Dumanlı'ya göre basında tasfiye süreci

Dumanlı'ya göre basında tasfiye süreci

İki haftadır tasfiye olacak ve ayakta kalamayacak gazete ve gazetecilerin özelliklerini sıralayan Zaman gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı, kimlerin silineceğini açıkladı.


Alkan Özyurt'un röportajı

Dumanlı, dünyadaki değişimin Türk medyasına sirayet etmemesine inanamıyor. Ama medyada değişikliklerin olacağına kesin gözüyle bakıyor.

Gazetelerin genel yayın yönetmenleriyle söyleşi yapmak stresli bir iştir. İyi hazırlanmanız, doğru sorular sormanız gerekir. Lakin ortaya çıkan sonuca da katlanmanız lazım. Çünkü çıkan sonuç kimseyi memnun etmez. Bu riskleri alarak aylar öncesinde Zaman gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı'nın kapısını çalmıştık. Derdimiz çok başkaydı. Bir sinema yazarı olarak, Dumanlı'nın Zaman gazetesinin Cumaertesi ekinde yayımlanan sinema yazıları üzerine konuşmak istemiştik. Yollarımız kesişmedi. Sonra Dumanlı'nın Everest Yayınları'ndan Anlık Hikâyeler kitabı çıktı. Dumanlı'nın eskiden Zaman gazetesinin kültür sanat editörü olduğunu bildiğimiz için sinema, edebiyat, tiyatroya uzak bir isim olmadığının elbet farkındayız ama bir edebi eserle karşımıza çıkması açıkçası onunla bir söyleşi yapmayı gerektiriyordu. Biz de kendimizi yeniden hatırlattık. Kabul etti. Lakin tam da bu sırada Dumanlı köşesinde yazdığı 'Tasfiye edilecek gazete(ci)ler', 'Ayakta kalacak gazete(ci)ler' başlıklı yazılarıyla medyada bir tartışmanın da fitilini yakmıştı. Onun için yayın yönetmeniyle iyi niyetli bir kültür sanat söyleşisi projemiz öyle bir genişledi ki, işin içine siyaset, medya konuları da girdi.

- Yayın yönetmenlerinin edebiyat eseri ortaya çıkarmalarına pek alışık değiliz. Malum yayın yönetmeni olmak demek yoğun bir mesai demek. Siz, bu hikâyeleri yazmak için nasıl zaman buldunuz?
- Gazete yöneticiliğinden fırsat buldukça yazdım. Önemli bir kısmını seyahatlerde, özellikle uçak seyahatlerinde, otellerde ve zaman zaman da evde yazdım. Doğru söylüyorsunuz. gazetede böyle metinler yazmaya imkân yok. Ama zaten hikâyelerin çerçevesi hep aklımdaydı. Sadece yazma kısmı için vakit bulmam gerekiyordu benim. Onu da halledince kitap yayımlandı.

- Kültür sanata düşkünsünüz. Tiyatro oyunu yazdınız. Son zamanlarda sinema üzerine yazılar yazıyorsunuz. Bu ilginin kaynağı bir dönem kültür sayfalarını yönetmenizle ilgili mi?
- Çok ilgili. Sonuçta ben gazeteciliğe kültür sanattan başladım. Gazete yayın yönetmeni olmak gibi bir hayalim yoktu. Özellikle tiyatroları takip ediyordum. Benim için ideal zamanlardı. Çok mutluydum. Hep o tat damağımda kalmıştır. Hilmi Yavuz, Beşir Ayvazoğlu, İskender Pala, rahmetli Sezer Tansuğ ile o dönemde çalışmaya başladık.

- Sinema merakınız nereden geliyor? Son aylarda üzerine epey yazı yazıyorsunuz?
- Kişisel bir ilgi. İyi bir izleyici olduğumu düşünüyorum. Fakat kültür sanat editörlüğü yaparken aramızda görev dağılımı yapmıştık, o dönemde sinema yazılarını da Ercüment Dursun yazıyordu. Bir gün Ercüment hasta idi, ben de Forrest Gump'ı yazmıştım. ABD'de yazılı basın üzerine master yaparken de bazı sinema dersleri aldım. Cumaertesi ekinde yazmam ise biraz ekin yönetmeni Abdullah Kılıç'ın zorlaması ile oldu. O yazılar birer deneme. Bilimsel analiz yaptığımı söyleyemem. Kendi penceremden gördüklerimi yazıyorum.

