Duvara Dayanma Çöker, İnsana Dayanma Ölür
Türkiye Kamu-Sen ve Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk, 1 ve 2 Nisan 2016 tarihlerinde Manisa ve Aydın Şubeleri ile Nazilli İlçe Temsilciliği’nin düzenlediği istişare toplantısına katıldı.
Türkiye Kamu-Sen ve Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk, 1 ve 2 Nisan 2016 tarihlerinde Manisa ve Aydın Şubeleri ile Nazilli İlçe Temsilciliği’nin düzenlediği istişare toplantısına katıldı. Genel Başkan’a Genel Teşkilatlandırma Sekreteri Talip Geylan, Genel Eğitim ve Sosyal İşler Sekreteri Cengiz Kocakaplan ve Genel Dış İlişkiler ve Basın Sekreteri Sami Özdemir eşlik etti. Toplantılara Manisa ve Denizli Şube Yönetim Kurulu Üyeleri, Türkiye Kamu-Sen’e bağlı sendikaların şube başkanları, ilçe temsilcileri, ilçe yönetim kurulu üyeleri ile işyeri temsilcilerimiz katıldı.
Şube Başkanımız Recep Varlıakman hayatı şerefle ve dimdik yaşadı. Değerli Varlıakman’a bir kez daha Allah’tan rahmet diliyorum
Manisa Şube Başkanı Mustafa Atalay’ın konuşmasının ardından kürsüye gelen Türkiye Kamu-Sen ve Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk, vefat eden Manisa Şube Başkanımız Recep Varlıakman’ı rahmetle anarak sözlerine başladı. “Hepimiz Hakk’a yürüyeceğiz. Önemli olan hesap verebilir şekilde bu hayatı yaşamaktır” diyen Koncuk, şunları kaydetti: “Allah hepimize şerefli bir ölümü nasip etsin. Recep Varlıakman da hayatı şerefle ve dimdik yaşadı. Merhum kardeşimiz Varlıakman’a bir kez daha Allah’tan rahmet diliyorum” dedi.
Şayet Allah’ın verdiği rızkı birilerinden bekliyorsak, anladığımız anlamda iman etmiş olmayız.
Bütün değerlerimizin bize Allah’a inanmayı, Allah’a güvenmeyi emrettiğini belirten Koncuk, “Ayet-i Kerime’de ‘Rızık Allah’tandır’ diyor. Yani bize rızkı ancak Allah verebilir. Allah’ın vermediği bir rızkı kimseden bekleyemeyiz. Şayet Allah’ın verdiği rızkı birilerinden bekliyorsak, anladığımız anlamda iman etmiş olmayız. Bütün yüreğimizle rızkın Allah’tan geldiğini bileceğiz. Tabi rızık derken dağıtılan makamları da kastediyorum.” dedi.
Unutmayın ki; hak etmeden ne bağımsızlık, ne istiklal, ne de şerefle yaşamak mümkün olur.
İstiklal Marşı’nın ilk iki dörtlüğünü de okuyan Koncuk, “İstiklal Marşı’nı her zaman okuyor, çocuklarımıza okutuyoruz. Buna rağmen hala ülkemizde bazıları İstiklal Marşı’nın anlamını kavrayamamış” dedi. Koncuk şunları kaydetti: “İstiklal Marşı ‘Korkma!’ diye başlıyor. Ama üzülerek görüyoruz ki; memleket ödlek insan dolu. Okumuş, aydın sıfatı almış insanlar dahi İstiklal Marşı’ndaki ‘Korkma!’ ifadesini hiç anlayamamışlar. İstiklal Marşı’mız, ‘Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet; Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklal” şeklinde bitiyor. Yani Akif, ‘Öyle bir bayrağımız var ki, hür yaşamak hakkıdır. Çünkü bayrağımız esareti hiç tatmadı. Bu millet bağımsızlığımızın sembolü bayrağımız uğruna yüzbinlerce şehit verdi; namusunu çiğnetmemek adına her türlü riski göze aldı, en önemlisi de ölmeyi göze aldı. Bu bayrak öyle bir bayraktır ki, rengini şehitlerimizin kanından aldı. Hür yaşamış bayrağımızın dalgalanmasının sebebi şehitlerimizdir’ diyor. ‘Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklal’ derken de, ‘Benim milletim öyle bir millettir ki, Hakk’a tapmaktadır’ diyor. Burada Hakk’a tapmak sadece Allah’a inanmak anlamında değildir. Hakk’a tapmak aynı zamanda, milletimiz Hakk’a taptığı için, ölümü dahi göze aldığı için hür yaşamayı hak etmiştir. Unutmayın ki; hak etmeden ne bağımsızlık, ne istiklal, ne de şerefle yaşamak mümkün olur. Milletimiz bu özellikleri ile şerefli bir millet olarak varlığını devam ettirmektedir.”
