Eğitime Amerika’dan bakış

Eğitime Amerika’dan bakış

Eğitime Amerika'dan bakış (1)

ABD’de yaşayan ve eğitime kafa yoran iki okurumuzun çok çarpıcı gözlemleri var. Gelin önce onlara bir göz atalım. Sonra da değerlendirmesini yine hep birlikte yapalım:
Çocuklarımızı heba etmeyelim
“12 yıldır Amerika’da yaşıyorum. 7 ve 4 yaşlarında iki kızım var. Kızlarımın okulları dolayısıyla buradaki eğitim ve öğretim sistemi konusunda bir hayli bilgi sahibi olduk. Bulunduğumuz şehirdeki devlet okullarının başarılı olmamasından dolayı, özel okulu tercih ettik. Seçtiğimiz okuldaki çocukların yüzde 30’u burslu, geri kalan çocukların çoğunluğu orta gelirli aileler, bir kısmı da oldukça zengin. Bir özel okul için çok nadir rastlanan bir sosyo-ekonomik çeşitliliğe sahip. Ayrıca din, dil, ırk gibi konularda da çeşitliliğe önem veren bir okul.
Kızım okuluna çok severek ve isteyerek gidiyor. Çocuklar çok özgürler, yaratıcılıkları sürekli teşvik ediliyor. Okulun ilk birkaç haftası aktivitelerle geçiyor.
Yalnız duran bir çocuğu oyuna katma, başka birisi için bir şey yapma, birbirine yardım etme, başkası için sevinme, duyguları ve düşünceleri paylaşma empoze ediliyor.
Akademik konular günlük yaşama indirgenerek öğretiliyor, çocuklar eğlenerek öğreniyor.
Stres olmuyorlar, çünkü zevk alıyorlar, eğleniyorlar ve öğreniyorlar.
Başkası için kapıyı tutuyorlar, yerde çöp görünce alıyorlar, ‘lütfen’ ve ‘teşekkür ederim’ diyorlar. Ağaca tırmanıp, top oynuyorlar, karda kızak kayıyorlar, yani çocukluklarını yaşıyorlar.
Türkiye’de böyle bir okul var mı? Neden yok? Bu kadar doğal olamıyor muyuz?
Ben çocuklarımdan, çocukluklarını, masumiyetlerini, saygı ve sevgilerini almak istemiyorum. Ama Türkiye’ye dönersek ki çok istiyorum, bu nasıl olacak?
Paylaşmak istedim. Çünkü ben ailemi, ülkemi çok özlüyorum ama çocuklarımın güzel değerlerle büyümesini istiyorum.”

Akıllı tahtalar göstermelik
ABD-Türkiye arasında mesleki hayatını sürdüren bir akademisyen ve daha önemlisi hem ABD hem de Türkiye’deki okullarda 4 çocuğu olan bir veli olarak, kısaca sunu söylemek ve MEB’e duyurmak istiyorum:
1) Eğitim-öğretim felsefemizin temelinde ve odağında ‘İNSAN’ olmadıkça isterse her sınıfın her duvarını her sırasını teknoloji ile donatın hiçbir faydası olmaz:
2) Eğitim-öğretimin temelinde iki insan var: Öğrenci ve öğretmen.
3) Bu iki insana öncelik vermeliyiz.
4) Duvarlar, binalar, kitaplar, tabletler, vb. sadece öğrenci ve öğretmene destek niteliğinde yan etkenlerdir, esas faktörler değil.
5) Öğretmenlerin hem mesleki, hem sosyal, hem manevi, hem de maddi yönleri kuvvetlendirilmeli.
6) Öğretmenlerin geliri o kadar iyi olmalı ki en iyi beyinlerimiz öğretmenliğe yönlensin.
7) Ama öğretmenlikte de çok seçici olunsun; en az master istensin, meslekleri boyunca PhD yapmaları desteklensin.
8) Öğretmenler yarım gün ders versin; yarım gün kendilerini yetiştirsin, ertesi güne hazırlık yapsın, öğrencilerle ders dışında beraber olma fırsatı verilsin. Gelirleri iyi olsun ki kalan yarım günde özel ders vermek için hemen okuldan kaçmaya gerek kalmasın.
9) Bize akıllı tahta, akıllı kitap (tablet) değil, öncelikle ‘Akıllı öğretmen’ler lazım. Bugün okullardaki akıllı tahtaların yüzde 90’ı göstermelik ve reklam için oradalar. Kullanım oranı yüzde 10 seviyesinde. Kendimizi kandırmayalım.
10) Öğrencilere büyükler gibi davranalım ki onlar mesuliyet sahibi olarak yetişsinler: Alın terinin, çalışmanın kıymetini ana sınıfında kavrasınlar.
11) 4. sınıftan sonra bir öğrenci 14-16 çeşit derse muhatap oluyor bir haftada. Bu tamamen saçma bir durum. Adam gibi 6-7 ders olsun, hepsinin ölçmesi-değerlendirmesi, ders içeriği sağlam olsun.
12) Öğrenciler SBS, LYS vs gibi saçma sınav sisteminden kurtarılsın.
13) Bir üst kademeye atlama mutlaka derslerdeki başarıya göre belirlensin. Üniversiteye girişte de ders başarısı en az yüzde 60 tesirli olsun, geri kalanı LYS gibi bir sınav (yüzde 20), okuduğunu anlama, kritik düşünme ve yazabilme (yüzde 15) kabiliyetini ölçen bir yazı ve öğretmen referansları (yüzde 5) ile değerlendirilsin.
14) 1-5. sınıflar arasında Türkçe okuma, anlama, yazmaya ağırlık verilsin. Yabancı dil kesinlikle olmasın. Türkçeyi öğrenemediğimizden başka yabancı dili de öğrenemiyoruz, artık bunun farkına varalım.
15) 6. sınıflarda her okulda hazırlık olsun ve İngilizce adam gibi öğretilsin.
16) 7-9. sınıflar arasında okullarda çeşitlilik; ama aralarında başarıya göre geçiş olsun (Sosyal, fen, meslek, spor, sanat okulları gibi).
17) 10-12. sınıflar arasındaki okullarda benzer çeşitlilik ve geçişler olsun. Kuru bilgi anlatmaktan ziyade kabiliyet ve anlayış kazandırmaya yönelik uygulamalı eğitim-öğretim olsun.  İkinci yabancı dil (Çince, İspanyolca, Arapça, Rusça, vb) kazandırılsın. Her lise mezunu mutlaka en az bir alanda yetkin ara eleman kabiliyetlerini kazansın, en az bir yabancı dil (İngilizce) bilsin.
18) Üniversitelere girişte tek faktör LYS vb gibi imtihanlar olmasın, yukarıda da anlatıldığı gibi üniversitelere giriş kriterlerinin yüzde 60 ağırlığını ortaokul ve lise not ortalamaları oluştursun. Bu öğrencilerin derslerine, öğrenmeye, öğretmenlerine, okullarına daha ciddi önem vermelerini, disiplinli ve sorumlu olmalarını otomatik olarak kazandırır ki bugün okullarda (ABD veya Türkiye) gözlemlenen birçok sosyal problemler kendiliğinden asgariye iner.
Özetin özeti: Eğitimde asıl tartışılması gereken konulara ne zaman sıra gelecek?..

Abbas GÜÇLÜ-Milliyet

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.