Dinçer kendi söylediklerini, kendi çürütüyor!
Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, dün, Eskişehir Osman Gazi Üniversitesi’nin yeni öğretim yılının açılış törenine katıldı.
Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, dün, Eskişehir Osman Gazi Üniversitesi’nin yeni öğretim yılının açılış törenine katıldı.
Çok ilginç bir konuşma yaptı.
Hani sıradan birisi yapsa üzerinde fazla durulmazdı
Hem üniversiteden geldi, hem de eğitimin patronu. Ayrıca Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ve Başbakanlık Müsteşarlığı da yaptı.
Yani hem üniversiteleri ve eğitimi iyi biliyor hem de devleti.
Ayrıca sözünün eri. Öyle söylenmesi gerektiği için konuşmaz, ne düşünüyorsa, ucu nereye dokunur demeden dobra dobra konuşuyor.
Ama bu kez sanki çuvaldızı önce kendisine batırması gerekiyor. Çünkü, konuşma metni, yanlış, çelişki, abartılarla dolu. Ayrıca bilgi eksikliği de söz konusu!
İsterseniz gelin önce konuşmasındaki satır başlarına göz atalım, sonra da parantez içerisinde bu konudaki görüşlerimizi paylaşalım:
* Öğrencilerimizin önünde büyük bir engel olan katsayı eşitsizliğini de ortadan kaldırarak her öğrencimizin istediği alana herhangi bir kısıtlama olmaksızın tercih edebileceği bir imkan ortaya koyduk.
(Katsayılar kalktı da değişen ne oldu? Meslek lisesi mezunları katsayılar varken de en dipteydi, kalktı yine en dipte. Bu sınav sistemi ile siz istediğiniz kadar özgürlük verdik deyin, değişen bir şey olmaz!)
* 10 yıllık sürede yüksek öğretimde okullaşma oranını yüzde 14.65’ten yüzde 35’lere kadar yükseldi.
(Bu artış şişirme ve göstermelik bir artış mı yoksa istihdama ve geleceğe yönelik gerçek bir büyüme mi? Bu artışın ne kadarı açık ve uzaktan öğretim ve ne kadarı, zaten yüz binlerce istihdam fazlası mezunu olan alanlara yönelik?)
* Dünyanın hiçbir yerinde istihdam için insanlar eğitilmez. Bunun altını çizmek istiyorum. Hele hele bizim ülkemizde anlaşıldığı gibi sadece devlette istihdam edilmek üzere hiçbir ülke üniversite eğitimi yapmıyor. Bizim ülkemizde maalesef bu tartışmaları halen geride bırakamadığımızı görüyoruz.
(Peki o zaman devletin kaynakları ve gençlerin gelecekleri hovardaca harcanmış olmaz mı? Hangi ülke evde otursun diye gençlere üniversite eğitimi veriyor?)
* Eğitim fakültelerinden mezun olan çocuklarımız işte atama bekleyen öğretmenler olarak üniversite, devlet kapısında bekliyorlar ve öğretmen olmak istiyorlar. Sadece onlar değil Fen Edebiyat fakültesinden mezun olanlar da benzer taleplerde bulunuyorlar.
(Haydi Kızlar Okula, gidin öğretmen olun diye teşvik edip, sonra da devlet kapısı iş kapısı değil demek ne kadar doğru? Madem ihtiyaç yoktu, yüz binlerce fazla öğretmen niye yetiştirildi ve on binlerce öğretmen açığı varken derslere neden onlar değil de, ücretli öğretmen adı altında kel alaka kişiler giriyor?)
* Japonya’da bin kişi içerisinde yaklaşık 30 kişi araştırmacı ve rekabet edebilir uluslararası nitelikte uzman kimliğine sahipken, Türkiye’de bin kişiden sadece 4-5 kişi bu nitelikte.
(Japonya’nın sanayide geldiği nokta ve AR-GE’ye ayırdığı kaynaklarla, ülkemizin kaynakları da kıyaslansaydı, araştırmacı sayımızın neden bu kadar kısır kaldığı hiç sorgulanmazdı!)
* Biz bütün çocuklarımızı üniversitede okutacağız. Daha fazla üniversite açacağız. Kapasitemizi daha da arttıracağız.
(Mevcut üniversite mezunlarına iş bulamazken, iyi bir gelecek sağlayamazken, tüm öğrencileri üniversite mezunu yapmak, daha büyük hayal kırıklıkları yaratmayacak mı? Daha da önemlisi, dünyanın neresinde, bütün çocuklar üniversite mezunu oluyor? Üniversite açmak ve kapasite artırmakla iş bitiyor mu?.)
* Çocuklarımızı üniversiteden mezun edeceğiz ve onların arasından rekabet gücü yüksek olanlarla dünya sahasında mücadele edecek fırsatı yakalamaya çalışacağız. İşte 12 yıllık zorunlu eğitim ülkemize bu oranı süratle yukarı çekme imkanını sağlayacak olması bakımından da büyük öneme sahiptir.
(Şu anda da dünya ölçeğinde çok başarılı gençlerimiz var. Ama buraya gelmiyorlar çünkü ne bilim yapacakları atmosfer var ne de araştırma laboratuarları ve mali destek!)
* Önümüzdeki yıllarda yüksek öğretime olan talep büyük bir hızla artacaktır. Bunun bir kere şimdiden fark edilmesi lazım. Üniversitelerimizin buna göre tedbir alması lazım.
(Sayın Bakan görünen o ki Türkiye’de yaşamıyor. Son üç yıldır üniversitelerde 100 bin civarında kontenjan boş kalıyor ve bu oran önümüzdeki yıllarda daha da artacak. Üniversitelerin alacağı önlem de kapasite artırma değil, mevcut kontenjanları nasıl doldururuz yönünde olmalıdır...)
Özetin özeti: Bakan Bey yine sol kaşını kaldırıp, bize ters ters bakacaktır. Ama dışarıdan bakıldığında, tablo maalesef onun gördüğü gibi değil, aynen böyle!..
Abbas GÜÇLÜ-Milliyet
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.