Hem yüzde yüz yerli, yüzde yüz milli milletvekili isteyeceksiniz hem de yüzde 100 yerli ve yüzde 100 milli vatan evladına okul müdürlüğünü, adliyede yazı işleri müdürlüğünü, hastanede başhekimliği çok göreceksiniz. O zaman şunu anlamalıyız: Sizlere vatansever değil, yandaş ve yalaka lazım.
Cumhurbaşkanı’nın seçimler öncesinde “1 Kasım'da 550 tane yerli ve milli milletvekili istiyorum” sözlerini hatırlatan Koncuk, “Ben de TBMM’de 550 tane yerli, milli, vatanını milletini seven, ihanetin hiçbir tarafından olmamış memleket evladı olmasını tabiki isterim. Ama var mı, o tartışılır. Türkiye Kamu-Sen mensubu 450 bin tane yüzde 100 yerli ve yüzde 100 milli vatan evladı var. Bu insanlar hayatlarının hiçbir döneminde namussuzluk yapmadılar, ihanetin sağından solundan geçmediler. Ama siz iktidar olarak bu vatanseverlere ikinci, üçüncü sınıf insan muamelesi yaptınız. Bu nasıl iş? Hem yüzde yüz yerli, yüzde yüz milli milletvekili isteyeceksiniz hem de yüzde 100 yerli ve yüzde 100 milli vatan evladına okul müdürlüğünü, adliyede yazı işleri müdürlüğünü, hastanede başhekimliği çok göreceksiniz. O zaman şunu anlamalıyız: Sizlere vatansever değil, yandaş ve yalaka lazım. Vallahi kusura bakmayın, hiç kimse Türkiye Kamu-Sen’in hiçbir mensubundan unvan kazanmak, koltuğunu korumak için yağcı ya da yalaka olmasını beklemesin. Vallahi çok beklerler. Velhasıl Mehmet Akif Arsoy’un kaleme aldığı İstiklal Marşını tüm ruhumuzla, hücrelerimizle idrak edebilirsek, emin olun problemlerimizi çok daha rahat çözeriz.”
O yastığa başınızı koyduğunuzda uyuyamayın! Hesabın sorulacağı günü bekleyin! Ne demişler; duvara dayanma çöker, insana dayanma ölür. Kim ihanet ettiyse, milletimiz hukuk içiresinde bunun hesabını soracak. Hesap sormayanlar şehitlerimize ihanet etmiş olurlar.
Koncuk, “Montesquieu, ‘Eğer bir ülkede yalakalık dürüstlükten daha çok pirim yaparsa, o ülke batar’ demiştir. Ben bu ülkenin batmasını istemiyorum. Ülkemizin batmaması için yüzbinlerce memleket evladını şehit verdik, hala da şehit vermeye devam ediyoruz” diye konuştu.
Millet olarak çabuk unuttuğumuzu söyleyen Koncuk sözlerini şöyle sürdürdü: “ Mesela akil adamlar vardı. Çözüm süreci öncesinde hatırlarsanız bana da akil adamlık teklif edilmişti. Ben kabul etmemiştim. Hatta o dönemde bir sendika genel başkanı –kendisi şu anda milletvekili- ‘Bu süreci hayvanlar anladı, bunlara anlatamadık’ diye bize hakaret etmişti. Yani bu şahıs çözüm sürecini doğru bulmayan bütün insanlara böylesine ağır bir hakaret etmişti. Geldiğimiz noktada bu sürecin kimler tarafından nasıl anlaşıldığının ya da anlaşılmadığının örneklerini yaşıyoruz. Birçokları bizim o gün durduğumuz noktaya bugün geldiler işte. Çözüm sürecinin üzerinden 4 yıl geçti. Bu süreçte yüzlerce şehit verdik. Akil adamların bir görevi vardı: O da sürecin ne kadar önemli olduğunu anlatmak ve PKK terör örgütünü sempatik bir örgüt olarak göstermekti. ‘Bunlarla masaya oturabiliriz, anlaşma yapabiliriz. Anaların gözyaşı dinsin’ deniliyordu. Habur rezaletini, Şivan Perver’in kırmızı halıda karşılanmasını hatırlıyorsunuz.