- Sinema yazılarınızda Yeşilçam filmlerinde dini muhafazakâr kesimin tek tip gösterilmesine itiraz ediyorsunuz. Ama son dönemde Türk sineması bu algıdan vazgeçti. Neden bunun üzerine pek eğilmediniz?
- Haklısınız. Oraya kadar geldim, yeni döneme girmedim. Bu konu üzerine de çok söyleyeceklerim var. Yazmak da istiyorum. Ama bu tür şeylerde çok sıcak tartışmalar amacından saptırılabiliyor. Açıkçası bunun endişesini taşıyorum.

- Dini muhafazakâr kesimin yarattığı Milli Akım sinemasında çok iyi filmler izlemedik. Bu akımın devamı da gelmiyor. Neden bu kesim sinemaya biraz çekingen davranıyor, kendi sinemasını oluşturamıyor?
- Fotoğrafın bütününe bakınca şunu görüyorum. 'Sağ kesim' siyasette, ticarette, eğitimde bir yere geldi. Ama sanatta tam bir yere gelemedi. Bunun birkaç sebebi var. Altyapısı tamamen hazır değil, üzerine düşünülmüş değil. Maalesef sağ camiada bunu talep eden de yok. En üzücü olan kısımlardan biri de budur. 'Kardeşim, bana İslami roman diye verdiğiniz romanlar beni kesmiyor, roman gibi roman yazın, senaryo yazın, sinema filmi yapın,' talebi çok güçlü bir dip dalga gibi gelmiyor. Diğer bir neden de 'solun' sahne sanatlarının etrafında etten bir duvar örmüş olması. Bu duvarı aşmak çok zor. Bunlar çözülürse zaman içerisinde daha kaliteli eserler çıkacaktır. Ayrıca 'İslami kesimin' sineması henüz emekleme aşamasından çıkıp bir olgunluk çağı yaşayamadı. Ama bunu da çok yüksek sesle söylemiyoruz, çünkü alınganlık gösteriyorlar. Eleştiriye de çok açık değiller. Ama bu hep böyle gitmeyecek. Ayrıca ben bunun sadece Türkiye'de böyle olduğunu düşünmüyorum. Bu bütün İslam dünyasının sorunu.

- İslam dünyasının sanatla nasıl bir sorunu var?
- ABD'de Boston'da Emerson College'da master yaparken bir şey fark ettim. Okulda neredeyse hiç Arap öğrenci yoktu. Boston gibi bir yerde, yaklaşık 100 bin Arap öğrenci olduğu söyleniyor. Boston Üniversitesi'nde, Boston College'da, Harvard'da var ama bizim okulda yok. Çünkü bizim okulda medya, sanat üzerine eğitim veriliyor. İslam dünyasından gelen öğrencinin bu alanlarla ilgili derdi yok. Sinema, tiyatro, gazetecilik, televizyon bölümlerinde bir Arap öğrenci yok. O zaman kendi kendime şunu dedim: Bu İslam dünyasının Hollywood filmlerine lanet okuması kadar komik bir şey olamaz. Hiçbir yatırım yapma, hiç okuma, hiç kafa yorma sonra da dönüp "Bizi terörist şeklinde işliyorlar," de. Bal tutan parmağını yalıyor.

12 EYLÜL MEDYAYI KÖTÜ ETKİLEDİ
- Son haftalarda medya dünyasıyla ilgili listeler yayımlıyorsunuz. Bu liste yazıları nereden çıktı?
- Dünyanın yaşadığı değişime paralel olarak Türkiye'de de bir değişim yaşanıyor. İnsanların bu kadar online yaşadığı bir dönemde eskisi gibi kalmak mümkün değil. Şu anda Türkiye'deki gazetecilik biraz 12 Eylül Darbesi'nin bir ürünüdür. Darbeden sonra basın, siyasi olayları rahatlıkla yazamayınca politik şeyler yazmayalım ama okuyucuyu da kaybetmeyelim diye magazine sığındı. Özel televizyonların açılmasıyla ortalık iyice karıştı. Bu arada yalan yanlış bir sürü haber yapıldı. Hakkınızda yapılan yalan bir haberle ilgili tekzip yayınlatmanız çok zordu. Şimdi yasalar da, zaman da değişti. Bu değişimin, bizi bekleyen daha büyük değişimlerin farkında olmadan, kendi kendini hipnotize eden, kendi illüzyonuna kendini kaptıran bir gazetecilik anlayışının sürdüğünü düşünüyorum.

HER TÜRLÜ AYRIMCILIK SUÇ OLMALI
- Bunu tüm medya için söylüyorsunuz sanırım.
- Evet. Bu genel bir hastalık. Siz ne kadar kendi ekibinizi bu hastalıktan korumaya çalışsanız da virüs gelip yine bulaşabiliyor. Lakap takmak, isim takmak, aşağılamak... Bunun bitmesi gerekiyor. Hukuk sistemi de değişecek. Ayrımcılık ve nefret suçunun Türkiye'ye taşınması lazım.

