmiş... 'Ben sol kökenli biri olarak nasıl olur da sağ bir partiye oy veririm' diye komplekslere kapılmıyor. Oysa aydınlarımız sekiz senedir AK Parti'ye oy vermemek için bin takla atıyor. Bir yandan AK Parti'nin kazanmasını isterken -ve kazanamayacak diye ödü koparken- bir yandan da ne bahane bulsam da vermeyeceğimi deklare etsem diye kıvranıyor. Bu kıvranış içinde bazen bulduğu bir bağımsız adaya kurtarıcı gibi sarılıp "namusu kurtarıyor"; bir başka sefer ne idüğü belirsiz bir bloka oy verip "muhalif tavrı"nı korumuş oluyor."

"Bizim aydınımızın kökü, devletin taa içinde"

Aydınların, oy verme meselesinde 'kendilerini kastığı'nı ve basit bir işi zorlaştırdığını yazan Gülay Göktürk'ün bugünkü yazısı da, kendince bunun nedenlerini ortaya koyuyor. Bahsettiği 'aydın' tipinin 'yönetme' ve 'hükümet etme' anlayışındaki sakatlığın, devletle kurduğu ilişkiden kaynaklandığını söyleyen Göktürk, şöyle devam ediyor: "Bizim aydınımızın kökü devletin taa içindedir. Aydın olmayı, 'ben devlet olsam ne yapardım'ı düşünmekten ibaret sanır. Kendini devletle, onun bütün kurumlarıyla bir tutmanın, aynılaşmanın kaynağı burada yatar. Ve bu kaynak sonunda ruh ikizini devlette bulma, kalben bağlılık, kişiliğini devletten devşirme gibi garipliklere kadar uzanır. İşte bu yüzden olsa gerek, oy verirken içine düştüğü ikilemler eş seçerkenkinden beterdir. Kendini devletten, devleti kendinden sorumlu sanır. Devleti oluşturma ve dönüştürme sorumluluğu vehmi, devletin kendini dönüştürebileceği teslimiyetine kadar uzanır. Tuttuğu şey bir parti değil, kendisince devletin manevi şahsiyetidir adeta. Her biri minik birer İnönü, Ecevit, Baykal'dır. Bu yüzden de her seçimde bir anlamda kendilerine oy verirler. Ehh, böyle olunca da tabii, oylarının yönünü biraz değiştirmeye niyetlenseler, kendilerini ihanet etmiş gibi hissederler."

 Zaman

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.