Herkes bilmelidir ki, biz ihanetin karşısındayız. Terörle mücadelede milletimizin, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ve emniyet güçlerinin yanındayız. Biz, 10 yıl önce, 20 yıl önce nerede duruyorsak, ne söylediysek bugün de aynı yerde duruyor ve aynı şeyleri söylüyoruz. Ama birileri, hem de devletimizi yöneten birileri, üç güne bir fikir değiştiriyor. Bunun da ülkemiz adına acı bir maliyeti var. Oysa devlet yönetiminde hata olur mu? Biz bunu nasıl unutalım? Yapılanları görmezden mi gelelim? Bu hataların sadece maddi bir karşılığı olsa, mesela ‘100 bin TL daha harcadık’ deriz ama bu hataların bedeli evlatlarımızın canıdır. Bakınız sokaklarda bile güven içinde yürüyemiyoruz. Bomba patlar endişesiyle Ankara’da bile Kızılay’a ya da alışveriş merkezlerine giden insan sayısı azaldı. Dolayısıyla bunları unutmayacağız. Bedel ödetenleri unutmamalıyız. Bu defter gün gelecek mutlaka açılacak ve milletimize ihanet eden kim varsa, hesap verecek. İhanet edenlere şunu söylüyorum: O yastığa başınızı koyduğunuzda uyuyamayın! Hesabın sorulacağı günü bekleyin! Ne demişler; duvara dayanma çöker, insana dayanma ölür. Kim ihanet ettiyse, milletimiz hukuk içiresinde bunun hesabını soracak. Hesap sormayanlar şehitlerimize ihanet etmiş olurlar. Milletimizin derdiyle dertleneceğiz. Ya milletten yana olursunuz ya millete karşı olursunuz. Milletin yanında olmak kuru sözle olmaz. Mehmet Akif Ersoy’un dediği gibi;
Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
Vurulmuş tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Batan güneşleri unutacak mıyız? Unutmayacağız! Unutmak, yok olduğumuz an demektir.
Bazı arkadaşlarımız bile konuşmalarımız ve eleştirilerimizden dolayı risk aldığımızı söylüyor. Biz sadece söylenmesi gerekenleri söylüyoruz, risk almıyoruz. Yüce Allah’ın bir Müslüman olarak bizden istediği budur. Milletimizin tarihinin de bizden beklediği davranış budur. Eğer bunun dışında bir davranış içindeyseniz, risk alıyorsunuz demektir. Doğruyu yapanın risk alması söz konusu değildir. Doğruyu yapan eninde sonunda kazanır.”
Ya bu çatının direklerine omuz vereceğiz ya da çatı tepemize çökecek. Bu çatı çökerse hepimiz altında kalırız.
Koncuk tepemizdeki çatının direklerinin çatırdadığını kaydederek, şöyle konuştu: “Ya bu çatının direklerine omuz vereceğiz ya da çatı tepemize çökecek. Bu çatı çökerse hepimiz altında kalırız. Bugün hastane başhekimi, il milli eğitim müdürü ya da okul müdürü olduğu için sevinenleri makamları kurtarmaz. Dolayısıyla bu çatının çökmemesi için bir irade ve mücadele ortaya koymak gerekir. Biz buna talip olmalıyız. Eğer gerçekten bu ülkenin kaynaklarından, Anadolu coğrafyasından beslenen bir sivil toplum kuruluşu isek, bu çatının direklerine hepimiz omuz vereceğiz. Önümüzde iki yol var: ‘Ya kokuşmuş sistemin adamı olacağız ya da kokuşmuşluğa karşı bana düşen bir takım sorumluluklar var. Bu sorumlulukları yerine getirmek adına gereken neyse onu yapacağız’ diyeceğiz.”
Ya bu toplumun dinamikleri dediğimiz insanlar sorumluluklarını yerine getirir ya da o millet hak ettiği sona ulaşır.