'NE OLDU RENGİN Mİ SOLDU?' DİYEYİM
- Bu listelerle ilgili tartışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Ben yalan yazanlar, söyleyenler ayakta duramayacak diyorum. Birisi çıkıp 'Sen kimi kastediyorsun' diye feryat ediyor. 'Ne oldu rengin mi soldu?' diyeyim. Zaman da yalan yazarsa o da ayakta kalmayacak demektir. Ayrıca ne demem bekleniyordu? Yalana, iftiraya, lakap takmaya, küpleri doldurmaya devam mı diyeyim? Ben prensipler listesi yazdım. Bir başkası, başka liste yapabilir.

GAZETELER, BİRBİRİNİN KOPYASI
- Medyanın geleceğini nasıl görüyorsunuz? Magazinleşme tehlikesinin altını çizdiniz ama artık medyada da bir kutuplaşma var.
- En ciddi gazetelerin bile magazin eklerinin ya da sayfalarının olmasını yadırgamıyorum. Yadırgadığım dünyadaki gazete modellerinin Türkiye'ye gelmemesi. Dünyada gazeteler ya ciddi, düşünce ve referans gazetesidir ya da bulvar gazetesi. İkisine de ihtiyaç var. Türkiye'deki saçmalık, Türk medyası tam bir benzeşme yaşıyor. Birbirinin kopyası bir sürü gazete var. Bir podyum haberinin hemen yanında Irak Savaşı ile ilgili bir haber. İki haber yan yana duramaz. Duruyorsa bir problem vardır. Ama medyanın geleceğiyle ilgili umutluyum. Çok sesli, birbirlerinden kimlikleriyle ayrışan, okuyucu profili belli medya kuruluşlarının olacağını düşünüyorum. Bir de basın sektörünün kendi gerçekliğiyle sosyal gerçeklik arasında bir uzlaşma olacağına inanıyorum.

TÜRK HALKININ YÜZDE 30'U SOLCU
- Bu tespitinizi biraz açar mısınız?
- Türk halkının yüzde 70'i sağ, yüzde 30'u sola yatkındır. Türk medyasında durum bunun tam tersi. Sektörel gerçeklikle sosyal gerçeklik arasındaki bu dengesizlik büyük bir uçuruma sebebiyet veriyor. Ama bu da normal çünkü sağ bu işlere çok kafa yormamış. Medya üzerine yatırım yapayım falan dememiş. Şimdi sosyal gerçekliğe yakınlaşan bir sektörel gerçeklik olduğunu düşünüyorum. Lakin okur profili ve gazete tarzı yönünde hatlar henüz oturmadı. Bu oturunca, her şey değişecek. Çünkü kamuoyu oluşturma etkinliği, reklam pastasının paylaşımı değişecek.

YETENEKLİLER DIŞLANIYOR
"Medyada, dışarıdan adam almayan, kendi içerisinde özel ilişkileri olan, o ilişkiler ağı içerisinde olmayan insanlara yeteneklerine rağmen yer vermeyen, bir ilginç yapının olduğunu görüyorum. Buna da üzülüyorum"

SAĞ KESİM SANATTA GERİ KALDI
"Fotoğrafın bütününe bakınca şunu görüyorum: 'Sağ kesim' siyasette, ticarette, eğitimde bir yere geldi. Ama sanatta tam bir yere gelemedi. Altyapısı üzerine düşünülmüş değil. Maalesef sağ camiada bunu talep eden de yok"

SORUN CEMAATÇİ OLMAMAKTA...
- Ben, Zaman gazetesinin cemaatçi bir gazete olmadığını düşünüyorum. Çünkü cemaatçi bir gazetede bu kadar farklı kesimden insan yazamaz. Hilmi Yavuz, Şahin Alpay, Selim İleri gibi isimler bu gazetede yazıyor. Bunu deyince 'Efendim bu isimler vitrinde tutuluyor,' deniyor. Eğer kastedilen anlamda cemaat olsa bu yazarlar hemen yadırganır. Çünkü o manada bir cemaat yayını propaganda yapar. Ama siz temeldeki kitlenin de zaman zaman yadırgayabileceği, yargılarını alt üst edebileceği yazılar yayınlıyorsanız artık cemaatçi değilsinizdir. Cemaat dediğiniz şey çok evrensel işler yapıyor, evrensel şeyler yaptığını iddia eden insanlar cemaat gibi yaşıyor. Cemaat'ten kasıt da dar çerçevede, kendi özel hiyerarşisi olan, çok küçük çapta, dış dünyaya kapalı, küçük zümreler. Bu manada Türk medyasının değil cemaatler, küçük küçük aşiretler şeklinde yaşadığını düşünüyorum. Olaya şöyle bakıyorum: Cemaat mensubu olmayı bir problem olarak görmüyorum, ama cemaatçi olmayı problemli görüyorum. Mezhep mensubu olmayı, laik olmayı problem olarak görmüyorum ama mezhepçiliği, laikçiliği problemli görüyorum.