Bir toplumun dinamiklerinin aydınlar olduğunu belirten Koncuk, sorumluluk silsilesi yapılsa, en tepe noktaya akademisyenleri, öğretmenleri ve din adamlarını koymamız gerektiğini ifade etti. Koncuk, “Bu insanlar toplumun dinamikleridir. Eğer toplumda bir kokuşmuşluk ve olumsuz bir gidiş varsa bunları düzeltecek başka bir mekanizma bulunmamaktadır. Ya bu toplumun dinamikleri dediğimiz insanlar sorumluluklarını yerine getirir ya da o millet hak ettiği sona ulaşır. Bu nedenle bugün kendisini koltuğa yapıştıranlar adam olduklarını sanmasın. Adam olmak, çocuklarımızın, torunlarımızın geleceğine sahip çıkmaktır. Bunun için bedel ödemek gerekirse, bedel ödemektir. ‘Bir elim yağda bir elim balda olsun, ben kimseye karışmamayım, kimse de bana karışmasın’ diyemeyiz. Gayret sarf etmeden, alın teri dökmeden, emek harcamadan, bedel ödemeden var oluş yoktur” diye konuştu.
İktidara yakın patronların zengin olması adına evlatlarımız yıllardır sömürülüyor ve bu şekilde ucuz iş gücü temini yapılıyor.
Taşeronlarla ilgili önemli açıklamalar yapan Genel Başkan İsmail Koncuk şunları kaydetti: “Başbakan taşeronları kadroya alacaklarını söyledi. Hepimiz sevindik. Tabi şunu sorgulamadık. Taşeron sayısı 2002 yılında 20 bin idi. Sizin iktidarınızda taşeron çalışan sayısı kamuda 720 bine yükseldi. Taşeron sayısı belediyeleri dahil ettiğinizde 1 milyon 200 bin, özel sektörü dahil ettiğinizde 2.5 milyona ulaşıyor. Kısacası evlatlarımız topyekün sömürülüyor. İktidara yakın patronların zengin olması adına evlatlarımız yıllardır sömürülüyor ve bu şekilde ucuz iş gücü temini yapılıyor.
Bugün devlet memuru olanlar ‘İşim gıcır’ diye düşünmesin. ‘Paçayı yırttım, emekliliğim yaklaşıyor, ne olursa olsun’ dememeliyiz. Evlatlarımızı düşünüyorsak bu ucube çalışma sistemlerine karşı ne yapmamız gerekiyorsa yapmalıyız.
Peygamber Efendimiz, ‘Çalıştırdığınız insanlara yediklerinizden yediriniz, giydiklerinizden giydiriniz’ diyor. Ama evlatlarımıza taşeron eleman olmayı yani geleceğinin olmamasını layık görüyorlar. Başbakan taşeronları kadroya alacaklarını söylüyor. Fakat ertesi gün Maliye Bakanı çıkıyor ve ‘Taşeronlara kadro dedik ama aslında bu özel statüdür’ diyor. 4/A, 4/B, 4/C, 4/D vardı, demek ki şimdi de 4/E getiriliyor. 4/C’lileri kadroya almaları için mücadele ediyoruz ama 4/C’den daha marazlı istihdam şekli geliyor. Taşeronların 3 yılda bir performansına bakarak sözleşmelerini yenileyeceklermiş. Oysa Başbakan ‘kadro’ demişti. Bir ülkenin Başbakanı kadro dediyse, bu anladığımız anlamda kadrodur. Kimse kıvırmasın. Kadro demek, ya memur ya kamu işçisi olmaktır. 4/B, 4/C, 4/D, 4/E şeklinde istihdam modeli olmaz. Böyle bir çalışma hayatı kabul de edilemez. Üstelik bununla da yetinmiyorlar. Maliye Bakanı ‘Kamu personel ihtiyacını bu sistem üzerinden karşılayın’ diyor. Bu durum hepimizi ilgilendiriyor. Bugün devlet memuru olanlar ‘İşim gıcır’ diye düşünmesin. ‘Paçayı yırttım, emekliliğim yaklaşıyor, ne olursa olsun’ dememeliyiz. Evlatlarımızı düşünüyorsak bu ucube çalışma sistemlerine karşı ne yapmamız gerekiyorsa yapmalıyız.”
Kayıt dışılığı kontrol altına almak için özel istihdam büroları kuracaklarmış. Siz aklımızla dalga mı geçiyorsunuz? Siz o makamlara gelmeden biz tebeşir tozu yutuyorduk.
Özel istihdam büroları kurulmasını da eleştiren Koncuk, “Özel istihdam büroları kuruluyor, kiralık işçi dönemi başlıyor. Çalışma Bakanına ‘Kiralık işçi nedir?’ diye sordum ve ‘Bu milleti kiralamayın’ dedim. Güya kayıt dışılığı kontrol altına almak için özel istihdam büroları kuracaklarmış. Siz aklımızla dalga mı geçiyorsunuz? Siz o makamlara gelmeden biz tebeşir tozu yutuyorduk. Özel istihdam büroları adeta
amele pazarlarının modern şeklidir, köle pazarıdır. Özel istihdam büroları vasıtasıyla kiralık işçi bulacaklar. Bu işçilerin emekliliği yok, kıdem tazminatına hak kazanmaları mümkün değil. Bunlar 78 milyonu ilgilendiren gelişmelerdir. Bir yandan dinden bahsedeceksiniz, diğer yandan da Peygamber Efendimizin Hadis-i Şeriflerini dikkate almayacaksınız ve bu milletin evlatlarını topyekun ucuz iş gücü haline getireceksiniz. Bunu kabul etmek mümkün değil” diye konuştu.
‘Toplu sözleşmedeki başarımızı Anayasa’ya taşıyacağız’ diyorlar. Allah muhafaza. Eğer toplu sözleşmede bir başarınız varsa,-ki orada bir satış söz konusu idi- Anayasa’ya da bu başarısızlığınızı taşırsanız, orada neyi satacaksınız?
“Adının başında sendika olan hangi teşkilat olursa olsun bu gelişmeler karşısında sesini yükseltmiyorsa, o sendika, sendika değildir. Hatta sarı sendika bile değildir. Sarının bile bir nebze de olsa şerefi vardır” diyen Koncuk, sözlerini şöyle sürdürdü: “Gerçi sarı bir sendikamız var. Zaman zaman pembeleşiyorlar. ‘İş güvencemiz kırmızı çizgimizdir’ diyorlar. Ben de diyorum ki; ‘Siz pembesiniz, kırmızı çizginiz olur mu?’ Yine açıklama yapıyorlar; ‘Toplu sözleşmedeki başarımızı Anayasa’ya taşıyacağız’ diyorlar. Allah muhafaza. Eğer toplu sözleşmede bir başarınız varsa,-ki orada bir satış söz konusu idi- Anayasa’ya da bu başarısızlığınızı taşırsanız, orada neyi satacaksınız?”
Bunlar olsa olsa darbe dönemlerinin yetiştirdiği tosuncuklar olabilir. Siz kim, darbe savar olmak kim? Siz darbe dönemlerinde ancak birilerinin etekleri altına girersiniz, orada saklanırsınız. Bizim gibi meydanlara çıkamazsınız. Sizde o yürek yok.
Koncuk eleştirilerini şöyle sürdürdü: “1982 Anayasası bir darbe anayasasıdır. Bunlar, darbe savar olduklarını söylüyorlar. Darbe dönemlerini çok iyi hatırlıyorum. Bizim arkadaşlarımızın o darbe dönemlerinde neler yaşadığını çok iyi biliyoruz. Bırakın da bu darbelerle ilgili biz konuşalım. Bunlar olsa olsa darbe dönemlerinin yetiştirdiği tosuncuklar olabilir. Siz kim, darbe savar olmak kim? Siz darbe dönemlerinde ancak birilerinin etekleri altına girersiniz, orada saklanırsınız. Bizim gibi meydanlara çıkamazsınız. Sizde o yürek yok. İnsan önce dönüp bir geçmişine bakmalıdır. Bu malum tayfa, önceden bize ‘Ergenekoncu’ diyorlardı. Ben de bir televizyon programında ‘Bize Ergenekoncu diyecek kişinin ağzını yırtarım’ demiştim. Herkes bilmelidir ki; biz hiçbir zaman hainliğin, namussuzluğun yanında olmadık, her zaman demokrat olduk. Hiçbir zaman darbecilerin yanında olmadık hatta hep darbecilerden çektik. Buna rağmen bize ‘Ergenekoncu’ diyorlardı. Bugün Ergenekoncu da diyemiyorlar hatta bu konunun sadece hikâye olduğunu ifade ediyorlar. Yeni bir şey de bulamıyorlar.”