BAHA 'NEO CHP'Lİ BİLE DEDİLER...
- Zaman gazetesi Ak Parti iktidarını kayıtsız şartsız destekliyor mu? Çünkü böyle bir eleştiri de var size yönelik.
- Türk gazeteleri muhalif olma kavramını yeniden gözden geçirmeli. Türk medyası icraatlara muhalefet etme yerine sürekli kişilere ve kurumlara muhalif olma kolaycılığına kaçıyor. Ak Parti'ye muhalif olmak demek her şeyine karşı çıkmak, CHP'ye muhalif olmak demek onun her şeyine karşı çıkmak demek değil. Seçim zamanı yaklaştı, CHP başörtüsü açılımı yaptı. Biz de üç gün üst üste manşetten CHP'yi destekledik. Ben de yazı yazdım. Bir Milliyet yazarı bana 'Neo CHP'li' dedi. Niye, ben bir gecede CHP'li mi oldum? Hayır. Sadece CHP'nin bu açılımını, icraatını doğru bulduk. Demokrasilerde modern medya icraat denetimi yapar. Türk medyası bunu yapmalı. Hükümet bir karar alıyor, sosyal hayatta bu kararın etkileri üzerine yazmalıyız. Önemli bir medya patronu 'Ak Parti'yi destekliyorsunuz,' eleştirisi getirdi bana. Şunu söyledim: 27 Nisan Bildirisi Ak Parti'ye de, CHP'ye de MHP'ye de yapılsa yanlıştır. Bunu desteklemek için sizin ne gibi mazeretiniz var dedim. Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanı olmaması için yapılan her şey tepeden tırnağa yanlıştı. Prensip olarak buna karşı çıktık. Çünkü meclisi kilitlemek doğru değil. Yaşar Büyükanıt 'Ben kendi elimle yazdım,' diyor 27 Nisan Bildirisi'ni. Türkiye'nin yakın tarihine geçecek bir belgeyi bozuk Türkçe'yle, bozuk gramerle, böyle keyfiyetle yazmak doğru değil. Buna karşı çıkınca Ak Parti destekçisi oluyorsunuz. Oysa biz demokratikleşmeden yanayız. Bir gün sağ bir siyasi partinin lideri bana 'Bizi niye manşet yapmıyorsunuz?' dedi. Ben de 'Demokratik bir açılım yaparsanız manşet yaparız,' dedim. Aradan günler geçti telefon geldi, anlattı derdini. İcraatını doğru bulduk ve manşet yaptık. Sonuç olarak kim doğru bir şey yapmış da yanında olmamışız bunu soruyorum. Bir tane örnek gösterilsin.

ÇOCUKLUĞUM ALEVİLERLE GEÇTİ
- Sizce Kürt açılımıyla, Kürt sorunu çözülür mü?
- Türkiye Kürt sorununu çözmek zorunda. Kürt meselesinin önemli olmanın ötesinde acilen çözülmesi gerekiyor. Çünkü bu sorunu şimdi çözdük çözdük, sonra çok sıkıntı çekeriz. Ayrıca Ak Parti'nin yaptığı icraatı şöyle doğru buluyorum. Bir yandan Alevi Çalıştayı yapıyor. Bunu çok önemsiyorum. Biz 12 Eylül'ü yaşadık. Çocukluğum Alevilerle geçti. Arkadaşlarım vardı. Biz vedalaşamadan, bir tek cümle edemeden bir gecede birbirimize düşman olduk. Bir anda parçalandık. Bazılarını aradım bulamadım. Bu içime dert olmuştur. Ayrıca gayrimüslim azınlıklarla hükümetin bakanları bir araya geliyor. 400 yıldır burada insanlar kilise, havra açıyor. Yozgat'ta Ermeni kilisesi vardı. Şimdi dedelerimiz mi daha dindar biz mi? Sonra katsayı meselesi halledilmeye çalışılıyor. İşte Kürt açılımını da bunların bir parçası olarak görüyorum. Çünkü bütün bu sorunlar çözülürse Türkiye demokratik, özgürlükçü, paylaşımcı bir hayata gider.


Sabah

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.