Hırsızlığın belgesini ortaya koyunca bizi suçlayanların yüzü kızardı. Aynı insanlar bizden medet umuyorlar. Keşke 2010 yılında ortaya koyduğumuz deliller ile hırsızlığın üzerine gidilseydi. Aradan 5 yıl geçmesi beklenmeseydi.
KPSS hırsızlığına dikkat çeken Koncuk, şunları söyledi: “Geçenlerde büyük bir ulusal kanal ile röportaj yaptım. Konu KPSS hırsızlığı idi. ‘Konuşmalarımı yayınlayabilir misiniz bilmiyorum’ dedim. 2010 yılında arkadaşlarımla beraber ‘KPSS hırsızlığı var’ derken adeta beni bir recmetmedikleri kaldı. Hatta gazeteler benim de şüpheliler içinde olduğuma dair haberler yaptı. Hırsızı yakaladık, nerdeyse bizi hırsız yapacaklardı. Ama konunun üzerine gittik, geri adım atmadık. Şuna inanıyorum ki, ölümden öte yol yoktur. Onu da sadece Yüce Allah bilir. Mesele şerefimizle ölmek. Önemli olan doğruyu yapmak. O dönemde de doğruyu yaptık. Hırsızlığın belgesini ortaya koyunca bizi suçlayanların yüzü kızardı. Aynı insanlar bizden medet umuyorlar. Keşke 2010 yılında ortaya koyduğumuz deliller ile hırsızlığın üzerine gidilseydi. Aradan 5 yıl geçmesi beklenmeseydi. O dönemde alın teri hırsızlığının içinde kim var ise - benim evladım bile olsa- cezalandırılmalıdır’ demiştim. Çünkü bu milletin evlatlarının alın terini çalmaya kimsenin hakkı yok. Bizi o gün yalan söylemekle suçlayanlar -gerçi ispatlayınca hepsinin dili boğazına kaçtı- bugün bizim ortaya koyduğumuz belgelerden, bilgilerden yararlanıyor. Her zaman doğruları yapacağız, meseleleri konjonktürel açıdan düşünen kişiler değiliz. ‘Türkiye Kamu-Sen için kararlı, ilkeli, mücadeleci ve cesur sendikacılığın adresi’ diyoruz. Dolayısıyla bu doğrultuda hareket etmemiz gerekir.”
657 Sayılı DMK kimseyi kral yapabilecek bir kanun değildir. Aslında devlet memurlarının sınırsız bir iş güvencesi yok. Devlet memurlarının sadece yargı hakkı var. Yargı hakkı çiftçinin de, esnafın da var.
Devlet memurlarının kazanılmış haklarının ellerinden alınmak istendiğine dikkat çeken Genel Başkan Koncuk, şunları söyledi: “Bazıları ‘657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu değişmelidir’ diyor. Başbakan kabine açıklanmadan önce Çankaya Köşkü’nde bir toplantı yaptı. O toplantıda hukukun üstünlüğü, ayrımcılığın ortadan kaldırılması gibi birçok konu hakkında fikir beyan ettim ve 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu ile oynanmaması gerektiğini ifade ettim. Daha sonra işadamı olan bir sivil toplum kuruluşunun başkanı ‘657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu değişmelidir’ dedi. Ben de ‘Sana ne? Seni ne ilgilendiriyor? Hayatında hiç 657 Sayılı Kanunun kapağını açtın mı, bu kanunu hiç okudun mu?’ dedim. ‘Okumadım’ dedi. ‘Koskoca bir teşkilatın genel başkanısın. Okumadığın bir kanun ile ilgili Başbakanın, Bakanların huzurunda ahkâm kesiyorsun, yakışmıyor’ dedim. Önüne gelen herkes 2 milyon 600 bin memurun geleceğini ilgilendiren hatta devletin idari yapısını değiştirecek bir konu ile ilgili ahkâm kesiyor. Zaman zaman bazı kiralık köşe yazarlarının yazılarını görüyorsunuz. Geçenlerde bir tanesi ‘657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu Anayasa’dan önce değişmeli’ diyor. Böyle bir yazı yazan insanın memurlarla özel bir derdi var demektir. Resmen memurlara hakaret etmediği kalmış. Aynı kişi, ‘657’li kral, biz marabayız’ diyor. Şimdiye kadar hangi memur kendini kral gibi gördü?”
Bunlar 657 Sayılı DMK’da ‘Devlet memurları ne yaparsa yapsın, meslekten atılmaz’ şeklinde bir madde olduğunu zannediyorlar. Böyle bir madde yok. Ey kiralık kalemler; ne 657 Sayılı DMK’da ne Anayasa’da ne de başka bir mevzuatta memurun asla işten atılamayacağını ifade eden bir madde yok.
657 Sayılı DMK’nın kimseyi kral yapabilecek bir kanun olmadığına dikkat çeken Koncuk, “Devlet memurlarının sınırsız bir iş güvencesi yok. Devlet memurlarının sadece yargı hakkı var. Yargı hakkı çiftçinin de, esnafın da var. Haksızlığa uğradığımızda bizi koruyacak bir yargı olduğu için ‘devlet memurlarının iş güvencesi var’ diyoruz. Zaten artık o da tartışılır. Anayasanın 125. Maddesi idarenin her türlü tasarrufuna karşı yargı yolunun açık olduğunu söylüyor. Anayasa’nın 125. Maddesini ortadan kaldırmayı düşünseniz dahi o zaman Anayasa’nın 90. Maddesi devreye girer. Bu madde Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin imzalamış olduğu uluslararası sözleşmeleri kanun hükmünde gören bir maddedir. Uluslararası sözleşmeler ile iç hukukumuz çelişir ise, ‘Esas alınacak olan uluslararası sözleşmedeki hükümdür’ diyor. O halde yargı hakkı sadece iç hukukumuzdan kaynaklanan bir hak değil. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin imzaladığı Kopenhag kriterleri, Avrupa Sosyal Şartı, Gözden Geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartı var. Yani yargı hakkını kaldırmak o kadar kolay iş değildir. Bir yerlere yağ çekeceğim diye köşe yazısı yazan kiralık kalemlerden istirham ediyorum. 657 Sayılı DMK’yı okuyun. Bunlar 657 Sayılı DMK’da ‘Devlet memurları ne yaparsa yapsın, meslekten atılmaz’ şeklinde bir madde olduğunu zannediyorlar. Böyle bir madde yok. Ey kiralık kalemler; ne 657 Sayılı DMK’da ne Anayasa’da ne de başka bir mevzuatta memurun asla işten atılamayacağını ifade eden bir madde yok. Ayrıca memurlar tüm vatandaşlar gibi işlediği suçlar bakımından Türk Ceza Kanununa tabidir. Devlet memurları bütün hukuk kurallarına tabidir. Bir şey yazacaksanız, gelin bizimle konuşun. 657 Sayılı Kanun değişmeli mi? Evet, değişmeli. Mesela 657 Sayılı Kanun’da ek gösterge meselesini değiştirelim. Memurların ek göstergeleri köhnedi. Hizmetliler ek gösterge alamıyor. Öğretmenlerimiz 3600 ek gösterge alamıyor. Bütün çalışanların ek göstergelerini 800’er puan yükseltelim. 657 Sayılı Kanun bu yönleriyle köhnemiş. Bunları çözelim.
Performans sistemini her kim istiyorsa ona sesleniyorum: Kamuda performans olmaz. Bizler masa, sandalye üretmiyoruz; hizmet üretiyoruz. Bunu herhangi bir performans kriteri ile değerlendiremezseniz.
Bugünlerde performansa takmışlar. 5 Nisan 2016 tarihinde Devlet Personel Başkanlığı’nda bizim de yer alacağımız bir toplantı yapılacak. Performans sistemini her kim istiyorsa ona sesleniyorum: Kamuda performans olmaz. Bizler masa, sandalye üretmiyoruz; hizmet üretiyoruz. Bunu herhangi bir performans kriteri ile değerlendiremezseniz. Bakınız şu an PTT teşkilatına idari hizmet sözleşmeliliği diye ucube bir sistem getirildi. Örneğin postacının performansı hak etmesi için bir günde 20-25 km. yol yürüyüp, posta dağıtması gerekir. Bu mümkün değildir. Dolayısıyla kamuda performans olmaz. Kamuda ödül sistemi olur. Başarılı insanları ödüllendirebilirsiniz. Gelin bunu yapalım. Ödül sistemini değiştirelim. Hukukun işlemediği yerde başka şeyler işler. Kamuyu karıştırıp milleti birbiriyle boğaz boğaza getirecek uygulamalar içerine girmeyin. 35 yıllık bir devlet memuru ve bu ülkeyi seven bir insan olarak uyarıyorum; gelin olumlu bir sistem getirelim. Çalışanları teşvik edelim. Cezalandırma anlamına bir sistem Türkiye’de yürümez.” diye konuştu.
“Bu ülkede okul müdürlüğü nasıl dağıtılıyor? Yöneticiliğin nasıl dağıtıldığını görmüyor musunuz?” diyen Koncuk, sözlerini şöyle sürdürdü: “Mesleğe yeni başlamış devlet memurlarının tehdit edilerek üye yapıldığından haberdar mısınız? Daha kadroya geçeceği belli olmayan taşeron işçilerin dahi tehdit edilerek, bir sendikaya üye olmaya zorlandığını biliyor musunuz? Böylesine alçaklıkların yaşandığı bir zamanda siz o performansı kiminle nasıl uygulayacaksınız? Aklınızı başınıza alın. Dibi görünmez bir suya girmek üzeresiniz, o yüzden uyarıyoruz.”
Bize yakışan şekilde davranırız ama siz bizim haklarımızla uğraşırsanız, kamuyu performans gibi anlamsız, içinden çıkılamayacak bir karmaşa içine sokmaya çalışırsanız, o zaman biz de ne gerekiyorsa yaparız.
7 Haziran’dan bu yana miting yapmak istemediklerini kaydeden Koncuk, “Bu, şehitlerimize olan saygımızdan kaynaklanmaktadır. Bu ülkenin bir de bizim yüzümüzden karışmasını istemiyoruz. Türkiye Kamu-Sen olarak her zaman bize yakışan şekilde davranırız ama siz bizim haklarımızla uğraşırsanız, kamuyu performans gibi anlamsız, içinden çıkılamayacak bir karmaşa içine sokmaya çalışırsanız, o zaman biz de ne gerekiyorsa yaparız. Hiç şüpheniz olmasın kavga etmek gerekirse kavga ederiz, meydana inmek gerekiyorsa meydana ineriz.” dedi.
Türkiye Kamu-Sen’in üye sayısının artmasının, insanlarımızın birtakım kurumlar tarafından adeta bir ahlaksızlık çukuruna çekilmesini engellemek bakımından önemli olduğunu kaydeden Koncuk, “Elbette kamu ile ilgili her türlü haksızlığın üzerine gideceğiz. Gören olur ya da olmaz milletimizin varlığı için her yerde anlatacağız. Benim herkesten isteğim bu mücadeleyi beraber verelim. Bu mücadeleyi vermek için de bilgilenmek lazım. Milleti uyaralım. Bizim işimiz anlatmak, uyarmak, tebliğ etmektir. Bunu iyi yapmak zorundayız. Bizim en büyük eksikliğimiz, bunları anlatan insan sayısının maalesef az olmasıdır. Memleket meselelerini, çalışma hayatında yaşanan problemleri anlatan kişi sayısının artması, hem çalışma hayatının hem de milli varlığımızın daha güçlü olmasını sağlayacaktır. Şunu net söyleyeyim: Çok güçlü olduklarını düşünmeyin. Bunlar kartondan kule. Niye? Çünkü adamların orada olma sebepleri belli. ‘Kim beni müdür yaparsa, onunla olurum’ diyor. Hayatının her döneminde yeni bir aşk arayan bu insanlar en son nereye düşer acaba? Bir aşk var, o da inançlarımıza olan sadakatimiz, Allah’a olan sevdamız, milletimize olan bağlılığımız. Biz, bu aşktan vazgeçmeyeceğiz” diye konuştu.
Genel Başkan, 2 Nisan Cumartesi günü Nazilli Temsilciliği tarafından üyelere yönelik yapılan dairelerin teslim törenini gerçekleştirdi. Genel Başkan İsmail Koncuk Nazilli Belediye Başkanı Haluk Alıcık’ı da makamından ziyaret ettikten sonra Nazilli Belediyesi Kültür Salonunda üyelerle bir araya geldi. Nazilli programından sonra Aydın’a geçen Genel Başkan Koncuk, işyeri temsilcileri ve ilçe yönetim kurulu üyelerinin katılımıyla düzenlenen istişare toplantısına katıldı. Programın sonunda ise Aydın Şube Başkanı ve Merkez Denetleme Kurulu Başkanı Rıdvan Naci Devli tarafından Genel Başkan ve Merkez Yönetim Kurulu Üyelerine plaket takdimi gerçekleştirildi.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.